KARANLIK BİR RUH MU?
Gözlerimi açtığımda karanlıktı etraf. Karanlık bir yeri görmeniz için gözünüzün alışmış olması gerekir değil mi? Bekledim birkaç dakika sakinliğimi koruyarak gözümün uyum sağlamasını. Sonra birkaç dakika daha bekledim.. Derken karanlık sadece karanlıktı. Hiçbir şey yoktu. Neredeydim? Ne yapmalıydım? Kim getirmişti beni buraya ve burası neden karanlıktı? Bu karanlık bana çocukken temizlediğim kömür sobasının ziftini hatırlatıyordu. Kokusu pek de hoş değildi. Aynı şekilde burada bulunup o kokuyu hatırlamak da pek hoş sayılmazdı.
Nefesimi sakinleştirmem ve neden burada olduğumu anlamaya çalışmam gerekiyordu. Zordu ve korkuyordum. Kendimi telkin ederek sakinleşmeyi bekledim. En son ne yaptığımı hatırlamam gerekiyordu. Gözlerimi kapatıp bulmaya çalıştım buradan önceki son kareleri.
İşe giderken şemsiye almayı unuttuğum için eve dönüşümde bana yağmur eşlik ediyordu. Yağmurda yürüyordum. Evet, biraz manyak olduğumu kabul ediyorum. Çoğu kişinin yapmadığı şeyleri yapmayı severim: Korku, yıkık bir bina, mezarlık, gece yürümek, keşfedilmeyen yerleri görmek… yani yalnızlığımı ve içimdeki şeytanı bana hissettiren çoğu şey benim radarımda. Yağmurda yürümek de bunlardan biriydi sadece. Üstelik ne zaman dineceğini bilmediğim şeyin dinmesini beklemek yerine evime doğru yol almak daha mantıklı gelmişti. Tabi bunda yağmurun şiddetli olmamasının da payı vardı. Her damlanın vücudumda ne hissettirdiği farklıydı. İrkildim. Hissetmeye başlamıştım damlaları vücudumda.
Gözlerimi açtım. Karanlıkta hiçbir şey yoktu, yağmur da. Tuhaf,böyle bir yerde olduğumu bilmesem yağmurun yağdığına dair yeminler edebilirdim. Kalbimin atışındaki korkuyla birlikte tekrar kapattım gözlerimi. Hatırlamam gerekiyordu yağmuru ve sonrasını. Yağmuru, ardından getirdiği rüzgarı düşünmeye başlamışken tekrar hissettim aynı şeyi. Neler oluyordu? Açtım gözlerimi korkulu bir şekilde. Yolunda gitmeyen çok şey vardı. Ben neden buradaydım? Burası neden karanlıktı ve ben neden zihnimdekileri gözlerim kapalıyken hissediyordum? Kim beni neden buraya getirmişti? Yoksa bulmuşlar mıydı beni sonunda? Hep ruhani iyi varlıklarla dost olmak istemişimdir. Belki de benimle dost olacaklardı!
Bir dakika ben neyin üzerinde yatıyordum? Bir şey hissetmiyorum. Havada asılı mıyım? Ellerimle kontrol etmeliyim. Peki ya ellerim nerede? Ellerim yok. Kalkıp etrafıma baksam… Kalkacak bir tarafım da yok ki! Nasıl ya ben bir hiçlik miyim? Ama vücudumun çalıştığını hissediyorum: Kalbimin atışı, nefes alışverişim, nabzımın damarlarımdaki hareketi… Hem gözlerimi de kapatıp açmıştım. Gözlerim de mi yoktu? Peki ya sesim… Bağırsam mı acaba? ‘’aa’’ Sesim de yok. Uzayda mıyım? Nasıl yani? Yolunda gitmeyen çok şey vardı. Hemen durum analizi yapmalıydım:
- 1.Karanlık bir yerdeyim.
- 2.Hem varım hem yokum.
- 3.Bedenim yok.
- 4.Hislerim yani ruhum var. Hatta vücudumun çalışmasını da hissediyorum.
- 5.En önemlisi olabilir. Gözlerimi kapattığımda hissettiklerim vücudum olmamasına rağmen bu karanlık ortamda var oluyor. Gözlerimi açtığımdaysa sadece karanlık var.
Beni buraya kim getirdiyse gözlerimi kapatıp iletişim kurabilirdim o halde. Yani anladınız işte gözlerimi kapatma hissini demek istiyorum. Korkuyor bir tarafım. Ya ruhum da yok olur, tamamen ölürsem? Yapmazsam da bu sefer bir kutunun içinde sıkışmış gibi bu karanlık odada kalacaktım. Gerçi oda mıydı burası? Sınırlarını nasıl fark edebilirdim ki! Her yer siyah.
Gözlerimi kapattım.
‘’Kimsin? Ne istiyorsun? Neden beni buraya getirdin? Kimse yok mu?”
Aramızda mesafe olmasına rağmen uzun görünen, arkası dönük, siyah pelerin giymiş biri vardı karşımda. Siyahın içinde siyahı nasıl mı ayırt ettim? Yanında asası da vardı. Bembeyaz bir asa, ucunda nurtopu gibi parlayan bir ışık. Seslenmeye devam ettim.
‘’Önünü döner misin? Kimsin? Ne istiyorsun?”
Aramızdaki mesafeye rağmen birden uzun boyuyla önümde belirdi. Yüzü yoktu. Pelerinin şapkası yüzünü sarmış gibiydi ama yüzü yoktu. Bu da neydi? Korktum, gözlerimi açtım.
Olmayan kalbim hızlı hızlı atıyordu. Derken onu tanıdığımı hatırladım. O benim bekçimdi.
Pandemide hastalıktan nasibimi ben de almıştım. Evde kaldığım sürede, o zamanlar ruh ve meditasyon ilgimi çekiyordu, bir pdf bulmuştum. Ritüelle atalarınızla iletişim kurabiliyorsunuz. Yazar bunu yapan kabilelerde yaşamış ve kitapta nasıl yapılacağını anlatıyordu. İlerleyen süreçte yapamadığım ve beni kötü etkilediği için silmiştim kitabı. Ortamı oluşturup denerken birkaç kare görmüştüm. Tabi bana öncülük eden biri de olmalıydı. İşte, o zaman Bekçi’yi yaratmıştım. Belki de ben yaratmadım, öyle bir şey ya da varlık var ve tanıştık. Yollarımız ritüel denememden sonra ayrılmadı tabi. Kendimi yalnız hissettiğimde yanımdaydı. Bazen hayalimde köfte ekmek bile yiyorduk. Peki ne istiyordu şu an benden? Uzun zamandır da görüşmemiştik.
Gözlerimi kapattım.
-Bekçi, neler oluyor? Neden buradayız? Seni gördüğüme sevindim ayrıca. Korkmuştum burada olduğum için. Yani aslında yokum da. Nasıl oluyor?
-Sence neden buradayım?
-Aslında bir tahminim var. Onlar istedi değil mi? Atalarım.
-Doğru tahmin. Her zamanki gibi zekisin.
Sesli güldüm.
-Ya ne demezsin! Ne zekilik ama! O yüzden mi terk ediliyor ya da kandırılıyorum.
-Seninle zekilik ve saflığın farklı olduğunu konuşmuştuk.
-Evet, biliyorum da neyse ne yapacağız? Bir an önce odama dönmek istiyorum. Hem nasıl getirdin beni buraya?
-Odandasın zaten.
-Şaka mı yapıyorsun Bekçi? Her taraf karanlıktı.
-Ruhunun içindeyiz. Senin oda sandığın şey zihnin aslında. Şu an uyuyorsun.
-Rüyada mıyız?
–Hayır, rüya değil. Altıncı hissinin içi gibi de düşünebilirsin.
-Ben hiç miyim yani o zaman?
-Hiç de olabilirsin, Yaratıcı da. Bu sorunun cevabını sen söylersin yolculuğun sonunda.
-Ne yolculuğu?
-Zamanda yolculuk yapacağız.
-Nasıl yani?
-Sabırsız olmasana.
-Heyecanlandım bak işte. Eğlenceli olacak. Söylesene hangi…
O sırada asanın ucundaki ışık büyüyüp patladı.
FRIDA’NIN GÖZLERİNDEN RÜZGAR OLUŞUM
Bir yandan bekçiye bir yandan alçılar içinde yatağında resim yapmaya çalışan Frida’ya baktım. Ağzım açık kalmıştı. Başımı bir bekçiye bir Frida’ya çeviriyordum.
-Bekçi, Frida bu. Nasıl? Şey ben atalarımı göreceğim sanmıştım.
-O durağa daha var. Hem sen demiyor muydun: Reenkarnasyon varsa ya Frida Kahlo gibi acılarını sanata dönüştürmüş ya da Gangubai Kathiawadi gibi güçlü fahişe bir kadınımdır diye. Onları hissetmen için geldik buraya.
-Frida bizi duyabiliyor mu?
-Hayır, duysa da anlamaz. Dilimiz farklı ama iletişim kurabilirsin. Sevginin dili konuşmak değildir. Simyacı’daki Santiago nasıl rüzgara dönüştüyse sen de yapabilirsin istersen.
-İyi de o ruhsal güce sahip miyim ki? Hem korkuyorum yok olmaktan.
-Ben yanındayım.
-Peki, buraya kadar gelmişken deneyelim bakalım.
Frida’ya doğru yürümeye başladım. Her tarafı inceliyordum: oda, yapıyor olduğu aile tablosu, alçısı, duvarları, kendisi, kaşları, saçları… Bildiğim kadarıyla Frida babasından yana şanslıydı. Umarım farkındasındır bunun Frida. Bazen kiminin sahip olup normal olduğunu sandığı şey bir başkasının şükrü, bir öbürünün de keşkesi olabiliyor işte. Kimisinin babası onu destekler kimisi de benim gibi gelmeyeceğini bile bile babasının hayalini kurar. Umarım farkındasındır Frida, umarım. Öyle ki şaşırdım Diego’yu seçtiğin için de. Özellikle onun sana acı vermesine rağmen onunla olmaya devam ettiğine de. Çünkü sen babası olan taraftın. Böyle hataları benim gibilerin yapması normaldi oysa. İstemeden akan gözyaşlarımla bekçiye döndüm.
-Baban senin hatan değil Yıldız. Kimse kimsenin hatası değil. Herkes kendince doğru olanı yapar.
-Yanılıyorsun Bekçi. Terk etmek, ailesinden gördüğünü yaptığının farkında olamamak, insanlığa verilmiş olan beyne ihanet. Babam beni terk etti diye ben de mi çocuğumu terk edeyim? Babam annemi aldattı diye ben de mi aldatılayım? Kendince doğru olan demek…
-Kızmakta haklısın, peki ya baban olmayı denedin mi hiç? Babası da annesini aldatmış, annesi babası yüzünden ölmüş, evlatlığın ne olduğunu o da bilmiyor ki ebeveyn olabilsin.
-Bu onun birçok kez evlenmesini açıklamaz. Canım yanıyor. Hiçbir şey bunu geçiremez. Anlıyor musun? Karşı cinslerimle nasıl iletişim kurmalıyım bilmiyorum. Her samimi hareketi yanlış yorumluyorum. Neden? Babam doğruyu göstermediğinden.
-Hangi doğruyu?
-Bilmiyorum Bekçi gerçekten. Sadece ona kızgınım. Zaten o da bana kırgınmış hem de benim çocuk yaşıma. Neyse Frida’yı uyarmak istiyorum Diego konusunda.
-Ruhunla iletişim kurabilirsin.
Frida’ya döndüm tekrar. Yanına yaklaştım. Yüzünü incelemeye başladım. Belki karşıdan görünen kaşları çirkindi ama yakından her bir kılında güzellik, zarafet ve güç vardı. Gözlerine yöneldim. Her deseni inceliyordum, ruhumda özümsüyordum. Kalbim sızlamaya başladı. Onun zihnine giriyordum. Penceresi açık olmayan odada rüzgarın olması onu da ürkütmüştü. Tablosunu ve boyalarını yatağının kenarına koydu.
-Korkma Frida!
-Sen de kimsin?
-Ben senin ruhunun arkadaşı, gelecekten gelen başka bir ruhum.
-Neden geldin? Ne hakla odamda rüzgar oluşturdun?
-Dinle, ben seni korumak istiyorum. Diego’yla evleniyorsun. O seni aldatıyor, canını acıtıyor. Lütfen ondan uzak dur.
-Neden beni düşünüyorsun?
-Seni seviyorum, üzülmeni istemiyorum. Örnek aldığım, kendimi yakın hissettiğim nadir kişilerdensin. Özgür ruhlusun, güçlüsün. Üzülmeni istemiyorum. Şu an bile alçının içinde canının yandığını gözlerin söylüyor. İnan bana Diego canını daha çok acıtacak.
-Peki gelecekten gelen o ruh söyle bana: Birinin gelecekten gelip yapacağın hatalar için seni uyarmasını ister miydin?
-Şey, ben..
-İstemeyecek olduğunu ikimiz de biliyoruz. Deneyimlemeden tam anlamıyla öğrenemediğimizi sen de biliyorsun. Tüm bunlara rağmen ilerleyen zamanda keşke daha önceden biri beni uyarsın da diyebiliyoruz. Belki uyarmıştır belki uyarmamıştır. Yine de kafanın dikine gitmek isterse hiçbir şeyin özgür bir ruhu tutamayacağını biliyorsundur.
-Peki sadece seni sevdiğimi, yalnız olmadığını bil. İletişim kuramasak da ben yanındayım. Belki bir gün gelecekteki birileri de beni sever benim seni sevdiğim gibi Frida.
-Beni düşündüğün için sana ısındım. Artık benim dostumsun. Sağ ol.
Bekçinin yanına döndüm.
-Haklıydı Frida değil mi? Sen de onun gibisin. Bazen yanacağını bile bile ateşten atlıyorsun.
-Öyle, evet. Sence babam da mı yanacağını bile bile atladı.
-Sence bunu herkes yapmıyor mudur?
-Herkesin atladığı ateş farklı o zaman… Kiminin daha büyük kiminin daha küçük. Kiminin daha kuvvetli kiminin de daha cılız. Şimdi yolculuk nereye? Gangu’yu mu göreceğim yoksa onu canlandıran Alia Bhatt’ı mı?
-Bakalım nasılmış?
Işık patladı.
GANGUBAI OLDUM, HİNT DANSI EDİYORUM
3,2,1 kayıt… Gangubai’nin dansa girişi
-Hey Yıldız ne oluyor? Neden girmiyorsun?
Bu kadar da olamazdı oysa ki, Hint elbiseleri beni taşıyor, onlarla dans etmemi bekliyordu. Bekçi de olmayan yüzüyle sırıtıp karşıdan beni izliyordu. Onu şaşırtmalı, bu anın hakkını vermeliydim. Kendimi ana teslim edip girdim sahneye. Davulcunun ağzına parasını verdikten sonra elbisemi düzeltip başladım onlarca kadınla dans etmeye. Hu hu he ya Ganga Ganguabadi gibi bir şeyler diyordu şarkı işte.
Ne zaman kendimi kötü hissetsem bu dans sahnesini izlerim. Şimdi ise içindeyim. Dış ve iç, teorikle pratiğin farklı olması kadar farklıydı. İçte olmak birliği, tuhaf bir şekilde aidiyetliği hissettiriyordu.
Tuhaftı, hangi adımı atacağımı düşünmeden dans ediyordum. Hata yaparım diye korkmuyor, akışa kendimi teslim ediyordum. Dansın içinde sanki birlik ruhu vardı. Herkes birbirine bağlıydı. Ben gerçekten Gangubai gibi hissediyordum. Dansın sonuna doğru grubu terk edip bireysel dans etmeye başladım. Gülüyordum acı bir şekilde yaşadığım acılara karşı. Sonuçta herkes sevgilisi tarafından ünlü olmak vaadiyle kandırılıp kendini fuhuşun içinde bulabilirdi. Neresi tuhaftı ki bunun?
Herkes bana bakıyordu. Neden grubu terk edip bireysel dans etmeye başlamıştım? Nereden bilebilirlerdi ki yıllar sonra gerçekten sevdiğim adamı genç bir kız fuhuşa düşmesin diye evlendirmek zorunda olduğumu? Evet, bu acı, bu acı gerçekten komik. Davulcudan destek alıp bitirdim dansı.
Herkes bana bakıyordu. Sanki oyuncu Yıldız değil de Gangu vardı karşılarında.
İyi misin Yıldız diye sormaya başladılar. Bense bekçiye doğru yürüyordum.
Işık patladı.
ACI SEVGİYE DÖNÜŞEBİLİR
-Dans etmen seni de şaşırtmış olsa gerek.
-Evdeyken kendi halimde ilk kısmı yapabiliyordum ama evet bu kadarı beni de şaşırttı.
-Neler hissettin anlatmak ister misin?
-Keşke acılar olmasaydı.
-Emin misin? Acılar değil mi insanı olgunlaştıran?
-Acının sonunda mutluluk oluyorsa kabul edilebilir.
-Belki de biz mutluluğa fazla anlam yüklüyoruz. Acı ve mutluluk hissi yer değiştirmiş olsaydı acıyı isteyecektik bu sefer.
-Bekçi sarılabilir miyiz?
-Bana sarılmayı becerebilirsen neden olmasın?
Yokluğa sarılmayı denedim. Yani kendinize sarılırsınız da kollarınızın ortası boş kalır ya.. Ne beklediysem zaten en fazlası bu olurdu bekçiden.
-Bekçi şimdi anlıyorum acının insanı sevgiye dönüştürdüğünü. Frida ve Gangu sevdiği adamlar tarafından kullanıldı ve onlar acılarıyla ürettiler. O ürettikleri de sevgiye dönüştü. Frida resimler üretti. Gangu da Fahişelerin insan olduğunu hatırlattı. Kesinlikle aldatmayı normal bulmuyorum ama eğer fahişelik olacaksa sırf bedenimiz üzerinden para kazanmadığımız için kendimizi üstün görmemeliyiz. Hem Gangu sayesinde okumuş onlarca çocuk da var. Bir başkasına yardım etmekten daha anlamlı sevgi ne olabilir ki?
-Paylaşmak çoğaltır Yıldız. Sen de biliyorsun.
-O zaman neden kişisel gelişim bizim kendimizi tamamlamamızı istiyor. Paylaşmak ruhu tamamlayan bir şeyse neden kendimi tam anlamıyla tamamlamaya çalışıyorum? Varsayalım ki ben kendimi tamamladım. O zaman bir başkasına neden ihtiyacım olsun? Eğer her şeyi yapabilecek güçte olsaydı insanoğlu dünyada tek insan var olurdu.
-Güzel bir soru sordun. Bunun cevabı için başka bir zamana gitmemiz gerek.
Işık patladı.
İLHAN HOCAMA SARILIYORUM
SEVGİ HER YERDE
-Aa burası okulumun girişindeki park.
-Parkın girişinden gelene bak bakalım.
-Aaa bu benim. Bir dakika kimle konuşuyorum.
-Sence kimle konuşuyorsundur? Her gün kimle konuşurdun?
-İlhan hocamla mı?
Sessizleştik ve beni izlemeye başladık. Bazen günde 1 bazen 2 bazen 3 kez ama mutlaka her okul çıkışı konuşurduk. Neler yaşadığımı anlatırdım. Kafama takılan bir soru varsa ona sorardım. O da bana neler yaptığını anlatırdı.
Telefonla konuşan ben parkın küçük şelalesindeki köprüye kadar geldi. Şu soruyu sordu İlhan Hocasına:
Hocam sevgi emektir ya o zaman kendimiz için de emek harcamalıyız değil mi?
Telefonun ardından İlhan hocamın ne dediğini duyamadım ama neler dediğini anımsıyordum.
Gözyaşlarım yine akmaya başladı. Bekçiye baktım.
Kendimle iletişim kurmak istiyorum.
Otobüs durağındaki banka oturmuş otobüsün gelmesini bekleyen benin yanına gidip içine girdim. İç sesiydim artık.
İlhan hocam iyi ki var. Dediklerinde çok haklı. Kendime emek vermeliyim. İnsani ilişkilerimde de buna dikkat etmeliyim. Sevgi davranışlarda ve emekte gizlidir.
Bunları dedikten sonra bulutlara baktık. Gözlerinden sevgi olarak akmaya başladım bulutlara.
Bekçi de benim ardımdan bulutlara çıkmıştı.
-Kafam karıştı Bekçi. Sevgi, paylaşmak, tamamlanmak nasıl bir ilişki var yani? Anlatır mısın?
-Bence sen bana anlatabilirsin Yıldız.
-Ben insanın kendini yüzde yüz tamamlayacağına inanmıyorum. Öyle olsaydı karşıma çıkan kişinin bi sözünden bir davranışından etkilenip farklı düşünceler oluşturmazdım. Bence kendini tamamlamak birey olmayı anlamakla, hayatınla ilgili kararları alabilmekle ve sorumluluğu üstlenmekle alakalı. Kendimle ilk kahve içmeye çıktığım günü hatırlıyorum. Nasıl da keyif almıştım. Halbuki toplumdaki çoğunluğa göre tek başına bir şeyler yapmak saçmaydı. Halen de gezerim tek başıma. Eklercide çiğ köfte marul yemeyi kaç kişi başarmıştır ki? Şu an şu geldi aklıma. Nerede okumuştum hatırlamıyorum ama her canlı Yaratıcı’nın bir parçasını oluşturuyor. Başta kendim olmak üzere neden Yaratıcı’nın eserlerini sevmeyeyim ki? Belki de bu yüzden birini sevdiğimizde, ya da birine yardım edip içimizdeki sevgiyi artırdığımızda kendimizi tamamlanmış hissediyoruz.
-Her yerde O var yani.
-Evet, evet öyle. O yüzden bir bütünüz ya. Geçmiş, gelecek diye bir şey yok. Hepsi bütün sadece giriş ve çıkış saatlerimiz farklı. Bekçi bireysellik önemli bir konu yani sınırları çizebilmek ama düşünsene eğer yeryüzünde onlarca can varsa biz ancak hep birlikte tamamlanabiliriz. Şimdi anlıyorum paylaşmanın sevgiyi ve tamamlanmayı anlatmasını.
-Zekisin demiyorum boşuna sana.
-İlhan hocamı görmek istiyorum.
-Artık görebileceğini biliyorsun.
Gözlerimi açtım.
Olmayan kalbimin atışı daha çok hızlanmıştı. O gideli 6 ay olmuştu. Görmek, sarılmak, ağlamak, her zamanki gibi anlatmak istiyordum. Hazırım buna.
Gözlerimi kapattım.
Etrafıma baktım. Bekçi yoktu. Birden arkamdan bir ses geldi:
Naber kız?
Bu ses, onun sesiydi. Gözlerim yine durmuyordu. Arkamdaydı. Döndüm. Koştum ve sarıldım.
Hocam…
Biraz zaman geçti ve yok oldu.
Yerine bekçi gelmişti.
-İlhan hocam neden gitti?
-Gitmemiz gereken son bir yer kaldı.
Ellerimle gözlerimi silerken neresi diye sordum.
-Onlarla tanışacaksın.
-Atalarımla mı?
Işık patladı.
ATALARINI ÖZGÜR BIRAK!
Her yer neden dönüyor. Aa ben dönüyormuşum. Bir bu eksikti. Bir düz bir ters olan birileri vardı karşımda. Dönmesem de net görebilseydim ya sizi. Bekçiyi de görebilmiştim.
-Bekçi neden dönüyorum durdur beni. Atalarımla tanışmak istiyorum.
-Bekçi seninle konuşamaz dedi bir kadın sesi.
-Sen de kimsin? Neden konuşamıyormuş bekçi?
-Ben ebenin ebesiyim. Bekçi bizim kulumuz. Ona konuşmayı yasakladık.
Yani karşımdaki kişi annemin anneannesinin annesinin anneannenesiydi. O zaman annemin 6.üssü falan oluyor. Kafam karıştı.
Bir erkek sesi daha geldi.
-Sen bizim kilit noktamızsın.
-Ne demek istiyorsunuz? Siz de kimsiniz?
-Ben babanın büyükbabasıyım. Biz özgürlüğe kavuşturman gerekiyor. Her şeyin farkında olan tek aile üyemiz sensin. Kuşaklar boyunca aldatmalar, terk etmeler, kavgalar, sorunlar yaşandı. Bunlardan bizi sen arındırabilirsin.
-İyi de bu şekilde dönerek ne yapabilirim ki?
-Döndüğün çarktan kurtulursan biz de özgür kalırız.
-Bekçi neler diyorlar yardım et bana. Nasıl çözeyim kilitleri?
-Bekçi yardım edemez.
-Bekçi sen de mi terk ediyorsun beni?
-Bu şekilde sorunlar çıkararak kurtulamazsın çarktan. Çözüm üret Yıldız.
Hep birlikte koro şeklinde söylemeye devam ettiler:
Özgürlük istiyoruz Yıldız? Özgürlük istiyoruz Yıldız!
Üzerime karanlık bir şekilde geliyorlardı.
Neler yaşadıklarım gözlerimin önüne gelmeye başladı:
1.5 yaşında babam terk etmişti. Anneme annelik ve kocalık yapmıştım.
2.Kedilerle tanıştığımda 11 yaşındaydım. Onlar beni sevmişlerdi.
3.Bir ay elektrik ve su olmadan ders çalışmış neticesinde 11 yaşımda altıncı sınıfa giderken sınıf birincisi olmuştum.
4.Annem defalarca varken terk etmişti başka adamlar yüzünden beni. Yıllarca devam etti bu.
5.Lisede okul birincisi olmuştum. Babamı da son kez o zaman görmüştüm. O kadar soğuktu ki.. Sanki annesinin adını koyduğu bir kızı değildim. Yabancıydık. Sonra da görüşmeme kararı aldım.
6.Kiloluydum kendimi bildim bileli. Zayıf beni bilmiyordum. Ama toplumun algısı yani içine annem, arkadaşlarım, bazen de hocalarım giriyor. Sağlığımı benden nedense daha fazla düşünüyorlardı. Nedense her yıl daha da kilo alıyordum onlar için.
Makyajı sevmiyor oluşum annem için biraz sorundu. Evet ben biraz hatta baya erkek gibi büyümüştüm. Üniversiteye geçince fark edebilmiştim kendimi. Aslında ben mutluydum, fark etmem beni kendime takıntılı yapmıştı. Bir şeyleri yarım bırakıyordum: Spor salonu, yüz bakımı… Neden tamamladığım bir şeylerim olmuyordu. Bu da başka bir sorundu. Başkalarının gözü önünde olmak, bir başkasının yüzüme dokunmasının hoşuma gitmeyişi benim suçum değildi. Bir şeyi severdin ya da sevmezdin işte.
Nedense dişil enerjiyi makyajla ve güzellikle eşleştiriyorlardı. O zaman ben hep eril enerjide mi olacaktım? Komik. Makyajı değil de şapkayı seçişim, güzelliği değil de temizliği seçişim evet bunlar doğruydu benim için. Bir bıraksalar beni aslında ruhum uçmaya hazır da… Kim tutuyor ruhumu? Toplum mu? Yakınlarım mı? Atalarım mı? Hayır ben kendim tutuyorum kendimi. Ben sorun ediyorum başkalarını. Bir başkasının ne dediğini kendi içimde yorumlayıp istemediğim şeyleri ben hissediyorum. Aslında Bekçi de benim atalarım da.
Ben kimim? Ben benim işte. Korkuyu seven o kişiyim, denemeyi seven deneyip sürekli silen o kişiyim, şapkayı seven o kişiyim, belki ileride makyajı da sevecek o kişiyim, kilolu o kişiyim, kedi anası o kişiyim, İlhan hocasının aslan torunu olan o kişiyim, Frida’nın ruhuyla konuşan o kişiyim, Gangu’nun dansına eşlik eden o kişiyim, bulutların üzerinde oturup Yaratıcı’yı anlayan o kişiyim… Ben her şeyim. Ben Yaratıcı’nın bir parçasıyım. Bazen hiçim de aynı zamanda. Bazen de aşkla, umutla dolu olan o kişiyim. Ben benim işte.
Ben babasının terk ettiği o kız değilim, aldatılma enerjisini taşıyan o kız değilim, ben annesinin kocası olmaya çalışan o kız değilim, ben dostları tarafından hayal kırıklığına uğratılan o kişi değilim, ben başarısızlıklarıyla üzülen o kişi değilim, ben karşı cinsten sürekli ilgi bekleyerek kendisi olmaktan vazgeçen o kişi değilim, ben istenmediğini düşünüp konuşmaya çekinen o kız değilim…
Sizi özgür bırakıyorum. Ben kendi özgürlüğümü kendim yaratmak istiyorum.
…
Gözlerimi açtım.
VEDA VAKTİ
Ne hissediyordum?
Hayatta her şey olabilir gülüm, cümlesini hissediyordum.
Lütfen kendine sahip çık sonra da başkalarına şifa ol cümlesini hissediyordum
Bir de bunları hissederken sonsuzlukta kayboluyordum.
Sona gelmiştik. Bekçiyle vedalaşma zamanı gelmişti.
Gözlerimi kapattım.
-İyi iş çıkardın Yıldız.
-Bekçi ne hissettiğimi, düşündüğümü anlatamam sana. Sadece sessizlikle anlatabilirim.
-Biliyorum.
-Yoruldum. Ve teşekkür ederim sana da. İlhan hocama sarıldım. Frida’yla konuştum, dans ettim, bulutlara çıktık ve beni ebemin ebesiyle tanıştırdın. Bekçi peki senin yüzün olsa nasıl olurdu?
-Death Note’daki Ryuk olabilirdim.
Sesli güldüm.
-Seni besleyecek elmam olmayabilir bana anca yetiyor. Neyse yüzsüz de güzelsin Bekçim.
-Bundan sonra ne olacak peki?
-Yıldız bence anmalısın. Yani İlhan hocanı da atalarını da onları temsil eden birer bitki alıp anmalısın.
-Bir de Hataydan gelen kedimin ailesi için değil mi?
-Evet onun için de.
-Yıldız kendi hikayeni yazıyordun zaten ama artık daha çok sahip çıkmalısın biliyorsun bunu. Ve yalnız olduğunu düşünme. Yaratıcı yanında zaten, o senin içinde. Ben de her hayalinde olurum. Sen, ben ve Yaratıcı. En az üç kişi ya da varlığız. Yalnız değilsin. Hem kitaplardaki dostların da seninle unutma.
-Biliyorum sağ ol Bekçi. Son kez sarılalım.
Hiçliğe sarılırken bu sefer gerçekten açtım gözlerimi.
Sevgili Yalak isminin hakkını vererek burnumu yalıyordu.
Günaydın çocuklar.