Bir yerlerde bir ses var. Barışın sesi. Derinlerde, çok derinlerde ruha bir bûse kondurmak isteyen ses. Daha önce hiç duyulmadı dünya denilen küçük kürede. Ne hissedildi ne de istenildi. Hoş, çağırılsaydı gelirdi elbet. Gelseydi ne olurdu acep? Çocuklar ölmezdi hayalleriyle birlikte, koca mermilerle. Kimse kimsenin toprağına çökmezdi alacaklı gibi. Ne vuran olurdu ne vurulan. İstemezler ki öyle dünya! Ne de olsa büyük balık küçük balığı yer. Tarih kitabında öyle yazar. Peh! Olsa da dili, anlatsa koca dağlar, içindeki barış hasretini. Kayanın altındaki karınca, ölüme giden mülteci, gökyüzündeki güvercin… anlatsa savaş denilen illetin ellerden çıkmayan lekesini. Barış istiyorum, sadece barış. Unut içindeki kini ve barış. Önce seninle tanış. Başkasıyla değil, kendinle yarış. Ölmesin hiçbir çocuk, ölmesin ruhundaki çocuk. Savaş ve barış değil. Sadece barış!
Hissediyorum, er ya da geç gelecek umduğum zaman, her şey olmaz mıydı ki umduğum zaman? Ömrüm yetmese de işitmeyi o sesi, birileri duyunca, ulaştırsın mezar taşıma, haberi. O kadar kısa sürmez deme yirmili yaşlarındaki bana. Kıyamet kopunca gelecek olsa da barış, yetiştirin dünyanın sonu olmadan kulaklarıma. Ben de diyeyim ki dünya bitmeden geldi işte barış! Artık çocuklar ruhsuz kalmayacak savaşın içinde, bir hayalleri olsa da, kalacak. Zaman tam orada duracak! Çocuklar uçurtmalarını alacak, zeytindalının güvercinine uçuracak. Takılmayacak ağaca o uçurtmalar, kimse çocukları da oyuncaklarını da avlamayacak. Duydunuz beni, kopmadan kıyamet, çocukları özgür et.
F.N.M
…
Fotoğraflar şahsıma aittir.
Zenit12ca
FujicolorC200