ZELİHA
I.
Anadolu’nun orta yerindeydi. Bin yıllardır kimi medeniyetlere baş şehirlik yapmış, kimi büyük savaşlara mekân olmuş bu şehrin sokaklarında, parklarında, alışveriş merkezlerinde ve okullarında dolaşıyordu. Dünyanın en büyük devletlerinin en önemli kentlerinden biriydi burası. Frigler’in başkenti, Osmanlı’nın kıymetlisi, genç Cumhuriyet’in başkenti. İskender Gordion düğümünü burada çözdü. Timur filleri ile burada yendi Yıldırım Bayezıt’ı. Kaç kral, kaç padişah, kaç Cumhurbaşkanı, başbakan ayak bastı bu şehrin sokaklarına. Anadolu’nun bu kadim şehrine yine Anadolu’nun tarihi derinliklerinin saklı olduğu, güneş altında bozkırı altın, ırmağı gümüş rengindeki bir başka şehri, sultan şehrinden geldi. Bu kadim coğrafyanın her kırsalında doğan her çocuğu gibi çobanlık yaptı, tekerleri gıcırdayan kağnıları ile ot biriktirdi harmana. Çoğu Anadolu insanının kaderi gibi, doğduğu yerde doyamamıştı.
Zaman onu işlek bir caddesinin kenarında, kadim coğrafyanın genç kızlarının hayata hazırlandıkları bir eğitim yuvasına getirmiş, idari işlerin görüldüğü dört duvar arasında oturuyordu.
Gelenler, gidenler… devletin kendisine verdiği işleri görüyordu. Zaman akıp gidiyordu ve mesai sahibi olarak devlete sattığı zamanının bu günkü kısmının sonuna gelmişti.
II
Okuldan çıktı ve İvedik Caddesi üzerinde araç trafiğinin tersi yönünde Yahyalar’a doğru yürümeye başladı. Körler okulu, Mustafa Kemal Lisesi, Meslek Lisesi, binası yarı yıkılmış Halide Edip Lisesi’ni geçti.
Yürüyüşü ile Demet 1. Caddeye kadar geldi. Her zamanki gibi Demet trafiği yoğundu. Dört şeritli yolun üç şeridinde araçlar yan yana park etmişlerdi. Tek şeritten trafik ağır aksak akıyordu. Herhalde Ankara’nın başka hiçbir yerinde üç şerit yan yana araç park edilmez. Çok yoğun bir trafiği olur Demet’in. Sadece araç trafiği değil, yaya trafiği de çok yoğun olur. Karşılıklı iki kaldırımda da insan trafiği oldukça yoğun akar; her türlü şeyin bulunduğu Demet’te, Ankara’daki herkesin mutlaka ya bir işi vardır ya da bir tanıdığı vardır. Hemen herkes herhangi bir şey için yaşantısının bir döneminde mutlaka buradan geçer. Bu sebeple her an kalabalıktır, her an herkes kendisini bir sebeple orada bulabilir. Ve her türlü insanı bulmak mümkün; yaşlısından gencine, içeni, eroincisi, balicisi ve olabildiğince düzgün davranışlısına kadar herkes oradan geçer bir yerlere varmaya çalışır. Orada kazasız belasız araç kullanan bir sürücü artık her yerde araç kullanabilir. Koca koca apartmanları var, büyük kısmı tapusuz, iskansız. Ankara’nın ortasında kalmasına rağmen ucuzdur evleri. Bu ucuzluktan kaynaklı da öncelikle Anadolu’nun fakir insanlarının ve dahi her türlü insanın geçiş ve yaşayış noktasıydı.
Demet Anadolu dese yeri midir? Her türlü insanı barındırıyor sokakları, dükkanları. Oturmayı istemedi hiç o bölgede. Nedense, öğrencilerinden kaynaklı olabilir, korktu genelde oradaki insanlardan. Doğru bir algı olmayabilirdi ama iyisi kadar hırsızı, arsızı da var o bölgenin; o yüzden iten bir tarafı da oldu. Ancak, bütün bu iticiliğine rağmen çekiciliği de oldu. Yürürken insanları incelemek, dükkânları incelemek, yolun nasıl bittiğini anlamak, anlayamamak karmaşasını hep yaşardı. Ankara’nın sıradan bir semti olan Demet’in güçsüz insanlara bağrını açması, onların yaşam alanı olması mütevaziliğinin insanların yaşamına yansımasıydı.
Demet’te yürürken, kaldırımda broşür dağıtırken gördü Zeliha’yı. Ona görünmeli miydi, görünmemeli miydi? O görünmezse, Zeliha görse bile görmemiş gibi davranırdı nasılsa. Bir an durdu ve düşündü. İçi acıdı. Kötü bir şey yapmıyordu ama öğrencisinin yeri okul değil miydi? Okula gelmemişti o günkü yoklamalardan da gördüğü kadarı ile. 30 gün devamsızlık sınırını aşmıştı ve artık sınıfta kalmıştı. Daha Lise 1. sınıftaydı.
Yanına yaklaştı, onu gördü, “A hocam” dedi ve elindeki broşürlere baktı. Zeliha’ya “Ne yapıyorsun burada, neden okula gelmiyorsun” diye sordu. “Artık gelmeme gerek yok, sınıfta kaldım” diye cevap verdi. Doğru, artık sınıfta kalmıştı; yönetmelik öyle söylüyordu. On gün mazeretsiz ve yirmi gün mazeretli devamsızlıkla beraber otuz günü aşarsa devamsızlık, çözümü yoktu meselenin. Peki bu kadar devamsızlığı bir öğrenci neden yapar ki? Ne mazereti olabilir bu kadar devamsızlık için? Boyca büyümüş ama akılca hala çocuk bu, diye düşündü. Peki neden kaldırımlarda? Broşürleri dağıtmasında, para kazanmasında olumsuz bir durum yok ama onun yeri okulu değil miydi? Ama bu yaşta neden para kazanma ihtiyacı duyuyordu? Okuluna gelmesi gereken bu kızı neden kaldırımlarda para kazanmanın peşindeydi. Baktı, onun yanında duruşu, onunla konuşması, etrafta onun gibi broşür dağıtanların dikkatini çekti ve yanlarına gelmeye başladılar. Onu “Hocam” diye tanıştırdı arkadaşlarına. O da daha fazla kalmamın uygun olmayacağını düşünerek ona, “Yarın okul saati okula gel ve direkt derslerine gir, ardından teneffüslerden birinde yanıma gel” dedi Zeliha, “Tamam hocam, geleceğim” diye cevap verdi ve yanlarından ayrıldı.
Demet’te yürümeye devam etti. Gelir miydi gerçekten okula, pek de düşünmeden “Tamam, gelirim” demişti. Ona içten “Gelirim” demiş gibi geldi. “Gelir dedi, gelecek”. Yaklaşık üç kilometre yürümüştü. Bahar mevsiminin son ayıydı ve artık havalar ısınmaya başlamıştı. Eve kadar yürüyebilir miydi, yaklaşık iki kilometre daha yürümesi gerekiyordu. Yorulduğunu hissediyordu artık. Ya dolmuşa binip iki durak gidecekti ya da yolu yürüyecek ve ter içinde eve varacaktı. Ama yürümek daha iyi geliyordu, kendi kendine konuşuyor, kararlar alıyordu. Bu mevsimlerde harika oluyordu havası Ankara’nın. Kafası daha iyi çalışıyordu yürürken, birçok kararı yürürken alıyordu. Sanki normal zamanlarda çalışmayan bölgeleri çalışıyormuş gibi geliyor kafanın. Uzatmasın artık, yürümek iyi geliyordu işte.
III
Sabah okula geldiğinde karşısında öğrenci kıyafeti içinde Zeliha’yı gördü. “Günaydın hocam.” “Günaydın kızım, hoş geldin. Şimdi geç kalmadan dersine gir ve ardından yanıma gel,” dedi. Odasına doğru yürüdü. Geçmiş yılları düşündü. Halide Edip Lisesi’ndeyken, akademik başarısı düşük çocukların velileri ile konuşurdu ve onları meslek liselerine götürmelerinin daha sağlıklı olacağını söylerdi velilere. Ya da öğrencilere kızdığında, başarı durumları da olumlu değilse; “burada ne yapıyorsunuz, okuyamazsınız burada, yeriniz meslek lisesi, oraya gidin” diye çıkışırdı. İşte o meslek liselerinden birindeydi şimdi ve öğrencileri gönderdiği bu yerden başka gönderebileceği bir yer yoktu eğitim sisteminde. “Yapılacak olan, çocukları burada tutmaktı. Eğer sert davranırsak, zaten akademik başarı konusunda sıkıntılı olan bu çocuklar sokağa, kaldırımlara kaçarlar. Bu da okulun işlevini yerine getirememesi demektir. O halde yapması gereken bir öğretmen olarak öğrenciyi önce okulda tutmaktı. Ya da çocuk buradan sonra açık öğretimde devam edecekti eğitimine, işte bu durumda yine sokaktaydı çocuk. O halde, Halide Edip Lisesi’ndeki gibi davranamazdı. “Öğrencinin başarısı ne kadar düşük olursa olsun, öğrenci ne kadar olumsuz davranışlar geliştirirse geliştirsin, önemli olan onu okulda tutabilmekti. Çünkü, ancak okulda olursa ona müdahale edebilir, ancak okulda olursa onunla iletişim kurabilirdi. Ve görevleri onların hayatlarına dokunmak değil mi” diye düşündü.
Odasına oturdu, güneş fena sarmıştı odayı. En sıcak odasıydı şimdiye kadarki odaları arasında. Hemen terliyordu ve ter de onu sinirlendiriyordu. Teneffüs zili çaldı. Beklediği an geldi. Zeliha açık olan kapıdan içeri girdi, gülen yüzü ile. Belli ki onunla ilgilenmiş olması, ona “okula gel” demesi onu sevindirmiş ve kendisini farklı hissetmişti. “Hocam, kimya hocamla konuştum beni sınava alacak, diğerleri ile de konuşacağım.” “Tamam, güzel, diğer hocalarınla da konuş, ben de konuşurum ihtiyaç olursa. Notlarını tamamla, sınıfı geçmeyi not açısından hak et. Devamsızlık ile ilgili bakanlığın bir çalışması var, umarım sınıfını böylece geçersin. Ama bak, şu an devamsızlıktan kalmış durumdasın, bunu bilerek hareket et ve buna rağmen okula devam et.” “Tamam hocam.”
Zeliha’yı okulda görmek kendisini iyi hissetmesini sağladı. Neden? Çünkü, Zeliha okula gelmezse gideceği yer belliydi. Kaldırımlarda broşür dağıtacak, olmadı Caferlerde garsonluk yapacak, bu arada birileri ondan faydalanmaya çalışacak ve hayata daha başlamadan zorluklarını yaşayacak. Ancak, onun okulda oluşu bütün bu tehlikeleri ortadan kaldıracaktı, hayatını da daha nitelikli yaşamasını sağlayacaktı. Onu, bütün bu olası durumlardan koparıp alması sevindiriyordu. Sonuçta meslek lisesi öğrencilerinin durumunu anlamış olmak, onlara göre davranış geliştirebilmek de kendisi için de önemliydi ve bunu görüyor olmak onu sevindiriyordu.
Zeliha derslerine girdi, bütün öğretmenleri ile diyalog kurdu ve kaçırmış olduğu bütün sınavlarına tamamladı. Her bir öğretmeni ile, kimseye hiç ihtiyaç duymadan diyaloğunu kurdu. Herhangi bir öğretmeninin kendisini sınava almamazlık ettiğinden bahsetmedi. Zaten öğretmenler de bu konuda pozitif davranış eğilimindeydiler. Onlar da öğrencinin okula gelmiş olmasına sevinmekteydiler. Bu, olumluydu. Ve öğretmenlerin bu davranışı beklediğimden de olumlu seyrediyordu. Birkaç gün sonra Zeliha’ya “durum nedir” diye sorduğumda, “her şey yolunda, bütün derslerimden geçiyorum” cevabını aldığında, onun kadar o da sevindi ama Zeliha ona “Sınıfımı geçeceğim değil mi hocam” diye soruyordu. Nitekim karnelere kadar Zeliha’nın devamsızlığı giderek arttı ve tamir edilemez noktaya geldi.
Zaman, durdurulması mümkün olmayan en önemli gerçeklerimizden biridir. Günler geçti ve karneleri hazırlandı. Sınıf öğretmenleri, öğrencilerine karneleri dağıttılar. Zeliha da heyecanlıydı, karnesini öğretmeninden alacaktı. Koridorlardan geçerken, arada kendisine de göz attığını hissediyordu.
Zeliha karnesini sınıf öğretmeninden aldıktan sonra yanına geldi, “Kaldım” dedi. “Biliyorum” dedi. “Geçeceğimi düşünmüştüm.” “Geçtin ama devamsızlıklar çok.”
“Bir şey yapamaz mısınız, siz o kadar hevesle beni çağırdığınızda, bir çözüm yolu varmış gibi geldi bana, siz çözersiniz, diye düşündüm.”
“Maalesef çözemiyorum, başka arkadaşların da var aynı durumda, yönetmelikler izin vermiyor, bana bağlı olsa keşke, bu mümkün olsaydı, yönetmelikleri aşabilseydim, sorun diye bir şey kalmazdı ortada. Ama devletin koyduğu yönetmeliklere uymak benim görevlerimden biri aynı zamanda. Senin okula gelmeni istedim, çünkü kaldırımda broşür dağıtmanı istemiyordum. Çünkü, okulun senin için güvenli bir ortam olduğunu düşündüm. Çünkü, bakanlığın devamsızlık ile ilgili çalışmalarının olduğunu biliyordum ve devamsızlıkları dersleri geçen öğrenciler açısından görmemezlikten geleceklerini düşünüyordum. Çünkü, derslerini geçebileceğini hem bilmeni hem de görmek istedim. Çünkü, okula devam edemesen bile burada geçeceğin derslerin sana açıköğretimde bile faydalı olacağını, zaman kazandıracağını düşündüm. Çünkü, yarın okula gelemesen bile, ben derslerden kalmadım, devamsızlıktan kaldım diyebilmeni istedim. Çünkü, isteyince yapabileceğini görmeni istedim. Çünkü, kavga etmeden de kendini ispat edebileceğini görmeni istedim.”
“Ama sınıfta kaldım hocam.”
“Maalesef sınıfta kaldın.”
“Peki ben şimdi ne yapacağım? Gelecek sene benden küçük çocuklarla mı okuyacağım? Bunu kabul edemem. Hem sonra ben aynı sınıfı okumam gerektiğini düşünmüyorum. Gördünüz işte kendi gözlerinizle gördünüz, ben derslere devam etmediğim halde sınavlarımı verdim. Üstelik iki yabancı dil biliyorum. Çünkü yurt dışında kaldım. Ve üstelik benim yerim bu okul değil, bu okulda olmama bakmayın, ben zeki bir öğrenciyim. Benim kalmamam gerekiyor. Söyledim size, Siz beni çağırdınız ve ben sınıfımı geçeceğimi düşündüm. Bu bilgisayarlar, okul sistemleri sizin elinizde, şifreleri sizde, siz isteseniz geçmiş olurdum ben. Ama siz hem beni çağırdınız, hem de şimdi kaldın, yapacak bir şey yok diyorsunuz. Sonra bana yönetmelikler böyle diyorsunuz, peki sizce ben kaldım mı gerçekten? Geçen şu şu arkadaşlarım gerçekten geçtiler mi ki ben kalmış oluyorum. Gelsinler o arkadaşlarım, bizi her dersten sınav yapın, bakalım kim geçecek, ama siz bana verdiğiniz karnede kaldın, diyorsunuz. Sizin bu yönetmelikleriniz benim ne yaşadığımı biliyorlar mı? Beni babam terk etti, annemi terk etti, yıllarca beni yurt dışında annemden uzakta tuttular, zorla buraya annemin yanına geldim, neden biliyor musunuz, annem kanser olduğu için ve ona bakan kimse olmadığı için geldim. Peki neden bu okuldayım biliyor musunuz? Yurt dışında büyüdüğüm için ve Türkçe sorulara tam anlayıp cevaplayamadığım için. Oysa benim bu okulda olmamam gerekiyordu, bir Anadolu lisesinde olmam gerekiyordu. Bana devamsızlıktan kaldığımı söylüyorsunuz, ben ne yapabilirdim. Size daha önce söyledim, ben çalışmak zorundayım anneme bakmak için, çünkü annem hasta ve hiç bir gelirimiz yok. Evi ben geçindirmek, kirayı ben ödemek zorundayım. Sabahları on dakika geç kalsam öğretmenlerim beni yok yazıyorlardı ve siz o on dakikalık geç işlemini yarım gün diye işliyordunuz. Şimdi kaldığımı ne kadar rahat söylüyorsunuz. Oysa bu benim hayatımı ne kadar etkileyecek biliyor musunuz? Annem hasta diye söyledim size, ona bakmak zorunluluğumdan kaynaklı çeşitli işlerde çalıştım. Bir cafede çalıştım, okuldan çıktıktan sonra oraya gidiyordum ve gece on bire kadar orada çalışıyordum. Sabah altıda yine oradaydım ve sekizde de okula geliyordum. Başaramadım işte, başa çıkamadım, mücadele ettim ama olmadı. Şimdi söyler misiniz bana, sizin bu yönetmeliğinizde benim gibi çocuklar için bir çözüm var mı? Benim mazeretlerim geçersiz mazeretler mi sizin yönetmeliğinize göre. Benim halim bu hocam, sizin yönetmeliğiniz halden anlamaz mı? Ben ne yapayım şimdi, bana bir yol gösterin, ne güzel her şeyden vazgeçmiştim, beni heveslendirdiniz ve ben de gereğini yaptım, şimdi diyorsunuz ki yönetmelik böyle. Sizce benim durumuma uyuyor mu sizin yönetmeliğiniz.”
Konuşması giderek heyecanını arttırdı ve Zeliha elindeki çantasını yere fırlatıp, koltuğun üstüne çöktü, iki elini birbirine kenetledi önce, sonra yüzüne götürdü ve hıçkırıklar arasında göz yaşlarına boğuldu.
“Sakin ol kızım. Tekrarı var bu işin, her şey bitmiş değil.”
“Tekrar mı? Bu sınıfı bir daha okumam ben. Bırakır giderim. Anneme bakmam gerekiyor, annem hasta diyorum size.”
“Sakin davranırsan iyi olur, zaman geçsin tekrar konuşuruz ve daha mantıklı davranışlar geliştiririz. Şimdilik bunu kabul etmekten başka çaremiz yok. Yönetmelikleri aşamayız, sonuçta bizim görevimiz bu yönetmelikleri uygulamak. Seni anlıyorum ama ne yapabilirim diye düşündüğümde de çözüm bulamıyorum. Senin gibi yirmi öğrenci var devamsızlıktan kalmış olan, sana ne oluyorsa onlara da aynı şey oluyor, onlara ne oluyorsa sana da aynı şey oluyor. Sonuçta bunu yaşayan tek insan sen değilsin. Hanginize ayrıcalık tanıyabilirim ki?”
“Ben keyfimden gelmemezlik yapmadım ki, sizin bana emsal gösterdiğiniz diğer çocuklar keyiflerinden, okuldan kaçtılar, sokaklarda dolaşıp okula gelmediler. Ama ben öyle yapmadım, bana farklı uygulama yapılması gerektiğini düşünüyorum.”
Zeliha ağlarken düşünmeye başladı. “Ne yapabilirim, Zeliha haklı mı düşüncelerinde, her koşulda devam etmesi mi gerekiyordu, derslerini geçmişti, eğer açıköğretimde olsaydı şimdi geçmiş olacaktı bir üst sınıfa. Şimdi önemli olan nedir, ne yapmam gerekiyor. Yönetmelik gayet net, Zeliha sınıfta kalıyor, diğer öğrencilerden de var sınıfta kalanlar. Adalet denen kavram nasıl tesis edilebilir? Zeliha’nın devamsızlıklarını görmezlikten gelsem adalet tesis edilmiş olur mu? Diğer çocuklar ne olacaklar, onlar için de aynı uygulamayı yapmak gerekmiyor mu o durumda. Bu yaştaki bir çocuğun bu kadar hırpalanması, hem çalışması hem okula gelmeye çalışması, derslerden de geçer not almış olması, annenin durumu, onun ortaya koyduğu müthiş bilinç. Her türlü durumu hak ediyor ve desteklenmesi gerekiyor bu çocuğun. Güzel, Zeliha açısından adalet tesis edilmiş olabilir belki ama gerçekten adilane bir tutum olur mu diğer öğrenciler de düşünüldüğünde. Ya devamsızlıktan kalan diğer çocuklar? Onların her birinin problemlerini biliyor muyum? Onlar problemlerini anlatsalar, nasıl bir tablo çıkar ortaya acaba? Eğer bir şey yapacaksam, bütün öğrenciler için yapmalıyım.”
“Peki, bütün öğrenciler için yaptığım şey adaleti sağlayacak mı? Başka okullardaki öğrenciler, başka okullarda aynı durumda kalan ve problemleri çözülmeyen öğrenciler ne olacaklar,” sorusu ile devam etti kendisini sorgulamaya.
“Peki, en önemlisi, benim bu yönetmeliği uygulamama hakkım var mı? Devletin yürürlüğe koyduğu bu yönetmeliği kafama göre aşındırma, işlevsiz hale getirme hakkım var mı? Öğrencileri her durumda geçirmek için mi buradayım yoksa, adil olmak için mi buradayım? Sonra, bu iş içinde kendimi de düşünmem, Zeliha’yı düşündüğüm kadar çocuklarımı da düşünmem gerekmez mi? Yönetmeliği uygulamak görevim olduğu halde, uygulamazsam görevimi kötüye kullanmış olacağım ve tespitinde işimden olma olasılığı, dolayısı ile çocuklarımın geleceğinin tehlikeye girme olasılığı da var,” kaygıları ile koridora çıktı.
“Duygusal davranmayıp geniş düşündüğümde yönetmelik gerektiği gibi uygulandığında adalet sağlanmış olacaktı. Zeliha’nın özel durumu var evet, Zeliha haklı da ama bu da bir mücadeledir işte, okula yeterince devam edememiş, demek ki devam etmesi gerekiyor. O halde, Zeliha seneye devam edecektir. Bu çözüm yolu, uygulanacaktır, uygulanmalıdır. Belki Zeliha’yı bir yıl daha uğraştıracaktır ama bu bana da zarar vermeyen bir yöntem, Zeliha’ya da diğer çocuklara da zarar vermeyen bir yöntem. Üstelik devletin kurduğu sisteme de zarar vermeyen bir yöntem olmuş olacak. Çünkü, bir devlet kanunları uygulanabildiği ölçüde güçlü bir devlettir. Kanunları bir kez bile uygulanmıyorsa o devlet güç duruma düşmüş demektir. Benim uygulamalarımda bu olmamalıdır” diye kendi kendisine düşünerek tekrar odasında oturan Zeliha’nın yanına döndü.
Zeliha ağlamayı bıraktı, “beni anlamaya başladı galiba” diye düşündü. Ayağa kalktı, “hoşça kalın hocam” diyerek odadan çıktı ve gitti. “Seneye her şey daha iyi olacak” dedi Zeliha’ya. Bir kelime daha etmedi ve arkasına da bakmadan hızlıca çıkıp gitti.
“Doğruyu mu yaptım acaba, doğru hangisidir bu durumda. Bir kararımız ile kaç insanın hayatını etkiliyoruz. Üstelik, herkes aynı duyarlılıkta davranmıyor, mevkidaşlarınız aynı yönetmelikleri aynı duyarlılıkla uygulamayabiliyorlar. O zaman gerçekte adalet sağlanamamış oluyor aslında. Zeliha eğer benim sorumluluğumda olan bir öğrenci olmasaydı, bir başka kişi ilgilenseydi onunla belki de bu devamsızlıklara rağmen geçmiş olacaktı sınıfını. Ama bana düşen benden bekleneni yapmaktır. Düşündüm. Doğru mu düşündüm. Kendime sorular sordum, neye dayanarak, neye dayanarak tavır koyacağım. Ya da fazla mı takılıyorum yönetmeliklere. Sahi, Zeliha’nın durumu yönetmeliklerde yazmıyordu. Bu durumda yönetici gibi mi davranmam gerekiyordu yoksa inisiyatif mi almam gerekiyordu?” Düşündü. Cevabını bulabildi mi? Bulamadı. Yönetmeliği hazırlayanların da bir bildiği vardır dedi kendi kendine. Odasında onu bekleyen diğer işlerle ilgilenmeye başladı.
Akşam oldu, okuldan çıktı. Trafiğin tersi yönde İvedik caddesi üzerinde Yahyalar’a doğru yine yürümeye başladı. Demet’e geldi. Kaldırımlar yoğun, trafik tek şeritten akıyordu. Hava sıcak, hafiften rüzgar esseydi. Kaldırıma baktı. Zeliha yoktu.
IV
Yeni eğitim yılı başladığında, öğrencilerin arasında Zeliha’yı gördü. Kırgın davranışlar sergiliyordu. Ona bakmıyordu. Daha çok kendisiyle ilgiliydi. Onu sınıfta bırakan idareci ile pek de ilgilenmiyordu. Ama o Zeliha’nın hangi sınıfta olduğuna, devam edip etmediğine, öğretmenleri ile ve arkadaşları ile ilişkilerin takip etti. Artık başka bir idarecinin ilgilenmesi gereken öğrenciydi.
Yazık ki, aynı davranışlarına devam etti Zeliha. Öğrenciler arasında kavgalara karıştı, derslerini dinlemedi, öğretmenlerine sürekli karşı geldi, onu gördüğü yerde konuşmamak için, tanımıyormuş gibi kaçtı, devamsızlık yaptı. İdarecisi onun kadar sabır göstermedi. Bir gün okul çıkışında Zeliha’yı ağlarken gördü. Yanına gitti, neden ağladığını sordu. Zeliha cevap vermedi. O da İvedik’ten Demet’e doğru yürümeye başladı.
Sonraki günlerde Zeliha’nın okulu yeniden terk ettiğini ve mazeretsiz devamsızlığını tükettiğini, rapor alamadığını öğrendi. İçinde bir şeyler kırıldı, gitti. “Kurtaramadım Zeliha’yı. Okulda tutamadım. Yönetmelikleri dinlemeseydim ve devamsızlığını yok sayıp, risk alsaydım da Zeliha gider miydi? Olacağı bilmek mümkün değil ama… giderdi,” diye cevapladı kendi kendisine sorduğu soruyu.
Harika bir rüzgâr esiyordu. Güz mevsiminin güzel renkleri, sokaklarda yerlere serilmiş yapraklar, Ankara’nın Anadolu kokan kuru havası. Sahi, bulunduğu okullar, yaptığı işler, harika Anadolu coğrafyasının insanlarına dokunabilmesini sağlayabiliyor muydu? İş buna uygundu ama ya kendisi buna uygun muydu, bunu başarabiliyor muydu?
Demet’in sakinleri sokaklara dökülmüşlerdi, Zeliha yoktu. Onu okulda tutamamıştı.