Zamanı Yaşamaktan Çok, Unutmak İçin Yaşamak

Zamanı Yaşamaktan Çok, Unutmak İçin Yaşamak

Fransız ihtilaline dair birçok tarih kitabında bulabileceğimiz bir olay,

Olaylarla dolu geçen dört yılın ardından 16. Louıs’in idam edileceği dramatik bir gün. Sabahın erken saatlerinde trompet sesleri arasında kralın Concorde Meydanına olan yolculuğu. Alanda, giyotin, sabırsız bir kalabalığın yükselen sesleri….Kralın kanlı başı sepete yuvarlandığında kalabalıktan tek ağızdan gelircesine müthiş bir sevinç çığlığı….

Concorde Meydanından bir taş atımı mesafede, Seine kıyılarına dizilmiş balıkçılar, o unutulmaz tarihi anlarda tıpkı normal günlerinde yaptıkları gibi hiçbir şeyi umursamaksızın balık avlıyorlar. Eşsiz sahneye sırtlarını dönmüşler ve tüm dikkatlerini ağlarına takılan balıklarına vermişler. Kalabalığın sevinç çığlıklarını duyduklarında bile tepkisizler.

Ne bencil bir umursamazlık…. Çoğumuz böyle düşündü biliyorum. Acaba neden bu umursamazlık.

Yarını tarihi kitabında Stefan Zweig böyle anlatıyor.

Tüm Parisliler dükkanlarını kapamış, bu tarihi olaya tanıklık etmek belki de öfkelerini kusmak amacıyla meydana toplanmışlarken zamanın bu büyük olayına rağmen balık avlamak gibi önemsiz asla aciliyeti olmayan bir işle uğraşmak nasıl açıklanabilir.

Zweig bu soruyu sorarken hepimizin düşünmesini istiyor bence. Tanıklık ettiğimiz alıştığımızdan tanımlayamadığımız umarsızlığımız mıdır?

Zweig’ın tespitlerinden biride tarihi ancak kendileri yaşamış olanlar gerçek anlamıyla okuyabilir. Bizde her an kendi tarihimizi oluşturuyoruz. İçinde bulunduğumuz zamanı yazıyoruz. Hele bu son günlerde yaşadığımız pandemiden sonra yeni bir dünya düzenini yaratacağız ya da yok olup gideceğiz.

……..gelecek kuşakların gençliği, dünyanın geçirdiği bu en büyük sarsıntının tanıkları ve katılımcıları olduğumuzdan ötürü bizi ölçüsüzce kıskanacak…… (Acaba bizi de kıskanacaklar mı diye düşünmeden edemiyorum) diye yazıyor yazar.

Peki, bugünü yaşayanlar olup bitenlere tam anlamıyla ilgi gösteriyorlar mı? Daha da önemlisi onun sorduğu gibi, her gün, her saat, ruhumuzun tüm açıklığıyla, hızla birbirinin peşine gelen (onun çağında daha hızlı )bütün olayları izleyebilecek kadar gücümüz, yeterince içtenliğimiz var mı?

Bu soruya cevap sadece seyirci olduğumuz, (hele bu kadar gelişen teknoloji sayesinde sadece izleyici olduğumuzu ) söyleyebiliriz. Hiç birimiz tarihi değil, yalnızca kendi yaşamımızı yaşamaktayız. Tarihe katkımızda sadece sosyal medyadaki beğenilerimiz paylaşımlarımız kadar.

İnsancı ahlak deyimi yazarın kendi çağının insanlarını yargılarken kullandığı bir deyim. Evet, insancı ahlak bugün sahip olmadığımız bir şey.. Zamanı yaşamaktan çok unutmak için yaşıyoruz diyor Zweig.

Bu gün bizde öyleyiz galiba 1942’ den bu yana hiçbir şey değişmedi, unutuyoruz her şeyi.

Seine Kıyısındaki balıkçılardan farkımız var mı? Bence yok. Arkamızı dönüp bakıyor sonra devam ediyoruz gündelik yaşama umarsızca….

Bu durum hepimiz adına utanç verici galiba. İnsanlığın büyük çoğunluğu olağanüstü her olaya olabildiğince katılma yolunda düşünebilecek en dürüst niyetin taşıyıcıları.. Fakat hepimiz, bir taraftan doğanın katılma yeteneğimizi bilgece bir ekonomiyle sınırlayan, daha yüce bir yasasına boyun eğmekle yükümlüyüz.

Tragedyanın bir kuralı zaman sınırıdır. Çünkü trajik olan ölçüsüzce yoğunlaştığında bizi sarsma yeteneğini yitirir. Dünyada çevremizde olup biten olaylara görünüşte yeterince katılımda bulunmuyorsak, bunun nedeni insan olmayışımız değil tersine insan oluşumuzdur. Her birimiz ancak tek bir yüreğimizle, yıkımın belli bir derecesinden fazlasını içinde barındıramayan küçücük daracık yüreğimizle insanız. Yeterince duyumsamıyor değiliz. Çok fazla şey olup bitiyor. Düşüncelerimizi bir süre için olanlardan uzaklaştırdığımızda duygularımız artık yanıt vermediğinde eksikliğini çektiğimiz şey iyi niyet değil, güç…

Dünya çapındaki felaketler sürüp gittikçe acı çekmek, acı çekenlerle birlikte duyumsamak arasındaki orantının adil olmakta o ölçüde uzaklaştığını görüyoruz.

Her şeyi birlikte duyumsamamaktan olsa gerek bu zamanın insanlarıyla birlikte insani acıları yaşama gücümüzü kaybettik sanırım. Aynı duyguları Zweig’te ifade ediyor kitabında. Hatta bundan duyduğu acı onun intihara giden yolculuğunu hazırlıyor.

Seine Kıyısındaki balıkçılara haksızlık etmeyelim diyor Zweig. Onların, ihtilalin ilk yıllarında olaya tanıklık etselerdi diğer insanların yaptıklarını yapacaklarını, genel coşkunun içinde aynı duygularla kalabalığın içerisinde olacaklarını söylüyor. İhtilalin dördüncü yılında bu küçük anonim insanlar olarak yaşadıkları tarihi dönemde belki de ne kadar değersiz, ne kadar güçsüz olduklarının bilincine vardıklarından çevrelerindeki olaylara karşı duyarsızdırlar.

Onlar o döneme hizmet etmenin en iyi yolunu, anlamını çözemedikleri politik olaylara anlamsız gözlerle izlemek yerine, yeni olmayan günlük işlerine bakmak olduklarını anlamışlardı. Yaşam süreklilik ister. Doğa ise bu sürekliliğin kesintiye uğramasına asla izin vermez. Bazıları umursamaksızın dünyayı yıkarken ötekilerden günlük çalışmalarını sabırla sürdürmelerini talep eder. Bizler kimi zaman umursamaz görünüyorsak, bunu suçu yarattıklarımız karşısında kayıtsız kalan doğaya aittir.

Bizler dünyanın yıkıntılarına bakıp durmak yerine yeni, daha iyi bir dünya inşa etmeye çalıştığımızda (bizim bozduğumuz)yalnızca doğanın karşı çıkılmaz buyruğunu dinlemiş oluyoruz. Yani tüm suç doğanın….

Doğanın iradesi sürekliliktir.

Havanur-Susoy-Taflan
Subscribe
Bildir
0 Yorum
Inline Feedbacks
Tüm yorumları gör
Önceki
Corona ve Kanser
Sonraki
Yaşam Savaşları Bölüm 1

İlginizi Çekebilir

kooplog'dan en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerez (cookie) kullanıyoruz.