Ve evet zaman her şeyin ilacıydı. İzi solmuş fakat asla geçmeyecek olan yaralar kalsada, zamanın o umarsız poyrazı alıp götürmüştü yürek acılarını, biraz daha dinmişti yürek sancısı, biraz daha geçmişti yüreğimdeki buhran. Tek sorun biraz hızlı olmasıydı zamanın. Hayır hayır çok hızlıydı zaman akıyordu bir çağlayan misali, atıyordu engin denizlere kendini, vuruyordu kayalıklara bir hışımla kapansın istiyordu eski meseleler bir an önce unutulsun istiyordu. Hiç eskimemiş aksine gün geçtikçe dahada unutulması zorlaşan acısı hiç dinmeyen sancıların, bir sandığa açılmamak üzere kapatılmasını, hapsedilmesini istiyordu. Gardiyanı da tabiki düşüncelerimdi.
Hızlı geçen zaman beni hayata karşı yabancılaştırmaya başlamış aynı zamanda duygularlada bağımı koparmaya başlamıştı. Zaman mantığımı aktif hale getirmişti. Duyguların esiri olan kalbimi mantığım devralmıştı. Vicdanım ise kalbi bırakıp kendine başka bir kent kurmuş orada yaşamını sürdürüyor gerektiğinde çıkageliyordu.
Yabancılığık çektiğim kısım ise değişen insanlar, ailem, arkadaşlarım ve diğer her şeydi. Yabancı gelmeyen tek şey odam ve yatağım ve odamdaki minik canlıydı. Bir tek onlar umursuyor, bir tek onlar kabulleniyorlardı beni. Öyle alışmışımki yabancılaşan bu hayata artık göz yaşı düşmüyor harelerimden, umursamıyor kalp çünkü duygularım hapsetmiş zaman. Düşüncelerim izin vermiyor kaçmasına zaten düşünceler izin verse bile kalp mantığın elinde ki duygusuz bir kalp hiç bir işe yaramaz sadece nefes aldırıp robot gibi yaşamaya mahkum eder vücudumu ki tamda şuan bu haldeyim. Yabancıyım.