MERHABALAR! BUGÜN KARŞINIZA ARKADAŞIMA OKUL ÖDEVİ İÇİN YAZMIŞ OLDUĞUM BİR YAZIYLA GELDİM. BURADA PAYLAŞARAK BU YAZIYI OKUYAN 4.ŞAHIS OLAN SİZE KEYİFLİ BİR OKUMA GERÇEKLEŞTİREBİLECEĞİMİ UMUYORUM. NEDEN BAĞIRDIĞIMI LÜTFEN SORMAYIN, CAPS LOCK AÇIK KALDI, ÜZGÜNÜM…
İYİ OKUMALAR 🙂
Sokaklar her zaman ki kadar sessizdi. Saatin kaç olduğundan bir haberdim. Hoş, ben saatin kaç olduğunu hiçbir zaman bilmezdim ki, her saat benim için aynıydı. Akrep ya da yellikovanlar. Öyle diyorlar adına saatin içindekilerin.
Bir keresinde, bir pencerenin önünden geçerken küçük bir çocuktan duydum bu isimleri de. Çok tatlı kahverengi saçlı bir kızdı. Yanında ona çok benzeyen ama onun daha irisi biri vardı. O da kızdı. Küçük olan ona anne diyordu. Anne olanın elinde bir kadeh şarap vardı, bir yandan etrafta yanan mumları söndürüyor bir yandan da kızını dinlediğini belli eden sesler çıkarıyordu.
Her neyse.
Ben sokakta yürüyordum, dediğim gibi saatin kaç olduğundan hiç habersizce, ikinci kaldırımın sahibi olan dilenci çoktan dükkanı açmıştı. Demek ki dilenci olmayan diğer insanlar için işe gitme saati çoktan gelmişti. İkinci kaldırımın hemen dibinde kalan sokakta ki adamda dükkanı açmıştı. Onun gerçekten bir dükkanı vardı, manav dükkanı, hani şu meyve sebze satılan, satılan meyve sebzelerin renkleri daha canlı olsun diye ışık verilen, fiyatı biraz daha fazla olsun diye teraziye gizliden ağırlık koyulan yer, tam da orası evet. O da açmıştı dükkanı.
Lafı gelmişken bu da hep merak ettiğim bir şeydir. Her seferinde birkaç lira fazla verdiklerini hiç mi fark etmiyor bu insanlar? Tıpkı yanlış yönetildiklerini fark etmedikleri gibi mi fark etmiyorlar? Yoksa yaşadıklarının aslında hak ettikleri yaşam değil de sefalet olduğunun farkında olmadıkları gibi mi fark etmiyorlar? Acaba ellerinde ki telefonların ayaklarına prangalar vurduğunu farketmedikleri gibi mi fark etmiyorlar?
İnsanlar kafamı karıştırıyorlar. Sürekli bir şeyler bekliyorlar, sanki biri gelip onlara yapmaları gerekeni söyleyecek de onlar da yapacak veya bir kahinin kehanetiyle hayata tutunacaklar gibi. Gerçekten ilginç. Ben ki sefil bir çocuğum fakat sorguluyorum. Annesi şarap içen kız da sorguluyor, bunu biliyorum çünkü sorgulamasa akreple yellikovanı öğrenmek istemezdi. Demek ki öğrenmek istemiş ve artık onun hakkında konuşabiliyor. Aynı şekilde o saat de sorgulayan bir saat ki insanların ona baktığını bildiği için düzenli bir şekilde işini yapıyor, ne yaptığına dikkat ediyor, güneşe aya bakıyor ve gece gündüz doğruyu gösteriyor.
Dükkanın önünden bunları düşünerek geçiyordum. Dalgındım. İçi su dolu bir testi düşürüp kırdığımı fark etmedim bile. Hemen etrafımı kolaçan ettim. Dükkanın sahibi görmüş olabilirdi ki beni de hiç sevmezdi, ben de hazır kimse yokken kaçarak uzaklaştım oradan.
Asıl şaşırdığım şey ise testiyi fark etmemiş olmam değil ama, bu devirde su testisi kullanılması.
Sahi hangi devirdeyiz?
Çünkü ben biraz kayboldum. Hani dedikleri gibi, arafta kaldım. Kendimden kaçmak için her yolu denerken, zamanımı unuttum. Şimdi ise yetişemiyorum. Ne zamana ne de kendime.
Her neyse.
Bir süre dediğim gibi dükkanın sahibinden kaçtım. Sonra yavaşlayarak yürüyüşüme devam ettim. Bunu hep yapıyorum. Yürümeyi yani. Hep yürüyorum. İnsanlar sürekli görüyor beni, bahse girerim bu kadar yürümeyle bir yere ulaşmış olmam gerektiğini düşünüyorlardır ya da nereye gittiğimi merak ediyorlardır. Keşke bilsem, nereye gittiğimi, neden gittiğimi, nasıl döneceğimi ve hatta dönmeyi isteyip istemeyeceğimi… Ama bilmiyorum. Bunlara bir cevap bulabilmek için düşünen adam heykelinden daha fazla düşündüğüme yemin edebilirim. Bazen bunları düşünürken derin uykulara dalıyorum. Uyandığımda ise ne oluyor biliyor musunuz? Saatin ve dönemin ne olduğunu hala bilmiyor oluyorum ve bir de uyuduğuma pişmanlık duyuyorum. Dünyada olup bitenlerin hepsi bensiz olup bitmiş oluyor çünkü.
Her neyse o an sanırım çok mutlu ve sevgi doluydum. İnsanları çok seviyorum ve onların da beni sevmesini istiyorum. O kadar güzel genç bir kız gördüm ki hemen yanına gittim. Benden küçük olabilirdi, ya da büyük de olabilirdi ama her halükarda çok güzeldi. Hemen yanına gidip ona en seksi ve en tatlı bulduğum ses tonumla ‘merhaba’ dedim. İlk başta pek oralı olmadı, şöyle bir göz ucuyla baktı. Ela renkte gözleri vardı, bana son aşkımı hatırlattı. Aşk ve aşık olma kavramlarını ondan sonra bir daha hayatımda kullanmamıştım. Ama bana şöyle bir baktığı zaman gerçekten de yeniden aşık olduğumu anlamıştım.
Gözlerimin içine baktı ve gülümsedi, o da bana aşık olmuştu. Gülümsüyordu.
Ama öyle sıradan bir gülümsemek değil, demek istediğim sahiden gülüyordu, gözleriyle. Beni çok sevmişti. Elini bana uzattı, tabi ki hemen karşılık verdim ve elini tuttum. Yanağıma dokundu ve şefkatle yüzümle oynadı. Aşk buydu, mest olmuştum. Onu hayatım boyunca yanımda istiyordum. En yakın arkadaşım olsun istiyordum, hep buluşup eğlenelim istiyordum, bunları umut ediyordum. Eli yanağımdayken bunları düşünmek bile beni mutluluktan uçuruyordu.
Derken hiç yapmaması gereken bir şey yaptı. Ayağıma bastı. Düşünebiliyor musunuz? Acıdan ağlamak üzereydim, bir anda ona olan aşkımı unuttum, acı aşktan daha baskındı. Aşkın içinde de olduğu gibi.
Hemen eline vurdum, ayağıma bastığını belli ettim. Kaçtı benden. Korkmuştu. Korkmalıydı. Güç bendeydi. Problemli biriydim ben.
Ama yine de benim gibi genç bir çocuğun ayağına nasıl basardı? Canımın acıyacağını düşünememiş miydi? Hem de ben onun aşık olduğu kişiyken. Oysa gözlerimin içine bakarken ne kadar mutluydu…
Belli ki her şey benim hayal gücümün ürünüymüş.
Hiçbir şey olmamış gibi yoluma devam ettim. Belki ilerde onu yeniden görürsem, onu bağışlayabilirim.
Her neyse.
Yoluma devam ettim. Yorulmuştum ve acıkmıştım. Her zaman ki büfeye gittim ve büfe sahibinin siparişimi hazırlamasını bekledim. Geldiği zaman da afiyetle sucuklu sosisli tabağımı yiyip bitirdim. Ve hiçbir şey söylemeden, tek kuruş ödemeden arkamı dönüp gittim. Arkadaşlarım, ailem semtimde ki tüm elemanlar bana daha iyi bir kedi olmam için baskı yapıyordu. En azından insanlara teşekkür etmek adına sevimli görünebilir mişim. Kimin umurunda? Benim kaderimde sevilmek için çaba harcamak yok.
Ben böyleyim.
Yürümeye devam ettim günün kalanında. Sürekli yürüdüğüm için fit kalabiliyorum. Bu yüzden kızların gözü üstümde. E tabi ki bu da beni aşırı mutlu ediyor.
Yürüye yürüye ayaklarım beni yine kendi semtime getirdi. Evimin kapısından girdim ve ailemle selamlaştım. Annem yine dilini üzerimde gezdirip durdu. Ona artık büyük bir oğlan olduğumu bir türlü kabul ettiremiyordum. Fakat babam çoktan kabullenmiş, benden eve ekmek getirmemi bekliyordu.
Büyük bir oğlan olabilirim ama hala gençliğimin baharındayım. Ekmeği bir süre daha babam getirebilir.
Menüde ki tavuk kanatlarını yedikten sonra hemen köşeme çekildim ve gece ritüelimi yapmaya başladım. İlk aşama olarak tabi ki günlüğümü tutuyorum.
Bu günlük de bu kadar yeter. Ritüelimin kalanında kişisel bakımım ve saat üç beş arasında her zaman yaptığım gibi şarkı söylemem var. Herkes bu saatte çıtını bile çıkarmadan beni dinliyor.
İyi geceler sevgili günlük.