”Fotoğraftaki kişi, artık ölümsüzdür, dilsiz ve sessiz de olsa artık ebedileşmiştir.”
Mehmed Uzun
Fotoğrafların bir dili olduğunu hep düşünmüşümdür. Mehmet Uzun’a göre dilsiz ve sessiz olan tüm fotoğraflarımı dillendirip, sessizliklerini sonlandırmak istedim. Hayatımda aldığım kararlarla eş güdümlü yayımladığım ve hayatımda iz bırakan anılarını sizlerle paylaşmak istedim. Fotoğraflamayı çok sevmeme rağmen poz verme olayında fazlaca isteksiz oluşumdan ve büyük bir arşiv kaybı yaşadığımdan tüm zamanların olmasa da bir dönemin fotoğraflarıyla konuşmayı düşünüyorum. Siz de sessiz kalmazsanız sevinirim 🙂
Bir fotoğrafın insana neler hatırlatabilir? Neleri hatırlattı?
– İlk kez otostopla bir yerden başka bir yere gezme fikri
– Otostopa izin vermeyen sevgili sorunsalı
– Gezginlerle tanışma ve ortam
– İlk kez ciddi manada otostopa çıkma
– Bambaşka bir İstanbul varmış
– Bu işi bırakma düşüncesi
Bir sabah Özge’nin evini taşımaya yardım ettikten hemen sonra yeni ev arkadaşının beni kahvaltıya çağırmasıyla başladı. Ne kadar güzel insanlar var gerçekten 🙂 Teşekkürler Ahsen! Tabi o zamanlar saçımız şeklimiz hep bir kayık. Uzun kıvırcık saçlar, küpeler, takılar… Şu anda çokça özlem duyduğum bir güne gidiyorum be! Her şey Ahsen’in sen de tam bir otostopçu tipi var demesiyle başladı. Tabii gezginlerin oluşturduğu gruplardan hiç haberim yoktu ama çaktırmadım tabi ben 🙂 Sonra araştırdık, ettik, eyledik. Özge ve Mevlude ile yollara düşme planlarına başlamış bulunduk.
Kısa bir rota; Çankırı- Ankara. Tabi gel gelelim biz bu üç arkadaş şehir içinde canımız sıkıldıkça otostop çeken ve asla otobüs kullanmayan insanlardık… Neticesinde küçük şehirde anti otostopçularla muhatap olma mecburiyetinde kalabiliyorduk. Özge’nin sevgilisi otostop çekmemize izin vermeyip sağ olsun(!) bizi Ankara’ya kadar bıraktı. Otobüsten iyidir dedik ve eğlencemize baktık! Burayı okuyan arkadaş lütfen yaşam standartlarınızı ve düşünce yapınızı kabul edemeyen biriyle olmayın! Kimse için de değişmeyin ha sakın! Neyse … 🙂
İşe bak! Ankara’da kalmayı planladığımız arkadaş Ankara’da değilmiş! Biz işte böyle rastgele gelen güzelliklere hep aşık olduk ve hayatımızı adadık. Arkadaş önerisi ile başka bir eve transfer olmuşuz, bence çok da güzel oldu 🙂 Tek bir sorun var, ben insan sevmiyorum! Uzunca bir süre bağnaz bir topluluğun arasında bulunduğumdan olsa gerek artık kendimi dahi sevmediğim bir dönemdi. Kafamda bir ton soru vardı ki başlarda hiç kimse ile muhatap olmadım bile… Oysa bilseniz ortam öyle güzel ve tam aradığım gibiydi ki asla geri dönmek de istemiyordum Ankara’dan.
Bir Ankara sabahı. İstanbul’dan gelip bir kültür evi açan aslan yeleli bir gezgin büyüğümüzü ziyaret ettik ve kendisi bu konularla ilgili bir kitap yazdığını söylemiş bir kameranın etrafında tüm gezginlerin hikayelerini anlatmasını istemişti. Büyülenmiştim! Evine misafir kabul edenler, aktiviteler düzenleyenler, beraber yola çıkma kararı alanlar ve tabi komik ve biraz da ürkütücü hikayeler. Neden dedim neden ben de yapmayayım? Kendimi arıyordum ve yolda neden bulmayayım? Buldum mu? Bu konu biraz karmaşık. Sürekli kaybolup kendimin peşinde koşmaktan da yorulup biraz akışına bıraktığım anlarım bir hayli fazla.
Öğrenci halimizle tabi Ankara’da birkaç gün geçirmek bir hayli kesemize zarar vermişti. Kaç gece kulübünde ne kadar para harcadık, hesabımızı bilmeden. Tabi kafamız nasıl güzel 🙂 Özge’nin ve Mevlüde’nin parası bitince benden altmış TL kadar borçlanabildiler ancak. Çankırı’ya döndüğümüzde Özge’nin kumbarasını patlattık ve tüm bozuklukları alıp kaçmıştım! Ne başka şansım vardı ne de param. O sıra sosyal medyadan kendime çok güzel bir arkadaş edinmiştim. İstanbul’u farklı kılan bir arkadaş. Tuğçe… Kıvırcığım, güzel yüreklim. Neden Tuğçe’ye âşık olmadım diye de çok sorguladım, harika bir kadındı! Bozuk paraları kağıtlarıyla değiştirmek için bir büfeye girdim ve şakayla karışık dilenci yerine koyulmuştum. Ben de hiç çaktırmadan abi ben sokakta para kazanıp Türkiye’yi gezeceğim otostopla dedim. Ve yaptım! Evet kimi zaman kendime sponsor bulup kimi zaman sokakta bir şeyler satıp kimi zaman ciddi ciddi sinyal atıp ben altmış beş şehri gezdim. Uçak, otobüs, tren, hızlı tren bazen son model arabalar bazense tehlikeli dediğimiz o tır ve tır şoförleri ile… Öyle korkulacak bir şey değil yahu!
Daha önce de İstanbul’a gitmiştim fakat bu kez farklı bir insandım ve bu şehrin bu kadar güzel olduğuna tanık olmak da çok özel bir his uyandırmıştı bende. Yine de on beş kez gittiğim İstanbul’a bir türlü alışamadım. Bu da benim sorunum 🙂 Üsküdar’da Kız Kulesi’ne karşı şarkılar mı söylemedik, Galata’da buraya kiminle çıkarsan o senin kaderindir goygoyunu mu yapmadık, 3D sineması ile İstanbul’u mu turlamadık dersin. Hele ki o Galata’nın ara sokağındaki limonatayı unutmak ne mümkün! Martılara simit atmak, güvercinlerin yem kapışmasını izlemek ve daha nice güzel sohbetler. Çok özel anlardı ve böyle anları herkesle yaşayamazsın, bunu öğretmiş bulundu bana hayat. Kaldığım evin bir anda kalabalıklaşması ile evden kaçmam bir anda oldu. Bana göre değildi ortam, anlarsınız ya! Cebimizde paramız da yok ve otelleri de sevmiyorum! Beykoz Devlet Hastane ’sinin kafeteryasını kendime mesken tutmamak için hiçbir nedenim yoktu! Öyle de yaptım. Meğerse tinercisi hapçısı ve sokakta mendil satan o yitirilen gençliğin de mekanıymış. Başlarda çok sıkıntılı olacağını düşündüysem de o günden sonra asıl sorunlu insanların biz olduğumuzu anladım. BİZ SORUNLU İNSANLARIZ!
Büyük bir hevesle başladım, sermayem de yoktu gezmek için. Tam bir kriz değil mi? Nasıl olacak, ne yiyecek ne içecek ve nerede kalacaksın? Hepsinin çözümüne kavuştuğumu düşününce yola çıkmak için kendimde cesaret bulabildim. Fakat işler her zaman planladığınız gibi gitmek zorunda değil! Sonrası zaten hayat mottomuz olarak ‘en büyük plan, plansızlık’ da karar kılmadık mı? Güzergâh hesabında da küçük bir eksik oldu ve gerçekten İzmit’te bu işi bırakmayı düşündüm. Bir yerden para bulup geriye dönmeyi düşünüyordum. Neden mi? İnmek zorunda kaldığınız bir yerdesiniz, yağmur yağıyor ve hava kararmaya yüz tutmuş! Sırtınızda çantanız, son dal sigaranız ve saçınız başınız dağınık halde. Bir saat bu ortam şartlarında yürümeye devam ettim ve neyse ki kurtarıcım İsmet abi geldi çok şükür! Bir hayli ıslak birini de arabanıza almazsınız çoğunuz biliyorum, almayın da zaten siz kaybedersiniz. Çünkü 2 saatlik yolda biz çok eğlendik İsmet abiyle! Üstüne iki bira ve bir paket sigara sahibi ile biraz da harçlık sahibi olduk. Harbi dilenciymişim arkadaş ben de! Sonra kendime yemin ettim, tanıdık olmaması kaydı ile tüm insanların dertlerine koşacağım diye! Öyle de yaptım, çok kederli dostlar edindim! Hayatımı bu an itibari ile KAZAN KAZANDIR ilkesi üzerine kurdum ve ne ALMAKTAN ne de VERMEKTEN asla çekinmedim! Sonu yok ve sonunu düşünen kahraman da olmasın bir zahmet.