Her zamanki yerimi aldım. Oturdum yatağıma küçücük penceremden yıldızları seyrediyorum ve aynı zamanda onlara içimi döküyorum.
Bazen yaşamak zor geliyordu. Bir çok defa çıkmaza girdim. O çıkmazlardan nasıl mı çıktım? Çıkamadım her şeyi içime attım. Her şeyi biriktirdim içimde. Günlerce ağladım. Bana fayda sağladı mı? Hayır! İçime atmak bana fayda sağlamadı. Artık kaybetmiştim benliğimi..
İçimde kendimi bulamıyordum. Yaşamak için sebep arıyordum ama kalmamıştı. Beni en çok yaralayan yaşadıklarımı anlatamamaktı. Kime güvendiysem yok oldu. Güvenimi yerle yeksan ettiler. Arkadaşlardan umudumu kesmiştim. Kimsesiz kalmıştım. Herkese göre basitti belki yaşananları en azından aileye anlatmak. Ama benim için değildi. Onlara kendimi açmaya çalıştığımda beni geçiştirdiler. ‘Bunun için üzülmeye değmez!’ ‘Bunları düşünmek için daha küçüksün!’ ‘Derslerine odaklan!’ ve daha niceleri.
İşte beni yaralayan kısım buydu. Yaşadıklarımın üstünden gelebilirdim belki. Ama en kötüsü sevdiğin insanların senin zor gününde yanında olmamasıydı. İnsanı en çok yaralayan şeylerden biriydi bu. Kimse beni dinlemedi. Anlamak istemedi. En yakınım dediğim gitmişti. Ailem umursamıyordu. Dibe batmaktan başka çarem mi vardı?
Böyle durumlarda insan yaşadıklarını birine anlatma ihtiyacı hisseder. Ve eğer o ihtiyacını karşılayamazsan gömülürdün. Ve bende gömüldüm. Her şeyi içimde atlatabilirim dedikçe daha da battım. Belki de ölmüştüm. Sadece bedenim varlığını hissettiriyordu. Ama ruhum beni terk etmişti. Ve kimse benim ruhumun sessiz çığlıklarını duymuyordu. Ruhum küçücük bir odada hapsolmuştu. Binlerce defa yaşama tutunmaya çalıştı ama nafile. Buna izin vermediler, vermedim.
Her geçen gün ruhum daha da tükendi. Tükendi ,tükendi.. Umutların, hayallerin tükendiği noktadaydım. Beynim sağlıklı düşünemiyordu. Bu hayattaki yolculuğumun sonuna geldiğini hissetmiştim. İnsanlara göre kendimi öldürecektim belki ama benim amacım ruhumu özgürlüğüne kavuşturmaktı. Ya da kavuşturabileceğime inandım. O zamanlar eğer ölürsem, ruhumun refaha ulaşacağını düşünürdüm. Ben sadece bedenimi yok edecektim. Ruhum zaten yoktu. O hapsolmuştu. Onun kurtulacağını düşünmek bana daha mantıklı geliyordu.
İşte en dibe battığım o gün. Sokağı izlerken fark ettim bir şeyleri. Son kez yukarı bakacaktım. Son kez yıldızlara bakacaktım..
Yıldızlara, gökyüzüne, evrene veda ediyordum kendimce. Ama veda edememişim. Aradan saatler geçmiş. Hava neredeyse aydınlanıyordu. O an fark ettim. İçimde bir şeyler oturdu sanki. Bir anda birazda olsun rahatlamıştım. Ne olduğunu anlamamıştım belki ama ruhumun yaşadığını hissetmiştim.
Düşünmeden edemedim. Fiziken kendimi bitirdiğimde, ruhum gerçekten özgür olacak mıydı?
Ve kendi kendime cevabı bulmuştum. Hayır ruhum özgür olmayacaktı. Ruhum aksine pişmanlıktan yok olacaktı bu sefer..
Benim yalnızca bir hatam olmuştu. O da insanlardan medet ummaktı. Neden sadece onlara odaklandım ki? Yıldızlar, gökyüzü, evren onlar benim yanımdaydılar. Ben yalnız değildim. Belki de onlara anlatmak daha mantıklıydı. Birine anlatsaydım ‘Ya birine söylerse’ diye düşünüp kendimi bu seferde böyle bitirecektim.
Yaşamak basitti. Sadece biz karışık olduğunu düşünmüştük. Ben kendimi bulmuştum. Ben ruhumu o karanlık odadan salmıştım. Tek yaptığım o an neye ihtiyacım olduğunu bulmaktı. Onu buldum ve kapı kendiliğinden açıldı.
Yalnız mı hissediyorsun? Ruhunu mu kaybettin? Sadece YILDIZLARA BAK. Unutma onlar daima senin yanındalar.
Dibe mi battın? O an neye ihtiyacın olduğunu bul.
Unutma ÖLMEK BAZEN EN İYİ ÇÖZÜM DEĞİLDİR!