Çalışmalarında kültür, teknoloji, bilim, sanat ve zanaat gibi kavramları bir araya getiren Hong Kong merkezli Yellowdot Design Studio’nun kurucuları Bodin Hon ve Dilara Kan’la sohbet ettik.
Geçmişteki çalışmalarınızı incelerken neredeyse hepsinin bugün yeni bağlamlar kazandığını gördük. İçinde bulunduğumuz koşullarda tasarımcıların ve tasarım kolektiflerinin nasıl yöntemler ve yaklaşımlar bulduğunu gözlemliyorsunuz? Tasarım küresel krizlere farklı bir gözle bakmamızı sağlayabilir mi?
Bodin: Fütürist olmadan geleceğe odaklanan işler yapmaya çalışıyoruz. Projelerimizin tümü güncel konular ve davranışlar göz önünde bulundurularak önümüzdeki beş ila on yılda neler beklenebileceğine dair araştırmalara dayanıyor. Tabii ki bu denli büyük bir kriz öngörmüyorduk, ancak daha verimli, sürdürülebilir, sağlıklı ve esnek olmanın, daha az atık üretmenin yollarını araştırmak önümüzdeki yıllarda da geçerli olacak tasarımlar yaratabilmemiz için her zaman önemliydi.
Geçmişteki hatalarımız üzerine düşünmek için iyi bir zamandayız, onları değiştirme şansına da sahibiz. Kaynakları müsrifçe kullandığımız, sürdürülemez bir yola girmiştik. Toplumun evden çalışmayla ilgili fikirlerini değiştirmek zordu, ama bu süreçte kuralların, alışkanlıkların, davranışların gerçekten değişebileceğini öğrendik. Bu tür kaos dönemleri tasarımcılara yeni düşünme biçimlerini keşfedebilecekleri geniş bir alan açıyor.
İşe gidiş gelişlerin azalması zamandan tasarruf etmemizi, daha az atık üretmemizi sağlıyorsa da evden çalışmanın da mükemmel olduğunu söyleyemeyiz. Biz her zaman insanlara, onların nasıl hareket ettiklerine, değişime neden kapalı olduklarına, yeni fikirlere nasıl uyum sağlayabileceklerine bakıyoruz.
Bu değişimler sizi heyecanlandırıyor mu yoksa endişelendiriyor mu? Yoksa ikisi birden mi?
Dilara: Başlangıçta çok endişeliydik, ama iyimser bir yaklaşım benimsemeye, geleceğe dair heyecan duymanın yollarını bulmaya çalışıyoruz. Tasarımcılar olarak daha iyi bir gelecek yaratmak konusunda önemli bir rol alabiliriz.
Bodin: Geçmişte belirsizlikle, mücadeleyle geçen pek çok sürecin yenilik ve değişimle sonlandığını görebiliyoruz. Bu durum bizim ilgimizi çekiyor ve endişelerimizin önüne geçiyor. Aslında dikkatimizi yeterince vermezsek, eylemsizliğe devam edersek geleceğimizin kayıp gitme riski var, bu da hayli korkutucu. Yine de tasarımcılar olarak elimizden geleni yapmaya, geleceğe dair çözümlerin parçası olmaya çalışıyoruz. Fikirleri doğru zamanda doğru insanlarla buluşturmayı, bundan sonra daha iyi bir yöne doğru hareket etmeyi umuyoruz.
Dilara: Bu tür durumlar insanların psikolojilerini de etkiliyor. Kimse dışarı çıkamıyor, sosyalleşemiyor, pek bir şey paylaşamıyor. Bu yüzden iletişimimizi de farklı formatlarla geliştirmeye çalışıyoruz.
Bireysel hikâyeleriniz de çeşitlilik örnekleriyle dolu. Dilara Marmara Üniversitesi Güzel Sanat Fakültesi mezunu, Bodin ise endüstriyel tasarım alanına girmeden önce mühendislik okumuş. Bu farklı özgeçmişleri çalışmalarınızda nasıl bir araya getiriyorsunuz?
Bodin: Aramızdaki bu farklar çok önemli, neredeyse her konuda birbirine zıt kutuplarız. Ben daha ciddiyim, Dilara daha eğlenceli. Ben daha çok teknik ayrıntılarla, teknolojiyle, imalatla ilgileniyorum. Mühendislikten geldiğim için tasarımın bunlardan çok daha fazlasını kapsadığını fark ettim, ortaklığımız da böyle başladı.
Dilara: Ben daha çok duygularla, hislerle, renklerle ve bunların nasıl algılandığıyla ilgileniyorum. Projelerimize insanları eğlendirecek ve şaşırtacak unsurlar da eklemeye çalışıyoruz.
Bodin: Sonuçta tasarım insanın sorunlarını çözmekle ilgili, bu sorunlar da fazlasıyla çetrefil. İnsanlar karmaşık, farklı katmanlara sahipler, bu yüzden de nesnelerin işlevlerinin yanı sıra insanların hayat tarzına nasıl uyduklarını da değerlendiriyor, bunu yaparken de insanların ihtiyaçlarını, davranışlarını ve isteklerini göz önünde bulunduruyoruz. Tasarımlarımızı sonlandırmadan önce ikimiz de birçok kıstası hesaba katarak inceliyoruz. Yani her şeyi inceleyen iki zıt bakışlı göz var, bu yüzden bizden geçen bir ürünün müşterileri ve insanları da memnun edebileceğine inanıyoruz.
Dilara: Başlangıçta tabii ki sık sık tartışıyor, birbirimizin nasıl çalıştığını anlamaya çalışıyorduk. Ben sürekli duygularım ve hislerimden hareketle konuşurum, o yüzden cümleye “Şöyle hissediyorum…” diye başladığımda Bodin hemen “Peki, bunu kanıtlayabilir misin?” diye soruyordu. Sanki matematik problemiymiş gibi. (gülüyor) Bu dünyadaki her gün ayrı bir zorluk taşıyor, birlikte çalışmak da öyle, ama bizi geliştiren şey de bu.
Memento adlı projenizde anılar ve hikâyeler yaratan nesneleri incelediniz. Yan Lianke’nin toplumların hafızalarına odaklanan dersinin ardından geçmişten öğrenmek ve onun değerini bilmek konusu yeni bir bağlam kazandı. Projeyi bu tartışmalar ışığında nasıl yorumlarsınız?
Bodin: Bu projeye başlamamızın nedeni, insanların giderek daha da unutkan olmaya başladığını görmemizdi, bu durum bu tür krizler için olduğu kadar gündelik hayattaki ufak şeyler için de geçerli. Avustralya’daki yangınlar yalnızca birkaç ay önce oldu ama insanların çoğu unuttu bile. Bunun neden olduğunu, neyin buna yol açtığını araştırıyorduk. Hafızamızı teknolojiyle “temin ettiğimizi” öğrendik. İnternet bazı şeyleri hatırlama biçimlerimizi değiştirdi. Teknoloji harika bir şey, olumsuz yanı ise bilginin alıkonulması, unutkanlığa sebep olan da bu. İnsanların ayırt edici özelliği de hatırlama becerisi, hafızamızı hafife alıyoruz.
Bir yandan da biz internetin başlangıcına, her şeyin çok daha yavaş olduğu bir döneme de şahit olduğumuz için iki nesil arasında sayılırız. Artık bu denli çok enformasyonla karşı karşıyayken, birinin neyin önemli olduğunu bilmesi, bu önemli şeyleri hatırlaması, onları bir mantığa oturtması çok zor. Bu yüzden de insanların anılarını saklayabilecekleri yollar bulmak istedik, özellikle de herkesin unutma eğiliminde olduğu mutlu anıları. Nesnelerin birer hafıza aracı olarak kuvvetini fark ettik, bu yüzden de onları keşfetmek istedik.
Dilara: Bu bir bakıma mirası çağrıştırıyor. Örneğin büyükanneniz ya da büyükbabanız size bir kutu verir, siz de onu 10 ya da 20 yıl sonra açarsınız ve kutudaki nesneler aracılığıyla hatırlamaya başlarsınız.
Nesneler ve hafıza arasındaki ilişkiyi araştırıyoruz. Projenin paylaşım kısmı bir tür performans sanatı olarak da değerlendirilebilir. Baloncuklar yapıyoruz. Bu bir yandan çok eğlenceli ve çocukluğumuzdan aşina olduğumuz bir şey, ama onların gelip geçiciliği aynı zamanda hayatın faniliğini temsil etmek üzere sanat tarihi boyunca baloncukların sunduğu görsel metafora dahil oluyor.
Bodin: Bir de geçmişin, gelecek için neden önemli olduğuna bakıyoruz. Günümüzde insanlar tarihi eskisi kadar önemsemiyor. Lianke’nin makalesi herkesin 17 yıl önceki SARS salgınını hatırladığından, bu yüzden de bir anlamda hazırlıklı olduklarından bahsediyordu. Anılar olmazsa empati yapamayız ve geleceğe hazır olamayız. Geçmişi hatırlamanın, ondan öğrendiklerimizi paylaşmanın daha verimli yollarını bulmalıyız.
Daha sürdürülebilir bir çevre için yeni mutfak aletleri üretiyorsunuz. Bize Solari ve Joyoung K’den bahsedebilir misiniz?
Bodin: Aslında bu projeler de geçmişle ilgili. Solari açık havada yemek pişirmenin yeni yollarını bulma fikrinden yola çıkmıştı. Şimdi mangal kömürünün yarattığı kirlilik ya da ormanda başlayan yangınlar gibi birçok sorunumuz var. Araştırma projemiz esnasında güneş enerjisinin kirliliğe yol açmayan, güvenli ve uygulanabilir bir pişirme yolu olduğunu fark ettik. Amacımız bu teknolojiyi modern dünyada kullanmaktı, nitekim bunun ilk güneş enerjili pişirici olmadığını öğrendik. Aslında bunlar 1950’lerde ABD’de yükselen hippi hareketiyle fazlasıyla popülerleşmişti. 17. yüzyılda da bazı deneyler yapılmıştı.
Az önce konuştuğumuz gibi, insanlar bazı şeyleri unutuveriyor. Bu iyi bir teknoloji olsa da yakıt ucuz, insanlar da daha hızlı çözümlere meraklı olduğu sürece daha elverişli yol hangisiyse onu tercih ettiler. Artık bir çevre kriziyle karşı karşıyayız. Bu yüzden de bu teknolojiyi modern dünyayla tanıştırmak için iyi bir zaman olabilir. Yapıyı da değiştirdik, modern üretim teknikleri ve hafif malzemeler kullandık ki taşınabilir ve cazip olsun. Ayrıca pişirme süreleri konusunda insanları yönlendirebilmek adına dereceyi ölçmemizi sağlayacak kablosuz algılama teknolojisini kullandık.
Dilara: Prototip çalışmalarının bir kısmında Galata’daydık, piyasayı anlamak için bazı denemeler yaptık, insanlarla konuştuk. Sonuç olarak da piyasanın henüz buna hazır olmadığına karar verdik. Bu üç yıl önceydi. Her yıl birileri bize ulaşıyor ve proje hakkında bir şeyler soruyor, bu yüzden geliştirme çalışmalarımız da sürüyor, farklı tarifler yaratmayı, ürünü pazarlamak için doğru ortakları bulmayı deniyoruz.
Bodin: Bee Wilson’ın yazdığı, mutfak araçlarının tarihini anlatan Consider the Fork: A History of How We Cook and Eat’i (Çatalı Hesaba Kat: Pişirme ve Yeme Biçimlerimizin Tarihi) okudum. Değiştirmenin en zor olduğu şeylerden biri yemek pişirme alışkanlıkları, çünkü insanlar bugüne dek hep belirli bir biçimde yapmış, gelenekleri değiştirmek de zor. İlk çıktıklarında zehirlenme ve patlamalarla ilgili bazı şüpheler ve önyargılar nedeniyle gaz fırınının bile daha çok kirliliğe yol açan, daha yavaş ve pahalı kömür fırınının yerine geçmesi kolay olmamıştı, yaygınlaşması neredeyse yarım asır sürdü. Projeyi geliştirip onunla pişirilecek doğru tarifleri, onu kullanacak doğru insanları bulursak güneş enerjili pişiriciler bazı yerlerde çalışabilir. Tasarımı ve imalatının yanı sıra bazı kültürel meselelerin üstesinden gelmemiz lazım, bu da yeniliğin önündeki en büyük zorluk.
Joyoung da makineleri yıllardır piyasada olan bir müşterimiz. Soya filizleri için, onları öğüten ve ev yapımı soya sütü yapmaya imkân veren, kahve makinesine benzer cihazlar üretiyorlar. Soya sütü Çin’in ulusal içeceklerinden biri.
Dilara: Türk kahvesi gibi. Kültüre fazlasıyla dahil.
Bodin: Sağlıklı, bitki kökenli bu süt, batıda da popülerleşmeye başladı. Biz basitçe müşterimizin makinelerinin kullanımını kolaylaştıracak yollar geliştirmesine yardımcı olduk, onları bizim gibi gençlerin evlerinde rahatlıkla sağlıklı ve besleyici içecekler yapabilecekleri cazip ve kullanışlı nesnelere dönüştürdük. Hedef kitleleri orta yaşlı ev hanımlarıyla sınırlıydı, biz de bunu genişletmelerini sağlayacak bir ürün geliştirmelerine yardım ettik.
Dilara: Kültürü, hayat tarzlarını, alışkanlıklarını düşünmemiz gerekiyordu. Büyük bir projeydi.
Bodin: Bir şeyi yalnızca güzel yapmaktansa insanların hayat tarzlarıyla birleştirmek istedik. Asya’da güzelliğin yalnızca kozmetik anlamı yok, daha çok iç sağlığıyla ilgili. Yani modern evlerindeki hoş bir makine tarafından yapılan sağlıklı bir içeceğin oradaki insanlar nezdinde popülerleşmesi şaşırtıcı değil.
Çalışmalarınızda paylaşım ve ilgi gibi kavramların nasıl bir yeri var?
Bodin: İşlerimiz aracılığıyla insanları eğlendirmeyi ve şaşırtmayı hedeflediğimizi söyleyebilirim.
Dilara: Dünyada binlerce çeşit mobilya var, hatta her şeyden binlerce var. Biz hep katabileceğimiz farklı noktaları sorguluyor, kendimizi geliştirmeye çalışıyoruz. İnsanlardaki bu enerjiyi çok seviyoruz, kendimize de Yellowdot adını verdik çünkü Güneş’i görmek olağanüstü bir şey! Ciddi düşünüyor, ama eğlenerek hareket ediyoruz.
Röportaj: Can Koçak