Yazı yazmak, kitap ya da hikaye yazmak. Elinize kalemi almak ya da klavye başına oturup, arka arkaya anlamlı ve olabildiğince kusursuz anlatımlı cümleler sıralamak öyle değişik bir iş, öyle farklı bir yetenek ya da alışkanlık ki; yazı yazmayı anlatmak bile kolay olmuyor. Yazmak deyince her okuma-yazma bilenin yapabileceği bir iş gibi düşünemezsiniz. Ders notu, telefon numarası, yemek tarifi, adres bilgisi alır gibi yazılmıyor yazılar.
Nedense “yazmak”tan bahsedilince; bazıları “aslında zamanım olsa ben de neler yazarım”, “benim hayatım roman” der. Bazıları da sitelere, mail gruplarına yazı yazmakla, parasını matbaaya vererek, denetlenmeden, okunmadan yayınlanan kitabıyla gurur duyarak, ‘yazar’ geçinir. Hatta bunları yazabildikleri için, bir yayınevinin denetiminden geçerek, aylarca beklendikten sonra, cüzi bir rakam olan telifi alarak kitabını yayınlatanları bile sollar geçerler internet yazarları! Facebook’da felsefi olduğunu düşündüğü görüşlerini mani gibi kaleme aldıklarını zannedenler, kendilerini “yazar” ilan ediyor. Hemen de bir kitap çıkarma hayaline kapılıyorlar. Komik olmayın!
Yazmayı öğrenmek yazabilmek demek değildir oysa. Her okuma-yazma bilen yazamaz! Hele argo, küfürlü, alaycı, iftira, yergi ve ahlaksız kelimelerle dolu, hakaretli yazı yazmak hiç de hüner değildir. Yazdıkları konuyu anlatabilmek için iki cümle yerine bir sayfa yazmak da başarı değildir.
“Yazsam, hayatım roman olur” diyenler acaba ‘ha!’ deyince yazı yazılabileceğini ya da kelimeleri bilmekle, konuşurken tasvirli laflar edebilmekle yazmayı becerebileceklerini mi düşünürler? Madem roman olacak hayatları vardır, neden yazmayı denemezler? Kolaysa hayatlarını yazsınlar bakalım, okur bulabilecekler mi?
Belki ben de usta bir yazar değilim ama benden kötü yazanları anlayabiliyor, benden usta olanların yazılarında kendi eksiklerimi görebiliyorum. Her şeyden önce dilimizi katlederek, kendi uydurdukları bir dille yazı yazanları, ‘yazabilen’ olarak görmüyorum. Dilbilgisi ve imla kuralları çok önemli bir konu olduğu halde kitap yazanlar da bile bunu bilmeyen, dikkat etmeyen ‘yazarcık’lara rastlayabiliyoruz. (Demek onları denetleyenler de Türkçe’yi bilmiyorlar. Ya da yayınevleri editöre verilecek parayı gereksiz masraf olarak gördüğünden öyle bir meslek sahibine iş vermiyor.) Başkalarının başarılarını görmezden gelip, adını karalamaya çalışanlara değinmek istemiyorum. Ben de kimsenin başarılı yazılarına, anlatımlarına laf etmem. Ama bilmeyenleri kalemime dolarım!
Yazmak denilen iş öyle uzaktan görüldüğü kadar kolay değildir. Aklınıza konu gelir, kurgulamadan yazamazsınız. (yazan yazar da, siz o yazıdan bir tat alamazsınız. Birkaç saat sonra aklınızdan çıkar, gider) Bir paragraf oluşturursunuz aklınızda. Hatta not alıp, yazarsınız da. Ama o kadarla kalır, gerisi gelemez sözün. Paragrafı bir satır dahi uzatabilecek diğer sözcükler de zihninize üşüşmeye başlamışsa hemen kağıda kaleme sarılmak gerekir. Bestecinin aklına gelen melodiyi hemen notalara döküp, bir yerlere kaydetmesi gibi sizde aklınıza gelenleri kelimelere döküp, yazamazsanız o sihir, ilk etkinin büyüsü uçar gider. Sonrasında yazsanız da o ilk anda aklınıza geldiği hali gibi güzel olmaz. Ben çok zaman tam yatağa girmişken, uykuya dalacağım sırada aklıma üşüşen kelimeleri kaçırmamak ve sabaha unutmamak için uykumu göz kapaklarımdan uzaklaştırır, yastığımın yanında duran not defterime ve kurşun kalemime sarılırım. Işık olmasa da, karanlıkta kalemim kağıdın üzerinde dans eder gibi kayar gider. O ilk fikirleri, ilk güzel tanımları not aldığınızda, bir şarkının akılda kalacak, en vurucu yerini, nakaratını bulmuş gibi sevinirsiniz.
“Hadi ben biraz yazı yazayım” deyip bir kağıt kalemi ele almakla ya da boş bir Word belgesinde sayfa açmakla da yazı yazılmaz. Onun da oluşması için zaman gerekir. “Tamam ben şu konuda yazacağım” dersiniz ama o hemen o anda yazılamaz. Düşünme zamanı, oluşum süreci geçmesi gerekir. Belki o gün yazabileceğiniz bir yazıyı kaleme almanız iki hafta ya da iki ay sonra oluşur. O fikir anca o zaman olgunlaşıp, kıvamını alır ve zamanı geldiğinde siz isteseniz istemeseniz de doğum vakti gelmiş bir canlı gibi yeryüzüne çıkar, kağıtta satırları oluşturur.
Kimi zaman da ‘trak’ gelir. Durur kalırsınız. Aylar geçer ama o yazı tamamlanamaz. Gider, gelir, dolanır durur, arada başka şeyler yazarsınız ama o yazı ya da kitap bir kenarda oluşum zamanını doldurmayı bekler. Bir gün gelir, birkaç sayfa daha yazarsınız ama yine de yoluna aynı hızla devam edemez. Yazmak böyle bir süreçtir işte “yazayım” demekle yazılamaz iyi yazılar.
İyi yazabileceğine inandığınız birine “hadi o zaman hemen yazmaya başla.”deyin bakalım. Ne kadar zaman ayırabilecek yazmaya? Kaç saat oturabilecek yazısının başında? Hangi işleri onu yazının başından kaldırıp duracak? Otura-kalka zamanla yazmayı hepten bırakması da mümkün. Kolay mı günlerce, saatlerce odaklandığın konuda yazmak? Yazı yazmak neyse de kitap yazmak, roman oluşturmak kolay mı? Okumadan, araştırmadan, aklına geldiği gibi de yazamazsın. Sadece yazmaya vakit ayırmakla ya da yazmayı bilmekle de bitmiyor. Kimi zaman araştırmalar yıllar bile sürebiliyor. Yazmak kolay iş değildir.
Yazar çok kazanır, zengin olur diye de düşünülmesin. Ülkemiz de belki de en az para kazandıran sanat dalı yazmaktır. Adınızı medyada duyurabilirseniz ne ala! Paparazzilerin ilgisini çekecek aykırı, farklı özellikleriniz yoksa bütün bir yılı iki asgari ücret rakamı kadar kazançla tamamlamanız işten bile değildir. Yazarın en büyük kazancı okurları ve onların ilgileri, sevgileridir. Yazar zaten yazmayı sevdiği için parasal kazanç peşinde koşmaz. O gönül zenginidir. Sevgi tutkunudur. Dost biriktirir, bilgi biriktirir ama ömrü boyunda para biriktiremez.
Yine de yazmaya gönül verenler için yazmak güzel bir tutku. Ben de benim yazdıklarımı okuyan sizleri seviyorum. Siz benim en büyük kazancımsınız. Hiç kaybetmeyen ama daha da kazanan (biraz da maddi olsun artık. Hiç kazanmadan nereye kadar?) ve okuru, seveni bol yazarlardan olmak dileğiyle…