Üniversiteye başlayana kadar uçuk kaçık diye tabir edebileceğimiz hayaller kurmayı çok severdim. Üniversitede bu durum gerçeklerle tanışmam ile sekteye uğradı. Özellikle yaz aylarının akşamları benim için adeta boş bir tuvaldi. Ben ise elinde onlarca fırça ve boya ile o tuvali dolduran ressam. Önceden yazları hep köye giderdik ve köyde zaman geçirmek benim için mükemmel bir durumdu. O zamanlar telefon yaşadığımız yerde çok zor çekerdi bu yüzden teknolojik aletleri kullanamazdım ve hepsini 3 ay boyunca rafa kaldırırdım. Köyümüzün yakınlarında çocuklar olmadığı için bir oyun arkadaşım da yoktu. Hayvanlar, ağaçlar, kitaplarım ve ben; benim hikayemin kahramanlarıydık. Yatağım hemen pencerenin önündeydi ve sokak ışıklandırması yok denecek kadar az olduğu için gökyüzü tüm çıplaklığı ile önümde sergilenirdi. Ortaokulda fen derslerinde öğrendiğim bir bilgi adeta beni büyülemişti. Gökyüzünde yanan sönen cisimler yıldızdı; sabit olarak aydınlık olanlar ise gezegen. Hemen camdan baktığımda ilk Venüs’ü görürdüm. Benim bu ilgim o zamanlar astronot olma isteğimi kamçılıyordu.
Düşünün; kendinizi en rahat hissettiğiniz mekanda, odanızdasınız, camınız açık ve o yaz sıcağı gece olunca yerini hafif bir esintiye bırakmış. Cırcır böceklerinin seslerine ormanın derinliklerinden gelen hışırtılar karışıyor ve siz pencerenizin önünde bu seremoniye eşlik ediyorsunuz.
Odamın pencesersinden manzara
Önceleri-daha okuma kitapları ile tanışmadığım zamanlar- çılgınca hayaller kurardım. Kurduğum hayalleri bazen bir kâğıda resmederdim ya da sadece zihnimde yaşamaya devam ederlerdi. Farklı insanların hayallerine eşlik etmek ise büyüleyiciydi. Bir gün annem İstanbul’a gitmişti ve elinde bir çuval dolusu kitap ile geri dönmüştü. Kuzenim kitaplarını atacakmış ancak annem benim ilgimi çekeceğini düşündüğü için onları alıp bana getirmişti. Koltuğun üzerine tek tek dizdiğimi hatırlıyorum bütün kitapları. Daha önce hiç bu kadar çok kitabım olmamıştı. Daha doğrusu daha önce hiç kitabım olmamıştı. İlk okuduğum kitabı asla unutamıyorum ve sizlere önermek istediğim ilk kitap bu oluyor.
AYNI YILDIZIN ALTINDA- John Green
Bazılarınız için sıradan bir hikayesi olan öylesine bir kitapmış gibi gelebilir ancak bu kitap benim okuma sevgisi kazanmamdaki en büyük etken. Hazel ve Augustus benim için daima özel bir yere sahip olacaktır. Sizlere hayal kurmayı severim demiştim. 11 yaşında bir gencin bu kitabı okurken kendini Hazel’ın yerine koyduğunu düşünün. Sanırım sonunu düşünüp üç gece ağlamıştım. Sonra filmini izleyip bu beş geceye çıkmıştı. Filmini de izlemenizi öneririm. Tam bir genç yetişkin kitabıdır kendisi. John Green ile bu kitap ile tanışırsanız diğer kitapları çok da sizi içine çekemez diye düşünüyorum ancak yazarın bütün kitaplarını okumuş ve sevmiş birçok insan var. Bu tamamen sizin kişisel zevkinize bağlı bir durum.
“Hayata, ölüme ve araya sıkışanlara dair bir roman olan Aynı Yıldızın Altında, John Green’in en iyi kitabı.
Kahkaha atıyor, ağlıyor, hızınızı alamayıp tekrar okuyorsunuz.”
Markus Zusak, Printz ödüllü bestseller yazarı
İNSANIN ANLAM ARAYIŞI- Viktor Emil Frankl
Özellikle şu zamanlarda kendinizi yetersiz hissediyor ya da şartlar dolayısıyla umutsuzluğa sürükleniyor olabilirsiniz. Bu kitap tam size göre. Yazar Dr. Frankl Nazi kamplarında kalmış bir Yahudi. Size umudun nasıl bir şey olduğunu birinci ağızdan anlatırken yaşanmışlıklara da şahit olmanıza alan sağlıyor. Aynı zamanda psikiyatr olan yazarımız yaşadıklarını psikolojik bir iyileştirme bakış açısı ile kaleme almıştır.
Polonya Nazi soykırımının oluşturduğu vahşetten en çok yara alan kesimdeydi. Toplama kamplarında binlerce Yahudi insanlık dışı muamelelere maruz kalmaktaydı -ki şiddet ortamını asla ama asla kim yaparsa yapsın desteklemiyorum ki bunu destekleyebilecek bir karaktere sahip değilim. O yıllarda yaşayan Yahudilerin yaşadıkları ile şu an Yahudilerin gerçekleştirdiği fiilleri aynı düzlemde incelememenizi öneririm. Tarih doğrusal olarak ilerlememektedir.- Auschwitz toplama kampına savaşın sonlanması ile ulaşan Sovyet ordusu büyük bir şaşkınlık içinde kalmıştı.
Benim gibi özellikle İkinci Dünya Savaşına ilgi duyanlar mutlaka bu kitaba bir göz atmalı.
İkinci Dünya savaşından konu açılmışken Schindler’in Listesi o dönemi anlatan gayet kaliteli bir yapımdır. Kitabını okumadım ancak filmi gayet sürükleyiciydi.
“Gerçekten ihtiyaç duyulan şey, yaşama yönelik tutumumuzdaki temel bir değişmeydi. Yaşamdan ne beklediğimizin gerçekten önemli olmadığını, asıl önemli olan şeyin yaşamın bizden ne beklediği olduğunu öğrenmemiz ve dahası umutsuz insanlara öğretmemiz gerekiyordu. Yaşamın anlamı hakkında sorular sormayı bırakmamız, bunun yerine kendimizi yaşam tarafından her gün, her saat sorgulanan birileri olarak düşünmemiz gerekirdi. Yanıtımızın konuşma ya da meditasyondan değil, doğru eylemden ve doğru yaşam biçiminden oluşması gerekiyordu. Nihai anlamda yaşam, sorunlara doğru çözümler bulmak ve her birey için kesintisiz olarak koyduğu görevleri yerine getirme sorumluluğunu almak anlamına gelir.”
HARRY POTTER- J.K. Rowling
Özellikle 2010 öncesi neslin çocukları bu seriye hayrandır ancak yeni nesilde eksilen bu ilgiyi tekrar canlandırabiliriz. Harry Potter serisine bayılmam ancak eğer konumuz hayal kurmaksa bize büyülü bir evren sunan kaliteli bir eser olduğu tartışmasızdır. Çocuk kitabı olarak nitelendirebiliriz ancak kitabın bu kesime daha çok hitap etmesi okumanıza engel değil diye düşünüyorum. Özellikle Azkaban Tutsağı seri içinde en sevdiğim kitaptır.
Harry Potter için ön yargılarım çoktu ancak popüler kültür unsuru olarak bakmazsanız gayet sürükleyici bir kitap serisi ki ilk iki kitap dışındaki kitaplar kesinlikle çocuk kitabı olma havasından uzak. Çocuk kitabı olması da bir sorun oluşturmayacaktır dediğim üzere. Harry, Harmione ve Ron arkadaşlığını hissedecek ve iyiliği kötülükten arındıracaksınız. Film serisi de olan bu kitaplar kesinlikle okunmaya değer. Çekildiği zamana bakacak olursak filmleri de gayet kaliteli ve kitaptaki unsurların büyük çoğunluğu filmlere yansıtılmış.
Ölülere acıma Harry, yaşayanlara acı, her şeyden çok da sevgisiz yaşayanlara…
SENDEN ÖNCE BEN- Jojo Moyes
Filmini de kitabı kadar sevdiğim nadir eserlerdendir. Yaz aylarında fazla romantik bir ruh haline bürünen benim için gayet tatmin edici bir kitaptı. Hastalıkların gölgesinde yürütülmeye çalışılan aşklara her zaman daha çok ilgi duymuşumdur. Çünkü her şeye çözüm bulabiliriz bu hayatta ancak ölüme bulmamız imkânsız. Hastalığın ele geçirdiği bir bedenin ve umutsuz bir zihnin kurtuluşu aşk olabilir mi? Ya da her zaman bir kurtuluş mu beklenir.
Bazı hallerde kurtarılmak istemezsiniz çünkü kurtarıldığınız hayat artık size dayatılmaktadır ancak siz orada olmak istemezsiniz. Ölüm bir kurtuluş mu bilemeyiz zaten onun için kişinin kendisinin hayatını sonlandırmasının etik- ahlaki olup olmadığı şu an bile tartışılan bir konu ancak bakacak olursak koşullar sizi umutsuzluğa ve çaresizliğe sürükleyebilir. Mutlu olduğunuz yaşamak istediğiniz anlamını her zaman taşımaz. Kitabı okuduğunuzda ya da en azından filmini izlediğinizde ne demek istediğimi anlayacağınızı umuyorum.
‘’Bazen, sabahları uyanmak istememin tek nedeni sen oluyorsun.’’
GECE YARISI KÜTÜPHANESİ- Matt Haig
Hiç hayatta sadece boş bir yer kapladığınızı, bu hayatta size ihtiyaç olmadığını bu nedenle ölseniz bile birilerinin bir şeyi kaybetmeyeceğini düşündünüz mü? Ya da kısaca hiç siz kendinizden vazgeçtiniz mi? Peki böyle bir anda size ikinci bir şans verilmiş olsaydı. Geçmişinizdeki tercihlerinizi düşünün. Bir hatanızı düzelttiniz ve hayatınız o yönde ilerledi. Sizce nasıl olurdu?
Geçmişinizde bir zamana gidecek olsanız bu hangi zaman olurdu? Bu soruyu belirli dönemlerde kendime sorarım ve neredeyse her zaman aynı cevabı veririm. Eğer elimde bir şans olsaydı 6. sınıftan aynı şu an var olduğum düşüncelerim ile devam etmek isterdim. Çok küçük bir yaş öyle değil mi? En fazla 12 yaşındayım ancak hayatımın büyük çoğunluğunu etkileyecek ve etkisini şu an bile sürdüren olayların başlaması bu tarihe denk geliyor. Tanıştığım insanlar, verdiğim kararlar, yaptığım eylemler… Kitabı okurken kendi geçmişimi birçok kez sorguladım ve arkadaşıma şunu dediğimi hatırlıyorum: Eğer ben ölürsem benim bir gece yarısı kütüphanem olmayacak ve öldükten sonra bana ikinci bir şans verilmeyecek o zaman neden elimde olan şu zamanı kendime zehrediyorum. Bakalım sizin düşünceleriniz neler olacak.
İşte size ölümle yaşam arasındaki çizgiyi sorgulatacak o eserlerden biri.
“Yaşamla ölüm arasında bir kütüphane var,” dedi. “Bu kütüphanedeki raflar sonsuza kadar gider. Her kitap yaşamış olabileceğin başka bir hayatı yaşama şansını sunar sana. Farklı seçimler yapmış olsan, şu an nasıl bir hayatın olacağını görürsün…
Pişmanlıklarını telafi etme şansın olsaydı, bazı konularda farklı davranır mıydın?”
SOFİE’NİN DÜNYASI- Jostein Gaarder
Bu kitap aslında arkadaşıma hediye olarak aldığım bir kitap daha sonrasında kendim de okuyup çok beğenmiştim. Felsefe’ ye ilgi duyanlar ancak nereden başlacağını bilemeyenlere bu kitabı önerebilirim. Sophie’nin anlama yolundaki düşünce gelişimini takip edebildiğimiz bir kitap. Evet, bir şaheser değil ancak yeni başlayacaklara ağır gelecek olan eserlere giriş niteliğinde bir kitap olarak değerlendirebilirsiniz.
Felsefe’ nin doğumu insanlığın geçmişi kadar eskidir. İnsanlar her zaman sorgulamış, inanmış ve bazı zamanlar yanılmışlardır. İlk felsefi sorular varlığın ortaya çıkışı üzerine kurgulanmıştır. İnsan çoğu zaman sorgulayan bir varlıktır ki diğer varlıklardan insanı ayıran en büyük özellik onun akıl sahibi olmasıdır. İnsan bu dünyada vardır ancak bunun nedeni nedir? Doğduk, yaşadık, öldük ancak sadece bu süreci yaşamak için mi yoktan var edildik? Ya da varlığımız bakiydi ancak biz bunun bilincinde değil miydik? İnsanın evrende kapladığı alana bakacak olursak bir iğne ucu kadar bile değildir. O zaman bu koskoca evrenin varlık amacı nedir? Her şeyin bir amacı olmalı mıdır?
Yazın kendinize yeni bir şeyler katmak istiyorsanız, araştırma dünyasında adım atabilirsiniz ve ilk tohumlarınızı felsefe bahçesine ekebilirsiniz. Bu süreçte felsefi düşüncenin içine dalmışken sizlere iki kanal önereceğim. Fikirlerinize uyuşmayabilir elbette ki ancak elinizde bir seçenek olması için bu kişileri sizlere sunmak istiyorum.
https://www.youtube.com/@DiamondTema
https://www.youtube.com/@pelindilaracolak
O zaman benden size bir soru;
Kimsin?
İNSAN NE İLE YAŞAR? – Tolstoy
Bu kitabı sadece yaz ile sınırlandırmak büyük bir ahmaklık olacaktır. Hayatınızı değiştirebileceğine, yaşama bakış açınızı geliştireceğine inandığım bir eser. Rus yazarların kitaplarını ayrı bir severim onun için Tolstoy’un diğer kitaplarını da okumanızı tavsiye ederim ama yazın en kolay okunabilir olanını sizlere sunuyorum.
İnsan garip bir varlık. Çoğu zaman hepimiz hayatın akışına kapılıp bazı şeyleri unutabiliyoruz bazı erdemlerimiz biz fark etmeden benliğimizden silinip gidiyor. Böyle bir durum ile karşı karşıya kaldığınızda başucu rehberi edinebileceğiniz bir kitap. Tolstoy’u tanımayanınız yoktur klasik eserlerin çoğu onun kaleminden doğup bizlere gelmiştir. Onu anlamak için onun gibi düşünmemize gerek yok. Onun yaşamı asla halktan bir insan gibi olmamıştır ancak her zaman bir arayışın parçası olmuştur. İsyankâr ve savunucu bir kişiliği vardır ki istenmeyen adam niteliği kazanmıştır. Bu kitapta sunulan konular da aynı şekilde felsefi bir bakış açısına sahiptir. Okumaya bu kitap ile başlamanızı sonrasında diğer kitaplara da göz atmanızı öneririm.
Michael ile sorgulamanız ve aradığı sorulara cevaplar bulmanız dileğiyle.
SATIR ARALARINDA BULUŞALIM- Melissa Feguson
Bu kitaptan edebi bir haz duymayı beklemeyiniz. Çıtır çerez bir aşk hikayesi diyebilirim. Sahilde, bir ağaç gölgesinde, gecenin serinliğinde okunabilecek tatlı diye tabir edebileceğim bir tanışma hikayesi ile sizlerin beğenisine sunulmuş olan bu kitabı bu yaz aylarında sıkça instagram’ın hikayeler bölümünde görebilirsiniz.
Aşka âşık olmayı seven bir insanım. Somut olmasına gerek duymam sadece duyu organlarımın hissettiği şeylerde var olmasını isterim. Siz hiç âşık oldunuz mu? Âşık olduğunuz kişide sizi çeken şey neydi? Bana göre birçok etken var ancak tutlu ile harmanlanmış sevgi ve saygının varlığı bana yaşama isteği verir. Eğer böyle bir aşk arıyorsanız bu kitap size göre değildir. Aslında buna bir aşk kitabı da diyemeyiz. Daha sonra size böyle kitaplar sunacağım. Bu kitap tam olarak; deniz, kum, güneş esintileri içeriyor.
“Varoluş denilen müthiş hediyenin keyfini çıkarmak önemliydi. Başkalarını yüreğin yettiğince sevmek önemliydi. Seni mutlu edecek şeyleri bulup onların üzerine gitmek de öyle tabii.”
DENİZLER ALTINDA YİRMİ BİN FERSAH- Jules Verne
Denizler keşfedilmemiş gizemlerle doludur. Yakın bir tarihte gerçekleşen OceanGate firmasına ait titan aracının kaybolması ve sonrasında devam eden süreç bizleri bu gizemli evrene tekrar çekti. Titanic adlı filme de konu olan Titanic gemisinin buzul dağına çarpıp feci şekilde batması sonucu oluşan kalıntıları görmek için bu gezi düzenlenmişti.
Zenginlerin lükslerini yarıştırması bizlere yabancı gelmeyecektir. Geçmişten günümüze her zaman birileri fakir birileri de zengin olmuştur. Hatta internette karşılaştığım bir tartışma mevcuttur. Titan denizaltısına olanlardan sonra insanlar kaçak göçmenlerin Avrupa hayali ile bindikleri botların batmasına sessiz kalan insanların bu deniz aracını ve içindeki 5 kişiyi merak etmelerini doğru bulmadılar. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Tabi ki bu kitap titanic üzerine yazılmamış ancak okuması zevkli ve bir o kadar merak uyandırıcı olan bu eser tam da bu merakın ortasına yerleşebilecek gibi duruyor.
1866 yılında dünya denizlerinde çeşitli gemiler tarafından gözlemlenen bir deniz canavarı peyda olur. Kimi deniz kazalarından, bazı gemilerin kayboluşundan sorumlu tutulan ve “bir balinadan katbekat büyük ve hızlı bir nesne” olarak tarif edilen bu muazzam deniz hayvanı bilim dünyasında da hararetli tartışmalara yol açar. Bunun üzerine harekete geçen Birleşik Devletler, Abraham Lincoln adlı firkateyni canavarın peşine düşmek üzere bir sefer için hazırlar. Paris Doğa Tarihi Müzesi’nden Professör Aronnax, sadık hizmetkârı Conseil ve Kanadalı zıpkıncı Ned Land de bu sefere katılırlar. Onları gizemli Kaptan Nemo’nun eline düşmeleriyle başlayan olağanüstü maceralar beklemektedir.
BENJAMIN BUTTON’IN TUHAF HİKAYESİ- F. Scott Fitzgerald
Okuması gayet keyifli olan bu kitap ile zamanın geriye akışını bir nevi izlemekteyiz. Üstüne konuşabileceğim büyük bir konusu yok ancak fantastik olarak da düşünebileceğimiz bu kitap gayet akıcı bir hikâyeye sahip. Eğer okuma alışkanlığı kazanmak ya da duraklamış alışkanlığınızı geri kazanmak istiyorsanız bu kitap tam olarak size göre. Kısa bir hikâye olsa da sizi eğlendirebileceğini düşünüyorum.
Filmini de izlemiş biri olarak önce kitabı okumanızı öneririm. Genelde kolay anlaşılabilen ve konusu bilinebilir olan eserlerin önce kitabını okumak gerektiğini düşünüyorum aksi takdirde kitaptan istediğiniz verimi alamazsınız.
Heyecanla beklenen sıradan bir doğum, ölümün hemen eşiğinde bırakır ‘küçük’ Benjamin’i Baltimore’daki hastane odasına. Anne ve babasının onu gördüklerinde yaşadıkları hayreti giderecek hiçbir açıklaması yoktur doktorların. Hiç de sıradan olmayan bu yetmişlik koca bebeği ne yapacaklarını ya da çevrelerine nasıl açıklayacaklarını bilemez hâlde hastaneden ayrılırlarken başlar işte Benjamin Button’ın Tuhaf Hikâyesi.
Sizlere önerebileceğim kitaplar bu şekilde. Belki birkaç tanesi size öylesine kitaplar gibi gelebilir ancak bu kitapları okuduğum dönemler benim için dönüm noktası oldu. Bazılarında kendimi buldum bazılarında ise kendimi sonsuz karanlıklara boğdum. Ben şekillenirken elbette birçok kitap bana eşlik etti ve neredeyse hepsinin yeri bende ayrıdır. Uzun süredir-yaklaşık 3 yıl- kitap okumak için isteğim maalesef yoktu. Şu an bile eski tempomu kazanmış değilim ancak bu yazı benim için de bir başlangıç noktası olacak gibi görünüyor.
Kitaplar hakkında biraz daha konuşabiliriz. İlerleyen süreçlerde ben de okudukça ve analiz ettikçe böyle yazılara devam edeceğim.
Şimdiye kadar okuduğunuz ve etkisinden çıkamadığınız bir kitap oldu mu?
Beni en etkileyen kitap kesinlikle Uçurtma Avcısıydı. Günümüz şartları ülkemizdeki durumlar nedeniyle Afganistan, Pakistan gibi ülkelere ön yargılı olduğumuzun farkındayım ancak bu kitabı okumak bana çok farklı bakış açıları kazandırdı. Evet bir şeyleri desteklemek zorunda değiliz ancak bir şeylere karar verirken bilgi birikimimize dayanalım. Hatta yazarın Bin Muhteşem Güneş adlı eseri de aynı sarsıcı bir hikayeyi barındırmakta.
İncir kuşları adında bir kitap var okudunuz mu bilmiyorum. Bir kitabı okurken bu kadar ağladığımı hiç hatırlamıyorum. Belki size bu kadar büyük bir etki yapmamıştır ancak Sırbistan – Bosna Hersek savaşına hiç bu kadar yakından şahit olmamıştım. Bir an için yaşanılan dramın siviller üzerindeki etkisini görmek benim için sarsıcı olmuştu. Mutlaka okumanızı öneririm.
Bu iki kitabı bu listeye almadım çünkü yaz bana daha yumuşak bir his veriyor. Bu iki kitabı tanımlayacak olursam fırtınalı bir havayı andırıyor. Onun için sağlıklı bir psikoloji ile Sonbahar ya da Kış aylarında okumanızı tavsiye ederim.
Okumaktan hoşlanmadığınız/zevk almadığınız bir tür ya da kitap var mı?
Benim için kesinlikle polisiye ve gerilim-korku kitapları bu kategoride. Bir iki kere okumayı denesem de bütün kitaplar yarım kaldı ve bu yüzden okumayı tamamen bıraktım. Bence böyle durumlarda kendinizi zorlamamalısınız. Sonuçta insanlar nasıl farklı yaratılmış ise ilgi alanları da farklılaşabilir ki bu çok normal. Örneğin ben lisedeyken bir algı vardı şu an bu durum devam ediyor mu bilmiyorum ama klasik eserleri okumayanları küçümsüyorlardı. Ne kadar sığ bir düşünce, öyle değil mi? Klasikler de zamanının beğenilmeyen eserleri olmuşlar çoğu zaman. Bu onları değersiz mi yaptı?
Lütfen insanların okuma alışkanlıklarına karışmayın. Çünkü size göre saçma sapan bir şey okuyor olabilir ancak o kişi sizin bu tavrınız nedeniyle tamamen okumaya da küsebilir. Okumak utanılacak bir şey değildir. İllaki sizi geliştirmesi de gerekmez. Herkes kendi zevklerine göre ilerlerse hiçbir sorun kalmayacaktır.
Benim sizlere sunacağım yazım burada sona eriyor. Umarım hoşunuza gitmiştir. İlk yazım olduğu için hatalarım olmuşsa şimdiden özür dilerim.
Keyifli günler