İnsanlar tüm bu işaretleri görmezden mi geliyorlar, yoksa gerçekten de anlayamayacak kadar aptallar mı? Ya da belki de sadece umursamıyorlardır.
~
“Birbiriyle kesişen paradokslar kara deliğine düştüğümde, hiç olmadığı kadar yalnız hissettim. Asıl kötü durum ise şikayetçi olduğum şeyin zaten ‘yalnızlık’ olmasıydı. Bu da tek bir paradoks atomunu artırıyor, birbirlerini iterken aynı zamanda çekmelerine neden oluyordu. İnsan aklının alamayacağı bir nötrlük.
Ama tüm bu anlaşılmaz paragraftan daha çok can sıkan bir durum varsa o da bu duruma neden olan kişinin ben olmasıydım. Yalnız olmak istemiştim ve şimdi öyleydim işte. Tamamen kendimleydim.
Başta her şey iyidi aslında, tüm gerici olayları ve kişileri arkamda bıraktığımda mutlu olmuştum. Bir süre iyi hissettirmişti de. Hatta garsonluk yaptığım on günlük süreçte yalnız olmanın benliğimin gerekçesi olduğuna karar vermiştim. Böylece ne insanlara ne de kendime zarar verirdim. Herkesin memnun olabileceği bir durum.
O halde neden şimdi bu haldeyim?”
Kişisel rehberim olan P. C. içinde bulunduğum durumun ‘lonely or alone’ olduğunu söyledi. “Bir tür sendrom gibi düşünebilirsin. Fiziksel yalnızlık ‘alone’, senin asıl istediğin durum yani. Fakat şu anda ‘lonely’ durumundasın. Yalnız ve yalnızlık. Sence de farklı değil mi?”
“Hayır, hayır öyle bir şey değil. Neden kendi istediğim bir şeyden hem pişmanlık hem de memnun olduğumu hissettiğimi merak ediyorum. Ne hissettiğime karar veremiyorum.”
“Seçtiğin yaşam tarzı seni memnun edebileceği gibi bunaltıcı da olabilir tabii ki. Tek birini seçmek yerine ikisini de ortalamayı denedin mi? Hem sosyal hem asosyal olmayı?”
“Pek sayılmaz. Fırsatım olmadı ki! Hem pek sanmıyorum işe yarayacağını. İnsanlardan korkuyorum.”
P. C. yüzümü dikkatlice incelemeye başladı. “Bir şey olmuş çünkü. Bana anlatmadığın bir şey var.”
Şu ana kadar fark etmemesi bir garipti. Zaten onda da bir haller vardı. Ya da sadece kişisel menkıbesini yaşayarak, tinsel yolculuğunu zirveye ulaştırıp, içselliğini tamamlayan bir adam ergen denebilecek bir oğlan çocuğuyla günlük sohbetlere girmek istemediğinden, bendeki durgun ve tuhaf ruh halini anlayıp sorgulamayı çalışmayı olabildiğince ertelemişti. Fakat artık kaçış olmadığını anlayınca ister istemez sormuştu. Aslında kaçmak isteyen bendim diyebilirdim. Bazı konuları yüzlerce kez anlatsam da içimdeki alevi söndüremeyebilirdim fakat bunun gibi ‘bazı’ konuların sadece yaşandığı anda kalmasını istiyordum.
Kedim öldüğünden beri telefonumda saatlerce beni oyalayacak şeyler arayıp duruyordum. Fakat asıl aradığım bir oyun, video, dizi vs. değildi. Hissettiğim acının bir şekilde fark edilmesi ve bana destek olunması için herhangi birinden yeni bir mesaj bekliyordum. Kendimle çeliştiğim bir başka noktalardan biri de buydu işte. Kimseye bir şey anlatmazsam, nasıl olduğumu nereden bileceklerdi ki? İçten içe verecekleri basit teselli cümlelerinin beni dindirmek yerine sinirlendireceği düşünsem de diğer bir içten içe de sarılacak herhangi bir vücudun yanımda bitivermesini istiyordum. Sevgiye ve sarılmaya hiç ihtiyacım olmadığı kadar ihtiyacım vardı. Yeni oluşan bir paradoks halkası da burada devreye giriyordu. Sevgi ve sarılma ihtiyacımı kedimden karşılıyordum. Şimdiyse o yoktu ve onun yokluğu bende sevgi ve sarılma ihtiyacı oluşturuyordu. Al sana birbirine giren bir şey daha. Canım sıkılıyor, canım sıkıldıkça birine ihtiyaç duyuyorum, birine ihtiyaç duyunce birilerini arıyorum, birilerini arayıp bulamayınca tekrar canım sıkılıyor. Sonra tüm bunlara neden olan şeyi düşünüyorum ve neden olan şey bende bir boşluk yaratınca yine canım sıkılıyor. Her şeyin sonunda tekrar yalnız hissediyorum ve o kara deliğin tam ortasına sonsuz bir yolculuğa başlıyorum. Tamamen yalnız.
“Ve tüm bu sorunlar aslında tek bir kişiye bağlanıyor.” dedi ustam addetiğim adam.
Dalıp gittiğim düşünce aleminden beni uyandıran P. C.’ye şaşkınlıkla bakarken o konuşmaya devam etti. “Zihnini değil gözlerini okuyorum.”
Yerinden kalkıyor ve kısacık bir cümle kuruyor. Aslında sarf etmek istediği birkaç şey daha var ama zihninde yaşatıp bitiriyor ve gereksiz kelimlere lüzum görmüyor. Etkileyici bir şekilde zihinlerimiz bağlanıyor ve aklından geçenlerden bahsediyor. Kalan şeyleri de herkesin duyması için yüksek sesle söylüyor. “Gerçekten yalnız değilsin aslında. İletişimde olduğun kişiler var ama senin istediklerin onlar değil. Tek bir kişi var oturup saatlerce sohbet etmek istediğin. O yok diye düşmekten nefret ettiğin o boşlukta hissediyorsun. Endişelenme, bu da tamamlanışının bir parçası Çınar. Deneyimler ve farkındalık. Hepsi geçecek, son bulacak.” Ayağa kalkan P. C. keşiş kıyafetine benzeyen ancak daha açık renkli elbisesine yapışmış toprağı silkeliyor. Düşen küçük toprak tanelerini izliyorum. Bana birini hatırlatıyor. Oturup saatlerce sohbet etmek istediğim o kişiyi. Ya da oturup saatlerce susmak. Hiç fark etmez, yan yana olalım yeter.
Dingin adımlarla uzaklaşan ruhsal rehberime baktıktan sonra yere uzanıyorum.
“Hani hayatımın aşkı değil biliyorum. Ruh eşimde değil belki. Hem seviyorum hem de onu sevdiğim durumdan rahatsızım. Gene de onunla vakit geçirmem gereken belli bir süre var ve o süre daha dolmadı. Ne olurdu ki biraz benimle vakit geçirseydi?”
Derin bir iç çekerek gülümsüyorum. “Hiç yoktan birkaç güzel anımız var. Gerçi onları düşününce daha da yalnız hissediyorum ama neyse. Kafam çok yoruldu.”
“Bir gün ben de Aleph noktasında bulunacağım, biliyorum. Eğer öyle olmasaydı tüm bunlar karşıma çıkar mıydı ki? O zamana kadar bununla idare edebilirim sanırım. Tüm bunlar da onu bir nevi kullanmanın ve asıl kişiyi bir süreliğine unutmanın bir cezası olur böylece.”
Gözyaşlarım gülümsemenin üzerine düşerken gözlerimi kapatıyorum. Güneşin narin ışıkları hafifçe yüzümü ve vücudumu ısıtıyor. Uyuyorum çünkü acılarımdan ancak böyle kaçabilirim.
~
Sonuna kadar okuduğun için ne kadar minnettar olduğumu tahmin bile edemezsin. Artık hayatımın aşkısın hatırlat da sana bir ara kahve ısmarlayayım. 🫶