Odası yine karanlıktı. Karanlığa çok daha evvelden kendini alıştırmaya başlamıştı. Şimdiyse tamamen karanlıkta yaşıyor gibiydi. Aydınlığı yalnızca işlerini halletmek için kullanırdı. Güneş doğduğunda kahvaltısını eder, dişlerini fırçalar, özensizce hazırlanır ve zoraki adımlarla o hiç haz etmediği işine giderdi. Geceleyinse kendi kendiyle kalır, hayat onun için daha yeni başlardı. Yine öyle olmuştu. Hücreleri yeni yeni uyanmaya başlamış, henüz içindeki hislere can vermeye başlamışlardı. Artık uyuyana kadar rahat yoktu.
Kısa olduğu için sürekli yüzüne düşen saçlarını bıkkınca kulağının arkasına sıkıştırdı ardından sağ elinde tuttuğu sigarasını içine çekti. Karşısında duran aynadan kendini izlerken sigarasının karanlıkta parıldayan küçük, turuncumsu külü ona bir yıldızı anımsattı. Çoğu zaman alakasız nesneleri alakasız şeylerle bağdaştırır, bundan hoşlanırdı. Garip bir genç kadındı. İnsanlar tarafından bu garipliği hoş karşılanmazdı. Bu yüzden gündüz Güneş her şeyi ortaya döktüğünde o kendini gizler, herkes gibi sıradanlaşırdı. Daha doğrusu sıradan taklidi yapardı. Yalandan kelimelerle hayatını ilerlettiği sistemlerden şikayet eder ama sistemsiz hiçbir işini halledemezdi. İnsanlar ona göre şimdi böyleydi. Oysa her insanın ayrı bir hikayesi olduğunu bilseydi düşüncelerinin arasına yerleşen bu sıradanlık kelimesi onu çokça utandırırdı.
Karanlığa alışmış koyu gözlerini aynadaki siluetine çevirdi ve bitmemiş sigarasını önündeki bir bacağı kırık sehpaya bastırdı. Çoğu gece bunu yapardı. Bu eski boy aynasının karşısına geçer, tüm eksiklikleriyle, üzüntüsü veya mutluluğuyla kendini izler, acımasızca eleştirirdi. Şimdiye kadar bu hiç aksamamıştı. Aslında onu eleştiren aynadaki yansımasıydı. Yine konuşmaya hazırlanmış, her zamanki gibi ayaklarını sallamaya başlamıştı. Çok geçmeden de konuştu, “Bugün yine kendinden sıkılmadın mı?” Bilmiyordu. Her şey fazla tezattı. Sıkılacak onca şeye karşılık eğlenecek tonlarca şey vardı. Bu soruyu pas geçti. “Demek bilmiyorsun.” dedi yansıma ve devam etti, “Pekala, öyleyse şunu yanıtla. Bu kararsızlığından sıkılmadın mı?” Aslında bundan sıkılmıştı. Hem de oldukça fazla sıkılmış… Hiç bir zaman sabit bir noktayı seçip orada duramıyordu, hep sağa veya sola gidiyordu adımları. Yansıma bir çocuk gibi kıkırdadı, “Evet bunu biliyordum, sıkıldığını biliyordum!” bunları söylerken çocuksu bir zaferle gülmüştü. Bildiği şeyleri sormak onun adetiydi. Çünkü diğer insanların bilmezden geldiğini bilirdi. Onun asıl amacı çevresindekilerin aksine gören kör olmak değildi, arkaya itelenen şeyleri yalnızca kendine değil, dünyaya ve aydınlığa söylemek istiyordu. Ama diğerlerinin bundan hoşlanmayacağından da haberdardı. Zaten hoşlansalardı görmezden gelmeye çalışmaz, paspasın altına süpürmezlerdi değil mi? Hem dünyadan kastı da insanların kendi dünyalarıydı. Ama tekrar fark etti ki artık herkesin dünyası ufacıktı. Düşünmenin anlamı ne bilmeyen, gelişigüzel düşünen birine neyi ne kadar kabul ettirebilirdi ki? Başkalarına her şekilde saygı duymayı bilmeyen kimse enine boyuna düşünmeyi de öğrenemeyecekti. Oysa o hep her şeyi düşünmeye heves eder, bunu bir ömre nasıl sığdırabileceğini hesaplardı. Böyle olduğunu düşündüğü çok az insan vardı.
Tekrar tekrar her ayrıntıyı, her serzenişi düşündü. Yansımasını dinledi ve sonunda beyni yorgun düştüğünde karanlığa kendini tamamen teslim edip dağınık yatağına kıvrıldı. Anlamsız bir kaç şeyi zihninde hala uyanık olan yansımasına mırıldandıktan sonra derin bir uykuya gözlerini kapadı.