Yalnızlık iki türlüdür der bazı insanlar. Kendi seçtiğin yalnızlık ve içine düştüğün yalnızlık…
İnsan en çok kendiyle baş başa kaldığı anlarda mutludur diye düşünürüm hep. Ne kadar aile ve çevreyle geçirilen vakitlerinin bazı anları insanı eğlendirse de gecenin geç saatlerinde kendiyle özgür kalan insan daha mutludur gibi gelir. Bu huzurun sebebi, sabahları yalnız geçirmemektir belki de; belki de gün boyu kovaladığın yalnızlığa kavuşmaktır…
Peki, insan kendini ne zaman tam olarak yalnız hisseder? Gecenin ilerleyen vakitlerinde kendi kendiyle geçirdiği vakitte benim ve benim gibi düşünenler aksine mutsuz olabilir mi insan? Ya da kendi kendine sokağa adımlarını attığı bir günde yalnız gezerken mutsuz olabilir mi?
Yalnızlığın en kötüsü seni anlamayanların arasında kalmaktır.” ,demiştir Mevlana.
Yanımda kimse olmadığından değil yalnızlığım yalnız olduğumu söyleyebileceğim kimse olmadığı için yalnızım ben.” ,demiştir Ahmet Altan.
Yalnızlık insanın çevresinde insan olmaması demek değildir. İnsan kendisinin önemsediği şeyleri başkalarına ulaştıramadığı ya da başkalarının olanaksız bulduğu bazı görüşlere sahip olduğu zaman kendisini yalnız hisseder.” ,demiştir Carl Gustav Jung.
Ben de bu sözler ve nicelerindeki gibi yalnızlığı, insanın insana yaşattığı kanaatindeyim. Bir insan, kendiyleyken yalnız olduğunu hissetmez. Nedeni çok açıktır ki yanındaki kişi veya kişilerdir ona yalnız olduğunu düşündürten…
Ortak fikirlerde buluşmamaktır, buluşmasa da saygı duymamaktır. Zevklerinin, sevdiklerinin aşağılanmasıdır yalnızlık. Dinlenmemektir, dinlenildiğini hissetmemektir. Arkadaş ortamında söze girmek istememektir, belki de bazı hareketlerini yaparken çekinmektir.
Fikirlerimizi bile dile getiremediğimiz ve en ufak tartışmada karşındakine göre eksiklerinin bir bir suratına vurulduğu anlarda hissederiz biz yalnızlığı. Biz, kendimizle olduğumuz her an aslında mutluyuzdur. Bize kendimizi sorgulatan da bu yalnız hissettiren kişilerdir. Senin, sen; onun o olduğunu kabul edemeyişinin bencilliğini sana yansıtma hakkını görür kendinde…
Kafasını yastığa koyduğunda aklına geçmişi ve hayal kırıklıklarını getiren de keşke orada şunları da söyleseydim dedirten de bu yalnız hissetmenin verdiği özgüvensizliğin bir ürünüdür. Aslında sana o özgüvensizliği dayatan da, sen de söz hakkı görmeyen de odur. Sen sadece gidişata uyarsın.
Seçilmiş yalnızlık bile, artık insanların değişmeyeceği yönündeki görüşlerinin ardında saklanmanın ve hayatı salmanın bir sonucudur. O anda da mutlusundur belki ama bu, sonsuz mutluluğu çağırmaz.
Yalnızlığın her türlüsü kötüdür belki de. İnsanlar sadece bir şekilde bunun seçilmiş olarak düşünüp kendini avutuyordur. Ne düşünüyorsun? Şimdi bunlara istifaden de iki söz paylaşmak istiyorum seninle.
Yalnızlık, adam olmayanların vereceği saygıdan sevgiden yeğdir.” ,demiştir Mevlana.
Tek başına mutsuz olmak birisiyle beraberken mutsuz olmaktan iyidir.” ,demiştir Marilyn Monroe.
Bir insan sizi mutsuz ediyorsa, yalnızlık sizi korkutmasın. Sırf yalnızlık sizi korkutuyor diye etrafınızda sürekli arkadaş edinen ve kırmaktan çekiniyorum adı altında sürekli kendinizi kırdırtan o insan da olmayın.
Her insan aynı değildir. Her yeni insan, yeni bir tecrübe demektir. Her bitiş bir son değil, bir başlangıçtır ki en kötü arkadaş bile bir tecrübe olur sana. Sadece olaya nasıl baktığınla ilgilidir.
Sonuçta yalnızlık; belki evinizin içinde, sıcak yatağınızda kendini fark ettirmez ama dışarı çıktığınızda bir yerde, kendini sorgulatır sana.
Bu yüzden ne yalnızlıktan ne kaybetmekten ne de kötü tecrübelerin kaderi tekabül ettirmesinden korkmalıyız.
Yani, yalnızlık bazen güzeldir. Kendine kendinle geçireceğin bir zaman yaratmanın bile kulağa çağrıştırdığı huzuru, hayatta debelenen ve boş zamanı arayan insanların anlaması mümkündür. Fakat bu yalnızlık, yaşadığın birkaç kötü arkadaşlık ve aldatılışların sonucu bir dayatma olmasın. Dayatmanın olduğu yerde ne huzur vardır, ne istediğin yaşam. Hayatı birileri size bıraktırmaya çalışıyor diye siz bu kadar kolay pes etmeyin.
Not: Bu yazı da hem kendime hem sanadır okuyan… Teşekkürler.