“Yalnızlığın coğrafyasıdır olmak istediğimiz yer. Bir firari gibi bağlarımızdan kurtuldukça, oraya kaçar sığınırız. Kendi kendimizi seyredebildiğimiz tek aynadır çünkü yalnızlığımız.”
Yalnız olmaktan değil; bir dostun, sırdaşın, yoldaşın olmadan ‘yalnız kalmak’tan korkmalı, imtina etmeli insan…
Bazen bir seçim, bazen de belki kaderimizdir. Lakin her zaman ‘kimsesizlik’ manasına gelmez. İnsanın kendiyle baş başa kalmasıdır bir nevi… Yani aslında sadece bir ‘hissiyat’tır. Büyütülecek bir şey değil! Tekil olmak da değildir, çünkü etrafı insan doluyken de yalnız hissedebilir insan.
Demek ki iş ‘kalp’te bitiyor. Kalbimize dolan his; kimsenin bizi anlamadığı, kimseyle konuşmak – görüşmek istemediğimiz, bir tuhaf boşlukta olma hissi ise, evet yalnızızdır. Bir başına otururken dahi, mutsuzluğa dair en ufak bir hissiyatımız yoksa, yalnızlığımız ile iki iyi dost olmuşuz demektir. Yani yalnız değilizdir. Yalnız olmak da, yalnız kalmak da bize bağlı o zaman?!
Pekii, insan nasıl yalnız kalır? Cevap, biraz da sorunun içinde aslında. ‘İnsan’ olmakla alakalı sanırım. Şöyle;
Bir kişi; her ne kadar göreceli bir kavram olsa da ‘iyi’ ise; yani ‘iyi insan’ özelliklerine sahip ise, pek yalnız kalmayacaktır. Çevresinde her daim arkadaşı, eşi dostu bulunacaktır. Her kim; vefalı, cömert, sadık, vicdanlı, merhametli, doğrucu, saygılı, yardımsever ve iyi niyetli olmak gibi takdir edilesi özelliklere sahip ise, işte o bu hayatta kendi iradesi arzusu dışında asla yalnız kalmayacak insanlardandır. Şöyle bir laf etmiş bir zat-ı muhterem de;
“Kural basit… Herkesin kendisi gibi olmasını beklersen yalnız kalırsın. Herkesi kendin gibi görürsen aldanırsın.” ( J. Christophe )
Burdan da sadece iyi insan olmanın yetmeyeceğini mi çıkaracağız acaba? Biz ne kadar ‘iyi’ olursak olalım, karşıdakine ne kadar iyi niyetle yaklaşırsak yaklaşalım; bizcileyin olmayan ‘kötü’ insanlarsa karşımızdakiler, bir yerden sonra onlardan kaçmaya başlayıp, doğal olarak yalnız kalmayı tercih edecek hale gelebiliriz… Cemal Süreya pek güzel der;
“Mutlu olmanın yolunu karşıdakini mutlu etmek sanıyorduk. Yanıldık. Çünkü ne kadar mutlu ettiysek, o kadar yalnız kaldık.”
Demek ki, yetmiyor anacım, iyi olmak falan faso fiso… Tercih ya da seçimlerimiz de zorunluluklardan doğabiliyor gerçi. Öyleyse yalnız kalmak için ne çok sebep ve etken var değil mi bu dünyada? Ve demek ki hiçbir belirgin ölçüsü, kıstası ya da tarifi yok aslında yalnızlığın. Ne garip?! “Sevilmeyen bir insan her yerde ve her şeyde yalnızdır” diyor George Sand ise. ‘Kötü’ bir insan sevilmeyeceğine göre, ‘iyi’ olmak lazım geliyor buna göre de yalnız kalmamak için?!… Fakat bu aşkla sevilmemeye de tekabül ediyor olabilir?! Aşık olduğumuz biri bize aynı şeyleri hissetmiyorsa veya bir zamanlar birbirimize aşık olduğumuz kişi artık bize bunu hissettirmiyorsa, al işte yine yalnızız! Deli olacağım, her bir şeyin sonu yalnızlığa varıyor…
Yalnız olmayı seçmek, kişinin en doğal hakkıdır. Ve hatta bir ihtiyaçtır ve gereklidir. İnsan arada kendine kalmalı; hesaplaşacak, tartışacak, eleştirecek, çıkardığı derslerden aldığı tecrübeleri paylaşacak, öğütler verecek, gerektiğinde azarlayacak ama illaki sevecek vakitler yaratmalı kendine kendiyle… Çünkü yalnızlık pek hoş sohbettir. Hep doğruları söyler sen dinlemek istemesen de ve canını acıtacak da olsa. Ayrıca da iyi bir dinleyicidir. Sana kendine yetmeyi öğretir, öz güvenini yükseltir. Kuvvet verir. Sana, sen olmayı öğretir. Çünkü bilirsin ki yalnızlık, senin sen gibi olmanı sever. Asla yargılamaz, olduğun gibi görünmeni kabul eder. Böylece sen de en doğal, en yalın halinle görünürsün ona. Birbirinize güvenirsiniz. Birbirinizin sırdaşı, dostu, en yakın arkadaşı olursunuz sohbeti koyulaştırdıkça… Yani aslında, tek başınayken yalnız değildir insan aslında…
Bir huyu da vardır ki; aynaları sevmez. Çünkü gösteriverir bedbahtlığını, acizliğini, çirkinliğini, bezmişliğini, vazgeçmişliğini aniden gözlerinin içine içine. Ha, dost olduysan yalnızlığınla o da barışıverir hemen aynalarla, hakkını yememek lazım. Demek ki, iş yalnızlığınla dost olmaktan geçiyor vesselam.
Kimi insan alışıktır uzun zamandır yalnızlığıyla yaşamaya. Kimisi sudan çıkmış balığa döner bir anda yalnız kalınca. Bazısı kaçar insanlardan, hep yalnız olmak ister. Bazısına da ara sıra gelir o kaçma hissi, kalır kendiyle şöyle bir rahatlar, döner kalabalıkların arasına. Kendiyle konuşturur kimisini yalnızlık, kimi de hiç kimseyle tek laf etmek istemez günlerce…
Bir sevgilisinin, kocasının – karısının olmamasıdır bazıları için ‘yalnızlık’… Hayatında biri olduğunda bütündür. Yoksa yapayalnızdır, yarım’dır, eksiktir kimsesiz… Bilmez çünkü aslında , ‘yalnızlık kimsesizlik değildir!’ O sadece ‘tek’ olmaktır, tek başınalıktır, tekil’ kalmaktır… Bilmez aslında, öyle de çift’tir, beraberdir, çoğul’dur insan oysa ki, kendiyle ve etrafındakilerle … Anlamaz aslında, bedenin değil ruhun yalnız kalmaması gerektiğini…
Ne demiş J.W.von Goethe;
“Eskiden derdim ki;İnsanın başına gelebilecek en kötü şey, bir gün ‘yapayalnız kalmasıdır’.Öğrendim ki; hayatta insanın başına gelebilecek en kötü şey, yapayalnız hissetmesine neden olan insanlarla yaşamasıdır.”
Sevgilimiz, eşimiz, dostumuz vs. olduğu halde yanımızda, demez miyiz bazen; ‘Kendimi çok yalnız hissediyorum’ diye? Hep aynı sonuca varıyoruz böylece. Demek ki bu sadece ve alt tarafı bir ‘His’! Öyleyse illaki birileriyle olmak değil, kendimizle olabilmek önemli nokta. Bir de bize kendimizi yalnız hissettiren, varlıkları bize bir şey katmayan insanlardan uzak durmak belki de… Oğuz Atay da dememiş mi;
“Yalnızlığına iyi bak… Sahip çık! Kaç kişinin emeği var onda kimbilir?” Diye…
Bazen ne idüğü belirsiz bir histir yalnızlık. Bazen ‘cuk’tur, oturuverir bünyeye. Bazen kiracı, bazen sahip’tir. Kalıcı da gidici de olsa, iyi ya da kötü yan etkileri vardır. Her bünyede farklı tepkimelere yol açar. Bu da kişinin ne kadar kendi olduğu, ne derece pozitif baktığı ve ondan ne anladığı ile alakalıdır. Sen ona iyi bakarsan, o da sana öyle bakar. Esasen bu kadar basittir yalnızlık ile anlaşmak.
Yalnız doğduk, yalnız öleceğiz yahu. Daha ötesi var mı? Yalnızlık da ölümlüdür ve ölüm de yalnızdır yani. ‘Yalnız ölmek istemiyorum’ diyenleri anlayamamışımdır hiç bu yüzden. Ben, ‘Madem ölüyorsun, yalnız gitme, oralarda yalnız kalma, çünkü seni çok seviyorum, yokluğuna da dayanamam. Ben de geliyorum, birlikte ölelim!’ diyecek birini tanımıyorum. Siz tanıyor musunuz? Varsa da psikolojik bir rahatsızlığı falan vardır, kafada birkaç tahta eksiktir de söylüyordur böyle abuk ve lüzumsuz lakırdıyı?! Yalnız ölmek istemediği için, kendine yıllarca eziyet etmiş kocasını çeker kadın mesela… Ölüm döşeğindeyken ya da aniden bir yerlerde geliverecek ‘ölüm’ sırasında ne yapmasını bekliyor ki kocasından acep? Velhasıl, ölüm de yalnız be canım…
Hiçbir devirde bu kadar çok kendini yalnız hisseden insanlar olduğunu hatırlamıyorum ben bu yaşımda… Vallahi… Ne kadar çok ‘yalnız’ız ayol? Bir kaçış, zorunluluk, hissizlik, sevmeme – sevilmeme, tercih, özgürlük, bağımsızlık, tahammülsüzlük, hazımsızlık, kıvamsızlık halini aldı artık çoğunlukla. Teknoloji ilerledikçe, hayat yeni gelişmelerle icatlarla kolaylaştıkça ve fakat kişiler asosyal bireylere dönüşüp iletişimsizlik arttıkça, yalnızlık da mı arttı ne? Böyle bir sahipsizlik, kimsesizlik, amaçsızlık hüküm sürmekte elini kolunu sallayarak etrafta. Sanırım özgür olmak ile bağdaştırıyor bazısı da yalnız olmayı. Oysa özgürlük; karşılıklı sevgi ve özellikle saygı demektir. Yani yalnız olmaya gerek yoktur özgür olmak için. Anlayış, hoşgörü, saygı birleştiğinde beraber yaşayan insanlar da gayet rahat özgür olabilirler.
Kısa süreli geçici durumlardaki yalnızlıklar aşılır. Hatta iyi gelir bünyeye. Önemli olan ömrünü yalnız geçirmemektir. Yani sosyal olmak, sevmek sevilmek ve sesini duymak istediğinde birini bulabilmektir esas konu. Yalnızlık bir rakam değildir ki, tek kaldığımızda ‘yalnız’ sayılalım ya da üç – beş kişi olduğumuzda sayılmayalım. Bir hissiyattır sadece. Bu kadar basit ve birlikte yaşanası…
Yalnızlığın manasını kavrayamamış, hissedememiş, kendiyle kalmayı becerememiş insanlar yanlışlar yapar bazen ellerinde olmadan veya bilinç altlıklı… Gerçi gayet güzel yalnız olabilenler de zaman zaman hatalara izin veriyorlar istemeden de olsa. Ne de olsa insanız değil mi? Yalnızlıktan, boşluktan, can sıkıntısından, iyi – kötü demeden bir ses bir nefes duyma ihtiyacından, ondan ya da bundan, işte bir şekilde yapıyoruz saçmalıkları sonradan kendimize kızacağımızı bile bile. ‘Lades mi? Hayır, aklımda!’ diyemiyoruz her daim.
Bir bedende kanıyoruz yalnızlığımızın susuzluğuna bazen… İnternetin başına geçip sanal mutluluklar arıyoruz kimi zaman… Çenemize vuruyor bazen de, aslında pek de göresimiz gelmeyen birini arayıp konuşuyoruz saatlerce… Alıyoruz başımızı çıkıyoruz sokaklara, düşünmeden taşınmadan, umarsızca, sabırsızca alışverişler yapıyoruz gereksiz yere… ‘İşkolik’ oluyoruz, başarıdan başarıya koşarken mutlu olmayı unutuyoruz… Her bir şeyi tüketiveriyoruz, tatminsizliğimizin biletini yalnızlığımıza kesiyoruz… Ya deli gibi sosyalleşiyoruz (!) vıcık vıcık ya da içimize kapanıp ‘asosyal’ oluveriyoruz farkında olmadan… Hem diğer insanlara muhtacız her yönden, hem de onları istemiyoruz kendimizi yalnızlığımıza iterken… Nörotik karakterler olup çıkıyoruz gün geçtikçe.
Yalnız ve özgür olmak mı, yalnız ve emniyetsiz hissetmek mi? Hangisi yalnızlığı daha iyi tanımlıyor? Bilemiyorum. Fakat daha önce de belirttiğim gibi, ben özgürlüğün illaki yalnızlıkla geleceğine inanmak istemiyorum. Ve fakat bir emniyetsizlik duygusu da vermiyor değil. O yüzden ikisine de ne ‘evet’ ne de ‘hayır’ diyebilmiş değilim!
Bazen, başkalarından farklı olduğumuzu düşünüp yalnız kalırız veya yalnız kalmaya itiliriz. Çünkü kimse kendinden olmayan, kendine benzemeyen birini ya da bir şeyi bağrına basmaz bizim toplumumuzda. Genelde bir saygı söz konusu değil, insanları oldukları gibi kabul etme hoşgörüsü ve empati yeteneği yoksunu bir milletiz. Kaldı ki bu da apayrı ve incelenmesi gereken bir konu…
Kişiler arasındaki diğerlerini ‘kategorize etme’ durumu da ister istemez yalnız kılıyor insanı. Müdür memurunu, patron işçisini, üst ast’ı, müşteri garsonu, küçük gördüğü sürece aradaki mesafeler büyüyor ve insanlar arasında adım atmaya korkulacak uçurumlar oluşuyor. Ve herkes kendi tarafında yalnız kalıyor… Bunun ise bir çözümü yok. ‘Sevgi – Saygı – Kardeşlik’ desem şimdi, ‘Ne o, bir şarkı adı mı?’ diyen olacaktır kesin!
Aşkta çok sakattır yalnızlığı ile barışık olmayan bir partnerle birlikte olmak. Tüm hayatını, yaşantısını sana endeksler. Sensiz yaşayamayacağını düşünür ve düşündürtür ki bu yol yakınken keşfedildiği an terk edilesi, ardına bakmadan kaçılası bir modeldir. İflah olmaz bir bağımlıdır. Sen onun ‘her şeyi’ olurken, senin ‘hiçbir şey’in kalmaz kendi hayatına dair. Bir zaman sonra ona acıdığın için hala birlikte olduğunu anlarsın lakin kendin çoktan acınası hale gelmişsindir…
Eğer evli bir çiftten söz ediyorsak, iki kişilik yalnızlıktan bahsediyoruz demektir. Birbirini anlamayan, sorunlarına dair iki kelime dahi konuşamayan, ruhsuzca sevişen, sürekli mutsuz ve arayış içinde olan ‘çifte yalnızlık’lar söz konusudur. Kaldı ki ancak beraberce çözümlenebilecek olan bu durum, birbiriyle dertleşemeyen iki insanın varlığında nasıl hallolur bilemiyorum. ‘Terapist yolları taştan, sen çıkardın beni baştan’ diyerek şarkılı türkülü bir yolculuk yapılabilirse ne ala…
Bunların hiçbiri değil de, yaşlılıkta yalnızlık nasıl koyar be insana yahu?! İnsanlar yaşlandıkça çocuklaşır ya hani daha da, işte o zaman yine birilerine ihtiyaç duyarlar kendisine bakmaları için. Kendinden küçüklerin onları sevdiği saydığı bir ortamda bulunmak isterler. Artık yalnız kalmaktan korkmanın tavan yaptığı zamanlardır ‘yaşlı saatler’… Ha, bir de bizim toplumumuzda, ileride kendisine bakacak birileri olsun da yalnız kalmasın diye yapılır çocuk, değil mi? Bu da çok sakat bir konu, hiç girmeyeyim…
Yalnızlık sana acı veriyor, seni mutsuz ediyor, canın hiçbir şey istemiyorsa bil ki depresyona girdin giricen… Hemen harekete geçmek lazım bu gibi durumlarda. Çünkü insanın psikolojisi ile mutlu olup olmaması doğru orantılıdır. Yalnızlığını kabullenmiş, onunla barışık ve hatta tadını çıkarır vaziyette yaşayabilen birinin psikolojisi de yerindedir. Tam tersi durumda ise acilen poposunu kaldırıp harekete geçmesi gerekmektedir çok geç olmadan.
Pekii… Yalnız olmayı öğrenebilmenin ve keyif alabilmenin yolu nedir?
E, pes… Sabahtan beri satırlardır anlatıyorum, ciddi ciddi bir faydam olsun diye çırpınıyorum, iki dakikalığına bile cıvımıyorum, sulandırmıyorum konuyu ki zor tutuyorum kendimi… Buna rağmen hala bu sorunun cevabını bulamadıysan, çek git karşımdan daha da gözüme görünme rica edicem ya… Aa…
Tamam, tamam, üzülme hadi… Acık daha anlatayım girmediyse man kafana henüz! ‘Nato mermer, nato kafa’ yahu! Ne var beyninin içinde acaba, hoşaf suyu mu? Ön lobunu sevdiğimin, kıvrımlardan geçmiyo mu mesajlar? Alamadın mı daha, ‘yüce öğreti’yi cücük beyinlim? Klavye ağladı be, yazık ya, bana da yazık…
Ok… Sakinim… Kendimi tekrar ciddiyete davet ediyor ve davetime icabet ediyorum…
Şaka şaka… Niye sinirleneyim canım sana ben güzel okurum. Bak yalnız yalnız oturmuşsun, paşa paşa okuyorsun da feyz alıyorsun ne güzel. Sen güzel, ben güzel, hayat güzel, kuşlar böcekler güzel, Ferhat Güzel… Ehe… Tamam tamam…
Haydi kaldığımız yerden devam. Acık gevşeyelim diye şeyettimdi ben. Yoksa gayet ciddi, efendi, aklı başında bi´ hatunum biliyosun. Bilmiyosan da öğrenmiş oldun…
Sen yenisin galiba ha, taze okur? Olsun… Öğrenirsin. Şimdi git çişini filan yap, gelirken de sıcak bir şeyler al yanına iç de az bi´şey daha var onu da oku. Sonra uyuyacan mı, dövüşecen mi, gülüşecen mi, gezecen mi, n’apacaksan yaparsın. Öyle saatlerce oturulmaz PC başında, tamam mı canım benim?
Hadi bakalım… Şş… Şımarma, tamam…
Nerde kalmıştık?
“Pekii… Yalnız olmayı öğrenebilmenin ve keyif alabilmenin yolu nedir?” demiştik. Evet…
*Öncelikle yalnızlığının şekli, türü, modeli ve sebebi ne olursa olsun kabulleneceksin. Kendimize yalan söylemez de yalnızlığımızın nedenini doğru irdelersek, çözümü de kolayca buluruz.
*Çözümlerimiz; günü kurtaracak değil, hayat kurtaracak türden olmalı.
*Yalnızlığımızın duygusal boyutu fazla ise, bir doktora görünsek hiç fena olmaz! Çünkü eğer, kendi kendinin doktoru – psikoloğu – terapisti – sırdaşı olmayı becerememiş biri isek, kalıcı bir hasar bırakmadan ve kendimize zarar vermeden bir uzmandan yardım almalıyız.
*’Dur bakayım, kendime yetebiliyor muyum?’ oyunu oynamak için kendini yalnız bırakmak kadar saçma sapan bir şey yoktur herhalde. Fiziksel ya da duygusal olarak kendini geliştirememiş biri zaten yalnız olmamalıdır.
*Bizi geçici olarak eğlendirecek, laylaylom vakitlerde yanımızda olacak sıradan arkadaşlar yerine (ki o da lazım ama bi yere kadar!) sağlam ve uzun vadeli dostluklar kurabileceğimiz insanlarla bir araya gelmeye, tanışmaya – kaynaşmaya çalışmalıyız.
*Hemcinsimizle ya da karşı cinsle olan ilişkilerimizde güven, sadakat ve duyarlılık göstermeliyiz ki aynısını da onlardan isteyebilelim ve böylece yalnız kalmayalım.
*Arkadaş edinemediğimizi düşünüyorsak, sebebini öncelikle kendimizde aramalıyız. Nasıl biriyiz ve karşıdakinden neler bekliyoruz? Dürüst cevaplar verirsek kendimize, daha kolay iletişim kurup arkadaşlar edindiğimizi göreceğiz. Örneğin; çekingen biri isek bunu aşmaya çalışacağız. Bencil biri isek, karşımızdakinin de isteklerine ve fikirlerine önem vermeyi öğrenmeye çalışacağız… Vs… vs…
*Yalnızken, kendimizle olmayı bileceğiz. Bir hobi edinerek, kitap okuyarak, film izleyerek, ev işi ya da bir tamirat yaparak kendimizle vakit geçirmeyi keyifli hale getirmeyi başarırsak, yalnız olmayı da başarabiliriz…
Daha da ne diyeyim, ne anlatayım bilemiyorum?! Yani şurda nerden baksan bi’ üç-beş yüz liralık seans zamanı var! Vallahi… Kaldı ki az bile söyledim yabancı değilsin diye güzel okurum. Benden anlatması…
Bünyeye alır, yoğurur, güzel bi tatlı yaparsın yapmazsın, sana kalmış şekerim…
En son da şöyle yalnızlığa dair güzel laf etmiş olanlara bi´ bakalım neler demişler;
*Yalnızlığım… Benim sidikli kontesim… CAN YÜCEL
*Bir ovanın düz oluşu gibi bir şeydir yalnızlık… CEMAL SÜREYA
*İnsanın kendine mektup yazmasıdır yalnızlık… ÖZDEMİR ASAF
*Dünyanın en kuvvetli insanı, en fazla yalnız kalabilendir… HENRİK İBSEN
*Yalnızlık kadar iyi bir arkadaş bulamadım… THOREAU
*Fena kimselerle görüşüp buluşmaktansa, yalnız kalmayı tercih ediniz… LORD COLLINGWOOD
*Bazen kalabalıkların ortasında, tek başımıza kaldığımız vakitlerinkinden fazla yalnız değil miyiz? PEYAMİ SAFA
*Asıl, yalnızken yalnız değilim… SCHİLLER
*Yalnızlık, en büyük servettir… GOETHE
*Yalnızlık, fena arkadaştan hayırlıdır… SÜHREVERDİ
*Yalnızlık, kendini sevmemektir… OKAN BAYÜLGEN
*Hayatımda hiç yalnız kalmadım. Çünkü yalnız olmayı bildim…
*Yalnızlık + Huzur >> Biriyle Tanışma > Flört > Cinsel çekim > Seks > Aşk > Sevgi > Aynı Ev > Bağlılık > Evlilik > Alışkanlık > Rutin > Bebek > Bıkkınlık > Bezmişlik > Aldatma > Ayrılık >>Huzur + Yalnızlık
*Yalnızlık zor zanaat, evet. Zaten ben de Zanaatkar değilim!Kanaat ederim ama elimde olanla yetinmesini bilirim.Ben Kanaatkar’ım!Boyun eğerim gelmişime geçmişime.Ben İtaatkar’ım!Severim tüm benliğimle, veririm her şeyimi.Ben Lütufkar’ım!Hücrelerine dolarım, kendinden geçirir, seni mest ederim.Ben Mestekar’ım!Aşık olmak zor, evet.Ama kendini bana bırak, ben yardım ederim!Ben Kadın’ım!
Can Baba’nın dediği gibi; uğruna bir şeylerden vazgeçeceğimiz değil, hiçbir şeyden vazgeçmek zorunda kalmayacağımız insanı bulup fiziksel ve ruhsal yalnızlığımıza onunla el ele son verebilmek dileğiyle dolduralım kapanış satırlarını…Üvey Zaman’larda Değil, Gerçek Zamanlı Sevdalarda buluşalım…
(Vay… ‘İri’ bir laf oldu be!)Kıvamında yalnızlara…Tadında yalnızlıklara…Şifa niyetine…Muhallebi kıvamında yalnızlıklar diliyorum…
Sağlıcakla Kal
İklim’in Dora’n