Herkese selamlar. Bu haftaki yazımda başucunuzdan ayırmadan bir solukta okuyacağınız, okumak isteyeceğiniz bir kitap tavsiyesinde bulunmak istiyorum. Etkisinde kalıp uzun vakitlerce üzerinde düşündüğüm pek çok kitap oldu ama ilk defa bir kitabı iki kere okumamdan dolayı bu kitabın yeri bende bambaşka oldu. Sözünü ettiğim kitap Hüseyin Cengiz’in kaleme aldığı “Yalnızlığın Başkenti” kitabıdır. Biyografik bir roman olup Cemal Süreya’nın dalgası hiç durmayan çalkantılı hayatına kulak vermemizi sağlıyor. Pek çok yer yurt değiştirmesine rağmen -yurt derken gönüllerde kurmaya çalıştığı yurdu da kastediyorum- hiçbir yere kendini ait hissetmeyip “Ben hangi şehirdeysem yalnızlığın başkenti orası.” dizesini kaleme dökmesi ile kitabın ismine de ilham kaynağı oluyor.
Kitabın çok ayrıntısına girmeden merak duygunuzu da kamçılamayı hedefleyerek bazı noktalara değinmek istiyorum. “Şiirin Efendisi Cemal Süreya’nın tren vagonundaki sürgünlüğüyle başlayıp Darphane müdürlüğüne uzanan çalkantılı hayat hikayesi” olarak nitelendiriliyor kitabın arka kapağında. Eskilerin bir sözü vardır: “Dışarıdan baktım yeşil türbe içine girdim estağfurullah tövbe.” Bu sözü Süreya’nın hayatıyla tam manası ile bağdaştırdım. Ülkenin kıymet verdiği, pek çok insanın hayranı olduğu, ölümünün üstünden yıllar geçse de ses getirmeye devam eden ve yüzyıllar da geçse devam edecek olan bir şair; ama içeriye girince Cemalettin olarak doğup Cemal Süreya olarak ölüşüne kadar hiç dinmeyen fırtınalar ile karşılaşıyoruz. Bu süreç içerisinde küçük yaşta annesini kaybedip, kısa süre sonra babasının eve getirdiği ve ileride karşılaştığında yüzüne tükürmenin bile değmeyeceğini düşündüğü bir üvey anne figürü giriyor Süreya’nın hayatına. Daha sonrasında küçük yaşta ailesinden ayrılıp başka şehirde yatılı yurda verilen ve bu süreçte çocuk olmadan yetişkin olan Süreya’nın hayatını anlatmaya devam ediyor yazar. Yeni arkadaşlar ediniyor, yeni insanlar girip çıkıyor hayatına ve tabi ki bir de yeni aşklar… Aşk hayatı da bir o kadar çalkantılı. Hatta o kadar çalkantılı ki bir yerde kaç kere aşık olup kaç kere evlilik yaptığını saymayı bıraktım. Lisedeki edebiyat öğretmenim “İstediğinizle evlenin ama bir şair ile evlenmeyin demişti.” Belki de bu yüzdendi. Yıllar sonra üzerinde düşündüğümde ise görünenden daha fazlasını görüp farklı boyutlardan değerlendirdim kendi içimde. Erken çocukluk döneminde, annesine en çok ihtiyaç duyduğu dönemde bir erkek çocuğun en çok kıymet verdiği varlığı kaybedip “Al bu senin anneni yerine geçecek.” denilen ve hiç kendi annesine benzemeyen bir üvey anne ile karşılaşan çocuğun yetişkin bir birey olduğunda güvenli bağlanmasını bekleyip bağlanmaktan kaçınmasını, korkmasını yadırgamak ne kadar yerinde olur ki?
Sayfalarda ilerledikçe büyük ses getiren şiirlerin, kitapların arkasında yatan anlamlara ve hikayelere de şahit oluyorsunuz. Sizce Süreya ;
Sizin babanız hiç öldü mü?
Benim bir kere öldü kör oldum.
Yıkadılar aldılar götürdüler.
Babamdan ummazdım bunu kör oldum.
Dediğinde babasını gerçekten toprağın altına mı gömmüştü yoksa yüreğinin derinliklerinde bir yere mi?
Ben nerede bir çift göz gördümse
Tuttum onu güzelce sana tamamladım.
Sen binlerce yaşayasın diye yaptım bunu.
Dizelerini kim için dökmüştü gönlünden kağıda? Üvercinka’sı kimdi ki kitabına isim olmuştu? Ya da Süreyya’daki y’yi nasıl, ne için kaybetmişti? Bu soruların cevabını merakla aramış olabilirsiniz ama bu yazıda değil, bahsi geçen kitapta mevcut.
Ölüyorum Tanrım
Bu da oldu işte
Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum Tanrım
Ama ayrıca aldığın şu hayat
Fena değildir
Üstü kalsın.
Bu dizelerden anlaşıldığı üzere kitabın sonu yaklaşıyor. Sahi hayatına onca giren çıkan insandan kaç tanesi baş ucunda göz yaşı dökmekle meşguldü, o ölüm döşeğindeyken? Kitabın birtakım noktalarından bahsettim lakin bilmenizi isterim ki bu metin sadece bir fragmandı. Şayet fragman sizi meraklandırdıysa en kısa vakitte okumanızı tavsiye ederim. Bakalım kitabı bitirip derin bir nefes aldıktan sonra siz de benim gibi “Bir Cemal Süreya kolay var olmuyormuş.” diyecek misiniz? Bir dahaki yazıda görüşmek dileğiyle esen kalın.
FEYZA ÜNSA