Uzaklaşmaya ihtiyacım vardı. Kendimi sokağa attım. Yağmur yağıyordu .-yine- İçimde buruk bir hüzün , gözyaşlarımı tutmaya çalıştığım o komik , deli , bir o kadar da aşık halim… Yolda düz bile yürüyemediğimi fark ettim. Bir saat önce aldığım antidepresan yeni yeni etki etmeye başlıyor sanırım. Yüzümde minik bir tebessüm, içimde küçük bir umut… Sonunda bir pastaneye varıyorum. Küçük bir pasta siparişi verip oturuyorum boş masalardan birine. Dalıyorum uzaklara… Telefonumun titremesiyle kendime geliyorum. Bir mesaj var şöyle diyor :
-Biz diye bir şey yok. Sen kendi hayatına bak, ben kendi hayatıma..”
O an telefondaki yazılar bulanıklaşıyor , gözlerim doldu ; taşmak üzere. O sıra bir şarkı yükseliyor pastanede ;
“Gidiyorsun , bilmediğim uzaklara…” Daha fazla tutamıyorum kendimi , gözlerimden akan yaşlara engel olamıyorum. O sıra ön masada konuşanlara tanık oluyorum. Adam şöyle diyor :
“Hayatta olması gereken şeyler var . Buna engel olamayız. Bırakın giden gitsin. Siz mutlu olmaya bakın.” Bu sözleri duyduktan sonra ayağa kalktım. Sürekli bir şeylerin üst üste gelmesine katlanamıyordum. Dışarı attığım o adımdan sonra küçük bir rahatlama geldi. Yağan yağmurun yüzüme düşüşü, gözlerimden akan yaşlarla yağmurun birleşmesi, tuzlu suyun dudaklarımı öpüşü ; yalnızlığım… O kadar tuhaftı ki ; ağlıyordum, yalnızdım, kimse yoktu yanımda. Sevdiğim o insan, ellerimi sımsıkı tutan -hiç bırakmayacakmış gibi- o adam… Yoktu artık , ellerim soğuktu. Ellerini tutamamanın acısı büyüktü. O günden sonra ellerim üşüdü hep, ısınamadı bir türlü ve sen bunu bilmedin ; bilmiyorsun , bilmeyeceksin..