Uzun zamandır “İnsan neden yalan söyler?” sorusunun cevabını arıyordum. Elbette; zaman kazanmak, anlık işini görmek gibi klasik nedenler sayabiliriz ancak maden bu soru odaklı bir metin yazma kararı verdim, o zaman bu suali derin bir şekil de muhakeme etmek yükümlülüğüne sahibim.
Yalanlar ve aldatmalar ile dolu hayatım hiç evlenmemesi gereken iki insanın hiç doğmaması gereken çocuğunun hayatıydı. Acı, dram veya trajedi değildi. Hayır değildi. Evet; her insan kendince acı çekerdi, her insan elbet bir an hayatının pamuk ipliğine bağlı olduğunu düşünürdü. Ama böyle anlarda bir umut ışığı vardır. Olmalıdır. Umut kışın ardından gelen bahar gibidir. Peki ya hiçbir zaman bahar gelmezse. O beklenen vuslat hiç olmaz ise ne olur? İnsan ne yapar? Çok basittir, belki bile isteye belkide farkında olmadan Şeytan’ı düşünür. Şeytan, bir imge gibidir, bir çok olgunun, tüm günahların imgesidir. En önemlisi ise baş kaldırışın imgesidir. Allah’ın dayattığı düzene karşı baş kaldırış… Hayranlık uyandırır. Allah’ın kudretini görüp ona isyan edebilecek kadar ahmak olması hayranlık uyandırır. Neden yaptığını, o cesareti nasıl bulduğunu merak ederiz. Sonucunda aldığı/alacağı cezayı düşünmeyiz sadece tek bir ana odaklanırız. Düşündükçe odak daha da daralır ve şeytanın tek büyük silahını kullanmaya karar veririz. Yalan. Bu düşünceyi oluşturmak sadece bir kaç saniye sürer ve tek bir şansımız olur “şeytan olup kışı sonlandırıp baharı getirmek mi” yoksa “yaşarken çürüyerek yavaş yavaş ölmek mi”? Sonucunda bizlere acı dolu hayatı reva gören Tanrı’ya Şeytan’ın aldatmacaları tercih edilir. Kaybetmekten bıkan insan kazanmak ister. Süregelen olaylarda dolaylı ya da direkt olarak Tanrı’nın hegemonyası altında ezilen insan ruhu bu seçiminin ne kadar büyük bir hata olduğunu ancak kaybedilmesi en zor olanı yani ruhunu kaybettiğinde idrak eder.
Sonuç olarak Tanrı’nın hegemonyasından kurtulmaya çalışan insan kurtuluş için sadece Allah’ın lütfu olan Şeytan’ın hegemonyası altına girer. Ancak ister inançlı ister inançsız ya da ortalarda bir yerde şu kuşku götürmez bir gerçektir ki insan aklının ortaya attığı kavramlardan en adil ikinci kavram hayattır. Hayat ne zalim ne de merhametlidir. Aksi halde ya sonsuza dek mutlu olurduk ya da acılar içinde kıvrılırdık.