Şimdilerdeki gibi, boğazımıza dek batağa batmadığımız günlerdi. Seksenlerin sonu, doksanların başı olan yıllardı çocukluk yıllarım. Sokak; yaşıyor, nefes alıyordu resmen. Her aydınlatma direği arkasında gizlenmiş bir çocuk, her müstakil evin bahçesine kaçan patlak bir top vardı mutlaka. İnsana olan güven vardı, komşuluk vardı, saygı vardı ve benim için o yıllarda en önemli olan şey vardı sokaklarda, bolca. Çocukça eğlenmek…
Bir şekilde herkesin derdine de ortak olunurdu o yıllar. Çünkü, dert sokakta deşilirdi. İltihaplı yaraya iğne batırıp irini akıtmak gibi bir şeydi bu.
Ben de istemeden de olsa bir yaranın deşildiğine kulak misafiri oldum o yıllarda. Ayağımı burktuğum için bir süre maç edemediğimden dolayı maçı kenardan izleyen, bizden yaşça büyüklerle birlikte oturduğum bir dönem…
Onur ve Tayfun abi her akşam muhabbet etmek için sokakta buluşan ve sonra da uzun uzun dertleşen iki samimi arkadaştı. İkisinin de yaşları benden oldukça büyüktü. Onur abi yeni evli, işinde gücünde, geçim derdinde olan bir adamdı. Tayfun abi ise aksi birisiydi. İnsanlarla iletişim kurmayı pek sevmeyen, kabuğuna çekilmiş, atipik bir karakterdi. Zaten uyumsuz olmasından dolayı mahalledeki tek arkadaşı da Onur abiydi. Anlatılanlara göre Tayfun abi, Güneydoğu’da askerlik yaptığı sıralarda çatışmaya girmiş ve gazi olmuş. ”Sol ayağı da o yüzden aksıyor,” diyorlardı. Yüzünde de küçük küçük ve uçuk yeşile çalan şarapnel izleri vardı. Belki de bu aksiliği o günlerin etkisindendi. Kim bilir?
Anadolu Üniversitesi’nde devlet memuruydu Tayfun abi. Durumu Onur abiye göre çok daha iyiydi. Gaziliği dolayısı ile öncelikli kontenjanından memur olduğunu duymuştum amcamdan. Yaşı hayli ilerlediğinden o da yuva kurup çoluk çocuğa karışmak istiyordu. Klasik bekâr kurguları…
Bir akşamüzeri, yine çoğu akşamüzerlerinde olduğu gibi buluşmuştu ikisi. Ben de yanlarına oturmuş maç izliyordum. Sessizce konuşuyorlarken, birden, Tayfun abinin sesi yükseldi ve ”Konuşmalarına dikkat et,” diye bağırdı Onur abiye. Ne olduğuna anlam veremedim. Onur abi ”Ben senin iyiliğin için söylüyorum Tayfun. Neriman hayatı uçlarda yaşayan bir kız. Evlilik çocuk oyuncağı değil. Düşün, taşın. Ben de yakın çevreme haber salarım, sana münasip olan birisini buluruz sen de kurarsın yuvanı,” diye savundu kendisini. ”Senin arkadaşlığın da, bulacağın münasip kadın da yerin dibine batsın. Benim bundan sonra Onur diye bir arkadaşım yok,” dedikten sonra öfkeli bir şekilde yanımızdan ayrıldı Tayfun abi. Onur abinin dudaklarından dökülen kelimeler harfi harfine kazındı belleğime: ”Sen nasıl istersen Tayfun. Ama emin ol çok pişman olacaksın. Ve şunu bil ki; Göz göre göre yakacaksın kendini.”
O sıralar yaşım küçük olduğundan ne tartışma sebeplerini anlamıştım ne de Onur abinin söylemiş olduğu son cümlenin anlamını idrak edebilmiştim. Ama ikisi de ortak bir paydada buluşmuş olacak ki bir daha konuştuklarına hiç şahit olmadım.
O günkü tartışmadan sonra Tayfun abi bir daha hiç maç izlemeye gelmedi. O gelmeyince de Onur abiyle ben oturdum bir süre. Sonra, o da çıkmaz oldu akşamları sokağa. Sıkıcı geçen günlerin ardından bir süre sonra Tayfun abi düğün davetiyesini getirdi bize. O akşamki tartışmalarının sebebi olan kızın ismi yazıyordu davetiyede: Neriman.
”Allah mutluluğunuzu daim etsin inşallah. Kısmetse geliriz. Tekrar hayırlı, uğurlu olsun,” diyerek aldı annem davetiyeyi. Dediği gibi de gittik Tayfun abinin düğününe. Onur abi gelir mi diye çok baktım ama gelmedi. Fakat kendi gelmese de eşini yollamıştı düğüne. Dikkat ettim, takı merasiminde çeyrek altın taktı Onur abinin eşi. Kısa süren takı töreni ve çalgı faslından kısa bir süre sonra davetliler bir bir ayrıldılar mekândan. Fazla kalabalık bir düğün de olmadı zaten.
Evliliklerinin üzerinden çok geçmeden sık sık kavga sesleri yükselmeye başladı Tayfun abilerin evinden. Bir keresinde kaçan topu almak için bahçelerine girmiş, oturdukları odanın önüne kadar gitmiştim. Tayfun abinin büyük bir sinirle söylediği; ”Aksak olduğum için, kendimi ezik hissettiğim için ben de çok şeyini görmezden geliyorum Neriman. Sapasağlam kadınsın, biliyorum. Ama sütten çıkma ak kaşık değilsin. Çok fazla yanlışın var ve ben de, benden dolayı olmayan bir engel yüzünden her şeyine tamam diyecek değilim,” sözlerini işitmiştim. Bunun üzerinden ne kadar bir zaman geçti hatırlamıyorum Tayfun abinin eşi Neriman’ın Bora diye birisi ile kaçtığını duyduk. Bu terk edilişten sonra kimseyle konuşmayan Tayfun abi iyice kabuğuna çekildi. Ne zaman sokağa çıksa ayıplayan gözlerin bakışları altında ezildi durdu. Tayfun abiyi her görüşümde Neriman ile tartışmalarındaki cümle geliyordu aklıma: ”Benim yüzümden olmayan bir engel yüzünden her şeyine tamam diyecek değilim,” cümlesi… Bu da öyle bir durum değil miydi? Tayfun abi yüzünden olmayan bir ayıptan dolayı neden Tayfun abi utanç duyuyordu ki? Buna anlam veremiyordum o yıllarda.
Tayfun abi çok zor günler geçirse de bir kez olsun Onur abiyle yan yana gelmedi yine. Onur abi de haklı çıktığı bir konudan dolayı ‘ben sana demiştim Tayfun’ izlenimi yaratmamak için zor gününde yanında olamadı Tayfun abinin. Kimse Tayfun abiyi alenen kınamasa da Tayfun abi durumu hazmedemediğinden günden güne utancının altında daha da ezildi. Mahallede barınamayacağını anlayınca da tayinini istedi ve Bursa’ya taşındı. Giderken, belki de sadece benimle vedalaştı.
Tayfun abinin mahalleden gidişinin üzerinden yedi yıl geçmişti. Ben de hızla geçen zamana ayak uydurmuş, büyümüş ve lise ikinci sınıfa giden bir yarı yetişkin olmuştum. Artık biraz daha olgunlaştığımdan, elimden geldiğince dünya gündemini, ülke ile ilgili haberleri takip ediyordum. Haber spikeri intihar haberini verdiğinde kanalı değiştirecektim ki, spiker atik davranıp birden haberin detaylarına giriverdi ve: ”Bursa’da, daha önce nikahlı eşinin bir başkasıyla kaçtığı öğrenilen Tayfun Y. isimli vatandaş, Nilüfer ilçesinde güpegündüz, üzerine benzin döküp kendisini yaktı. Çevredeki duyarlı vatandaşların durumu görüp bir an önce Tayfun Y.’nin yardımına koşmasıyla hızlı bir şekilde Bursa Devlet Hastanesi’ne götürülen Tayfun Y. isimli vatandaş, yapılan tüm müdahalelere rağmen yaşamını yitirdi,” dedi. Tayfun abinin haberi bittiğinde babamla göz göze geldik. İkimiz de hiçbir şey konuşamadan kaldık bir süre. Sonra babam; ”Geçmiş öyle lanet bir şey ki nereye gidersen git peşini bırakmıyor. Allah rahmet eylesin. Gururlu, namuslu çocuktu Tayfun,” dedi. Ben yine tek kelime edemedim. Benim yerime, Onur abinin Tayfun abiyle tartıştıkları o günden kalan hafızama kazınmış son cümle konuştu: ”Göz göre göre yakacaksın kendini.” Hakikaten, göz göre göre yaktın kendini be Tayfun abi!