Bugünkü yazımda size küçük alıntılarla Vehbi Koç’un kendi ağzından, kaleminden çıkan yazıların, sözlerin bir derlemesi olan Yapı Kredi Yayınları’ndan, editörlüğünü Gürel Tüzün’ün gerçekleştirdiği, “Vehbi Koç Anlatıyor” kitabını, alıntılarla anlatmaya çalışacağım.
Otobiyografileri çok severim yaşadıkları dönemin gerçeklerini tüm çıplaklığıyla size anlatırken, tarih kitaplarının yakalamakta çok zorlandığı anekdotları, edebiyat dünyasının klasik eserleri gibi duygularınıza dokunarak size yaşatırlar.
Vehbi Koç’un 1901 yılında doğup, 1996 yılında vefat edene kadarki neredeyse 1 asırlık hayatı, bize sadece ekonomi anlamında değil, bir insanın, hatta genç bir ülkenin hayatında karşılaştığı tüm süreçlere dair derin öğretiler, gözlemler, tespitler ve reçeteler sunuyor.
Aldığı ticari kararlar, siyasilerle yaşadığı diyaloglar, ülkesini temsiliyeti, bu topraklardan aldığını bu topraklara vermek için kurduğu vakıflar ve daha da önemlisi tüm bu olaylar yaşanıp, kararlar verilirken sergilediği tutum, duruşu, yöntemleri, akıl yürütmeleri, karar verme mekanizmaları ve bitmek tükenmek bilmeyen çalışma azmi ile sizi kendisine hayran bırakacak ve kendisine duyulan saygıyı kat ve kat arttıracaktır.
Eski bir Koç çalışanı olarak Koç şirketlerinin kuruluş hikayelerini ilk ağızdan dinlemenin tadına da doyamayacaksınız.
Anladığınız üzere bu kitaptan alıntı yapmak çok zor çünkü her satırı, her sayfası birbirinden değerli bu sebeple naçizane seçimlerimden ötürü şimdiden sizlerden özür dilerim, muhakkak ıskaladığım atladığım birçok noktayı sizler kitabı okurken yakalayacaksınız.
Buradaki amacım bir sinema filmi fragmanı tadında, kitaptan size sahneler sunarak bu kitabı bir an önce okumanıza vesile olmaktır. Bu yazı vesilesi ile eğer bir kişi bu kitabı alıp okursa ben kendimi fetih dönen başarılı bir kumandan gibi bahtiyar sayarım.
Döviz kaçakçılığı, vergi kaçakçılığı yapan firmaların başında bulunanların yürekleri hiçbir zaman rahat olmaz. Yaptığı kanunsuz işler aklına geldikçe iştahı kesilir, uykusu kaçar. Kanunsuz yapılan işleri şüphesiz büyük patronun yanında çalışanlar bilir. Onlara karşı patronun boynu eğik olur, her şeylerine göz yummak zorunda kalır. Emirlerinin dinlenmemesine engel olamaz. Firmasının çalışma gücü azalır, anormal kazançlarla anormal hayatlar sürüldüğü için israfa alışılır, çoluk çocuğun ahlakı bozulur, çocuklar iyi okuyamaz; kısacası iş çöker, aile çöker, ülke çöker.
Benim anayasam şudur: Devletim ve ülkem var oldukça ben de varım. Demokrasi varsa hepimiz varız. (Vehbi Koç)
Kitabın bölümleri aşağıdaki gibi değil ancak ben alıntıları bu şekilde gruplandırdım, nasıl olsa kitabı okuyacağınız için çok takılmayacağınızı biliyorum.
Osmanlı’nın Son, Cumhuriyetin İlk Dönemleri :
Ben kendi doğum tarihimi bir türlü bulamadım, anneme sordum “Üzüme alaca düştüğü zaman doğdun” dedi.
Çocukluğumun geçtiği yıllarda, evlerimizde ne akar su, ne elektrik, ne de ısınmak için kömür sobası vardı.
Ailece yıkanmak için mahalle hamamına gidilirdi, o da ancak ayda bir yapılan bir işti.
Misafir geldiği zaman 14 numaralı lamba veya lüks yanardı.
Halka gelince, Ankara halkının çoğu Müslüman Türklerdi. Bir de Hıristiyanlar ve Museviler vardı. Hıristiyanlar çalışır kazanırlardı. İyi yer içer eğlenirler; iyi giyinir, güzel evlerde otururlardı.
Türkler de çoğunlukla hoca, bakkal, bekçi ya da ambarcı olurlardı.
1902 Ankara nüfusu ; 22.769 Müslüman, 10.157 Hiristiyan ve 822 Musevi olmak üzere toplam 33.748 kişidir.
Okullar o kadar pis, o kadar ilkeldi ki, anlatmak için kelime bulamıyorum. Her zaman pire bulunur, hocalar zaman zaman bit araması yapardı.
Her semtin öğrencisi adete bir kulüp olurdu. Bazen okuldan çıktıktan sonra gruplara ayrılıp kavga ederlerdi. Biz Aşağı Yüzlüler, okul dışında Hisarlılardan, okul içinde de İstanbul’dan gelen öğrencilerden çok korkardık.
Evimiz Ankara’nın güzel semtlerinden birinde, cadde üzerindeydi. Altında dört dükkan vardı. Babam bu dükkanları ticaret yapan gayrimüslimlere kiraya verirdi. Ankara’nın bütün ticareti Ermeni,Rum ve Musevilerin elindeydi. Müslüman Türkler ülkenin sahibi olmakla birlikte çoğunluka bu üç zümrenin emrinde çalışan, basit hayat süren kimselerdi.
Şimdiki Keçiören’de bahçe içindeki evi babam, Mareşal Fevzi Çakmak’tan 1923 senesinde 2900 TL ye aldı. Çoraklıkta bizim evi merhum Celal Bayar’a 1700 TL’ye sattık.
“Diyki maişet (geçim darlığı) dolayısıyla mektebimi terk etmek mecburiyetinde kaldım, lazım gelen tasdiknamenin verilmesini rica ederim.” İmzayı attık, dilekçeyi okula verdim ve tasdiknamemi aldım. Tam 15 yaşındaydım.
Türkiye’nin büyük ihtiyaç duyduğu kıymetli eleman ve idareci yetiştirme işine gerek devletin gerekse özel sektörün önem vermesi şarttır.
Yarımlağ, 15 kiloluk saç bir kaptı. Köylü bu yarımlağa göre buğdayını ölçer ve para alırdı. Tüccar topladığı bu buğdayları normal çuvallara doldurarak Tatar arabası denilen dört tekerlekli arabalarla istasyondaki ambarlara döker veya sevkıyatçının hazır kargosu varsa, vagona yüklerdi. Bu ticareti gördüm. Basit işti, hoşuma gitmedi.
İstanbul’a ilk defa 15 yaşındayken, 1916 yaşında gittim. Babaannem gece üşürüm diye bana iki fanila giydirdi, belime şal bağladı, üzerine palto giydirdiler, davul gibi bir şey oldum ama büyüklerin emri emirdi.
Beyoğlu pırıl pırıl, ışık içinde. I. Dünya Savaşı yıllarındayız, müttefiklerimiz, Alman-Avusturya askerleri tertemiz giyinmişler, caddelerde dolaşıyorlar.
Ankara karanlık içinde, elektrik yerine gaz lambası, bazen mum yakılıyor, siyah ekmek yeniliyor, şeker son derece pahalı. Halk çoğunlukla pekmezle, üzümle çay içiyor…Bu alemden çıkıp elektrik ışığı altında beyaz ekmekle tertemiz yerlerde yemek yemek, bende büyük tepki yaratmıştı.
Kurduğu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ne babam ile beraber üye olduk, bütün Ankara heyecanla cemiyete koştu; savaş bitince Halk Partisi’ni kurdu, yine hepimiz partiye yazıldık.
Eskişehir’den yola çıktık. Şimdi otomobille 2,5 saatte alınan bu yol o zaman dört gün soruyordu.
Daha sonra düşman Eskişehir’e kadar olan bölgeyi işgal etti ve o yol tümüyle kapandı. İstanbul’la bağlantı için bir tek yol vardı, o da İnebolu’ya kadar arabayla, ondan sonra vapurla İstanbul’a varmaktı.
Vapurun Kani Bey adında bir katibi vardı. Anlaşılan Kani Bey fırtınaya çok alışmış, o fırtınada yemek zamanı piyano çalıyor, bizimse benzimiz sararmış.
Beni derhal üst katta, yanılmıyorsam 100 kişinin yattığı koğuşa götürdüler. Ottan yapılmış bir yatağa yattım. Bu koğuşta bir hafta uyku uyuyamadım. Sigara kokusu, nefes kokusu, ayak kokusu, ter kokusu… Bir hafta sonra her şeye alıştım, uyumaya başladım.
Evlendiğim teyzemin kızı Sadberk Hanım’ın yüzünü ilk defa böyle gördüm.
Birkaç defa İstabul’a gittim, geldim, fakat Nafız Bey’le olduğum zamanlar İstanbul’u bambaşka gördüm. Ben 10 liralık gömlek giyerdim; Nafız Bey Strongilo adında bir Rum’a 25 liradan 12 gömlek birden ısmarlardı.
1906 ya da 1907 yılında babam Hac’ca çıktı…. Bir altın 7 gram geldiğine göre 800 altın ile Hac’ca çıkan babam, böylece 5 kilo 600 gram yük taşımış, tabii bu yük dönene kadar yavaş yavaş azalmış. Babamın Hac’ca gidip gelmesi 9 ay sürmüş.
Ben de 57 yaşındayken Hac’ca gittim. …Bu işler bittikten sonra iş arkadaşlarıma bir genelge gönderip Hac’ca gideceğimi bildirdim. Vasiyetnamemi yazdım, Beyoğlu 4. Noteri’ne verdim. Oğlum Rahmi’ye bir mektup yazıp hayatta nasıl bir yol tutması gerektiği hakkındaki düşüncelerimi bildirdim.
Siyasilerle olan Diyaloglar :
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti sonradan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) oldu. Ben de bu yoldan CGP’li oldum. CHP Atatürk tarafından kurulmuştu ve ülkenin tek partisiydi.
Demokrat Parti’nin kurulmasından önce, yanılmıyorsam 1943’te Ankara CHP Müfettişi Kemal Satır Bey, İnönü’nün isteği ile bana Ankara milletvekilliği teklif etti. Bu teklifi, politikaya atılmayacağımı, kendi alanımda ilerleyeceğimi söyleyerek ve İnönü’nün teveccühüne teşekkür ederek kabul etmedim.
… İnönü, “Koç yalnız para kazanmakla mı meşgul olur ? İki ayda iki gününü Parti’ye parasız olarak veremez mi? ” demiş.
Politikanın ne kadar üzücü tarafları olduğunu ve bundan dolayı başıma bir çok şeylerin geleceğini bilmekle beraber reddedemedim.
Görüşmelerimde birbirleriyle çok samimi olduğunu sandığım politikacılar, kapıdan çıkar çıkmaz birbirlerinin aleyhinde bulunurlardı. Yukarıdan, köşkten bir emir gelir, verilen kararlar derhal değiştirilir köşkün dediği olurdu.
DP iktidara geçtikten sonra, bizden benzin alımını derhal kestiler. “Vehbi Koç CHP’lidir” düşüncesi hakimdi. Bu görüşün ilgililer üzerindeki etkisinden çok çektim. Bunun bir örneği de Ankara Ticaret Odası başkanlığından uzaklaştırılmamdır.
…Bunu duyunca Başbakan, ”Çağırın şu Koç’u haddini bildirelim” demiş…
…Seçimlerden sonra CHP’den istifa etmem ve DP’ye girmem için yapılan baskılar çok kuvvetlendi…
…Benden DP’ye hiçbir zaman fenalık gelmez. Buna rağmen kredilerimi keser ve iş yaptırmazsanız, yaşım 58’e geldi, bir yana çekilirim, bağ bahçe işleri ile ilgilenirim, kaderime boyun eğerim…
Menderes’in karşısına oturduk. Hoşsohbetten sonra Menderes bana, “ Ben susuz rakı içiyorum, burada bütün millet bira içiyor, su koyarsam rakı içtiğimi görecekler, ondan sonra da alabildiğine sarhoş olacaklar. Sen de susuz rakı iç” teklifinde bulundu.
Bu durum devam ederken, bir yandan İsmet İnönü, “Aman Koç’a söyleyin, dayansın diye “ haber gönderiyor….
…İktidara gelen hükümetler KİT’lere kendi adamlarını yerleştirmekte yarıştılar…
İktidarlar, hükümetler ve bakanlar değiştikçe, kilit mevkiinde olan elemanların başka görevlere tayinleri bu müesseseleri karar alamaz hale getirmiş, kadroyu zayıflatmış, idareyi iş yapamaz duruma sokmuştur. Buna bir çare bulunması şarttır.
Yunanistan, İspanya ve Portekiz Ortak Pazar’a bizden önce katılırlarsa, bizim girişimizi engelleyebilirler dedim.
Şirketlerin Kuruluş Hikayeleri :
Babam Hacı Mustafa Rahmi Efendi, 1917’de kurduğumuz Koçzade Mustafa Rahmi firmasını 1926 yılında bana devretti. Böylece Koçzade Ahmet Vehbi Firması kurulmuş oldu.
Emin Bey’le ilk işimiz Ankara Belediyesi Temizlik Müdürlüğü’nün 500 süpürge işine girmek oldu.
1920’lerde benzin tüketimi hemen hemen yok gibiydi; memleketin ihtiyacı olan bütün gaz dışarıdan teneke ve sandıklar içinde gelirdi. Mobil kumpanyasının adı o zamanlar “Standard Oil Company of New York”, gaz yağının markası da “Develi” idi,…
…şimdiki Mobil şirketiyle ilişkim 1928 yılında başladı…Yanılmıyorsam benim acenteliğe başladığım 1928 yılında bütün Türkiye’nin resmi, özel, askeri, gaz benzin tüketimi 120 bin litreydi. Bugün (1973) yıllık tüketim yaklaşık olarak 10 milyon tondur.
…1928 yılına Ford’la ilk anlaşmayı yaptık…
İstanbul şubemizi, 1937 yılında “Vehbi Koç ve Ortakları Kollektif Şirketi” adıyla…
1938 yılında 300.000 lira sermayeyle “Koç Ticaret Anonim Şirketi” kuruldu.
1943 yılında Fermeneciler’deki mağazama mühendis olduğunu söyleyen kısa boylu, ufak tefek yapılı Vecihi Karabayoğlu adında bir genç geldi…Sonunda Vecihi Bey’le bir anlaşma imzaladık; ayda 100 USD ücretle Amerika’ya gitmesi kararlaştırıldı. General Electric, US Rubber, Oliver, Burroughts, York gibi büyük firmaların temsilciliklerini almayı başardı.
… Lexington Aveneu’de General Electric binasının 25’inci katında “Ram Commercial Corporation” adıyla bir şirket kurduk.
Vecihi Beyin aracılığıyla General Elektrik şirketinden rica ettim. Amerikan hükümeti vasıtasıyla Londra-New York uçuşumu istediğim zamanda temin ettiler. İstanbul’dan Ege Vapuru ile Marsilya’ya, Marsilya’dan trenle Paris’e, Paris’ten Manş Denizi yoluyla Londra’ya, Londra’dan uçakla Amerika’ya gittim.
Bu ikinci gelişimde Türkiye’de General Electrik Ampul fabrikası kurulması kararını aldım. … Memlekette Amerikan sermayesi ile ortak ilk fabrika böylece kuruldu.
…fakat başarının her şeyden önce iyi yönetici ve elemana bağlı olduğuna inandığım için bu iş üzerinde çok duruyordum. Sonunda Ankara’da Burla şirketinde otomobil ve parça işlerinde çalışan Bernar Naum’la tanıştım, anlaştık. Böylece 1944 başında Bernar Naum, Koç Ticaret A.Ş. Otomobil Şubesi müdürü oldu.
…Ford 1928’de İstanbul’da Tophane’de kurduğu montaj tesisinin acı tecrübelerinden sonra, Türkiye’de kurulacak montaj tesisine adını vermek veya ortak olmak istemiyordu…
…Kendi kendimize bu işi başarmaya söz verdik. Bu yeni fabrikamızın adı Otosan olacaktı…. 2 Ağustos 1960 günü güzel bir törenle işletmeye açıldı…
Hilton Oteli 1955 Haziran’ında çalışmaya başladı. …1956 Ocak ayında eksiklikleri tamamlanmış olarak açtık. Adı 22 yazarımızın teklif ettiği isimler arasından bir jüri tarafından seçildi. Divan Otel’ini açarken Hilton gibi yurtdışından sanatçı getirmedik. Açılışı kendi sanatçılarımızla yaptık. Türk müziği konserini Münir Nurettin Selçuk, Batı müziğini Cemal Reşit Rey idare etti….
Birtakım yerlerde gördüğümüz büyük güçlüklere rağmen bu on yıl içinde biz de Arçelik, Bozkurt, Türkay, Otosan ve Turistlik İşletmeler anonim şirketlerini kurarak yatırımlar yaptık.
Ampul fabrikasından sonra ikinci endüstri şirketimiz Arçelik’tir. Başlangıçta hem buzdolabı, hem demir mobilya yaptık. Buzdolabı işi geliştikçe Arçelik ilk gayesi olan demir mobilya işini bıraktı, yavaş yavaş elektrikli ev aletleri endüstrisine geçti.
…Varsamis, artık Koçtaş adını almış olan Galata şubemizin müdürü Bay Menaşe’ye gelerek benim ortak olmam teklifinde bulunuyor.
…Ereğli Demir Çelik Sanayii A.Ş.’de Ocak 1966 tarihine kadar idare meclis üyesi ve başkan vekili olarak bulunduktan sonra ayrıldım.
…OYAK’ın kurulması konusundaki kanuna göre Milli Savunma Bakanı, OYAK Genel Kurulu’na Silahlı Kuvvetler dışından üç üye seçebiliyordu. O sırada Milli Savunma Bakanı olan İlhami Sancar, Bu üyeliklere Bülent Yazıcı’yı, Kazım Taşkent’i ve beni seçti, biz de toplantılara katıldık.
Öte yandan başka bir kuşku da kafamdan çıkmıyordu: Uzun ve yorucu bir çalışma ile kurduğum Koç Topluluğu’nun sürekliliğinin ölümümden sonra çocuklarım veya onların çocukları tarafından korunmaması ihtimali, zihnimi daima meşgul eden bir konuydu.
….Esas Mukavele’de imzaları bulunan kurucu ortakları, yine bir hatıra olarak buraya geçiriyorum. Koç Ailesi: Vehbi Koç, Sadberk Koç, Semahat Arsel, Rahmi M. Koç, Sevgi Gönül, Suna Koç, Çiğdem Koç. Müdürler: Hulki Alisbah, Dr. Nusret Arsel, Ziya Bengü, Adnan Berkay, İsak de Eskinazis, Erdoğan Gönül, Kenan İnal, Can Kıraç, Muhterem Kolay, İsrail Menaşe, Bernar Nahum, Behçet Osmanağaoğlu, Fazıl Öziş, Hüseyin Sermet.
…Ben 17 yaşımdan itibaren 46 sene geceli gündüzlü çalıştım, bu hale getirdim. Şimdi sizlere teslim ediyorum. Eğer bizlerin, benim ilelebet huzur içinde kalmamı istiyorsanız bu müesseseyi devam ettirirsiniz. Ufak tefek kaprisler uğruna müessese yıkılmasın…
Bize bu kadar çalıştıktan sonra bir şirket adı kaldı. Ticari şirketlerimizden biri olan BEKO’nun adı oradan gelir.”Be” Bejeranolardan “KO” Koç’tan…
Ticaret ve Sanayi Odaları Genel Sekreteri Profesör Necmettin Erbakan’dan müteşekkil bir jüri kuruldu. Eylül 1966’da ilk Türk otomobiline “Anadol” adı verildi.
…Bursa’da arsa alındı, Nisan 1969’da temel atıldı, 22 ay gibi kısa bir zamanda tamamlandı ve 12 Şubat 1971 günü törenle işletmeye açıldı.
…jüri kararıyla bu ikinci Türk otomobiline “Murat” adı verildi.
Türkeli şirketinde ortaklar arasında çıkan anlaşmazlıktan sonra da Siemens acenteliği, Siemens ile ortak olarak 1959 yılında kurduğumuz Simko Ticaret ve Sanayi şirketine devredildi. (Koç Grubu 2000 yılında Simko’daki ortaklığına son verdi. Şirketin adı Siemens Sanayi ve Ticaret A.Ş. olarak değiştirildi.)
…1980 öncesi kriz döneminde biz yolumuza devam ettik, yeni tesisler kurduk. Döktaş, Asil Çelik, Bebimot, Özemay, Aymar, Tüpko, Ardem, Tekersan, Endiksan, Kimkat, Eko, Sedko, Takosan, Tekiz, Tarko, Kimkatsan,Karsan ve Destek, bu yedi sekiz yılın tesisleridir.
Bu görüşmeden kısa bir müddet sonra Başbakan yardımcısı Erbakan’ın İtalya seyahati gerçekleşti. Be seyahatte Fiat şirketi, Türk Traktör projesinin gerçekleşmediğini görerek motor lisansını Tümosan’a vermeyi kabul etti.
…Garanti Bankası ile ilgilenmem teklifini bana 23 Haziran 1976’da bankanın kurucu ortakları Tarık Koyutürk, Halil Naci Mıhçıoğlu ve Mahmut N. İrengün getirdiler.
….Bu kararımızı öğrenir öğrenmez Sabancılar da Garanti Bankası hisselerini toplamaya başladılar ve bu gayretlerini yüzde 35 hisse seviyesini bulana kadar devam ettirdiler…
…Sakıp Bey bu teklifime,” sizin boğazınıza taktığımız zinciri biz kendi boğazımıza takmak istemeyiz, Hiçbir şart olmadan hisseniz %25’e inerse teklifinizi kabul ederiz” cevabını verdi. Bu cevap bana yeni bir ders oldu. Sonunda 1983 Eylülü’nde Garanti Bankasındaki hisselerimizin tamamını Ayhan Şahenk’e sattık ve Garanti maceramız da böylece sonlanmış oldu.
Kurulan Vakıflar ve Alınan Ödüller :
Ankara’da Ticaret Odası’na kayıtlıydım, seçimlere katılırdım. Emin Sazak da oda başkanıydı. Beni yönetim kuruluna seçtiler, ondan sonra 1928 yılında başkan oldum, (1937 dışında) 1951 yılına kadar bu görevde kaldım.
Dernekteki arkadaşlar bana cami yaptırmak istiyorlardı. Rahmetli annem de bu görüşteydi, bana durmadan cami yaptırmam için ısrar ediyordu. Benim gönlüm de öğrenci yurdundaydı.
…Ben, yurdun Bakanlığa devrini istemiyordum. Bakanlık politik bir kuruluş olduğundan, üniversiteye bağışlamakta direndim.
…Yıllardır biriktirip sakladığım 26 kilo külçe altın vardı, ben de önce bunu bağışladım…. Altın bağışını yaptıktan sonra bu binayı da çocuk hastanesi olarak kullanılmak üzere, Hazine’ye bağışladım.
…Göz Bankası’nın (bugün Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Vehbi Koç Göz Hastanesi) 90 yataklı hastanesi, laboratuvarları, klinikleriyle birlikte 3 Aralık 1963 Pazartesi günü hizmete açtık….
…Okumak isteyen fakat okumak için maddi desteğe ihtiyacı olan gençlere bu yardımı sağlamak gerekir. …sonunda 1967 yılında Türk Eğitim Vakfı, önce bir tesis olarak kuruldu. Vakıf kanunu çıkınca da bugünkü şeklini aldı.
Bu vakfın 205 kurucusu vardır. İlk kuruluşunda Dr. Nejat Eczacıbaşı Yönetim kurulu başkanı, ben ikinci başkan olduk. 1971 yılında yer değiştirdik. Şimdi ben başkan , Nejat Bey ikinci başkan olarak görev yapmaktayız.
Bu ikinci amacım Vehbi Koç Vakfı’nı kurduğum zaman gerçekleşti. Koç Holding adına olan 12 milyonluk hisse senedini Vakfa bağışladım.
..Kafamda “Turizm Geliştirme ve Eğitim Vakfı” (TUGEV) şeklinde bir model canlanmıştı.
Koç Topluluğu’nun 60’ıncı yıl kutlamaları sürerken bir başka talihim daha oldu, Milletlerarası Ticaret Odası (MTO;International Chamber of Commerce;ICT) tarafından “Dünyada Yılın İşadamı Ödülüne” layık görüldüm.
Özlü Sözler:
Bence, gençlerin babalarının sağlığında kazanacakları itibar, ilerde yapacakları iş bakımından çok önemlidir.
Doğru iseniz, azimli iseniz, her çareye başvurmanız ve hakkınızı aramanız gerekir, iş düzelir. Bunu bizden sonra geleceklere örnek olması için anlattım.
Bir gelişimde Haydar Bey’le yemek yedik, sonra Boğaz’a giderken otomobilde, “Her işte hesap olur, kadın işinde hesap olmaz” dedi.
İnsan kazandıkça,” her şeyi ben bilirim” sanıp elindeki serveti tehlikeye düşürmemeli.
Döviz kaçakçılığı, vergi kaçakçılığı yapan firmaların başında bulunanların yürekleri hiçbir zaman rahat olmaz. Yaptığı kanunsuz işler aklına geldikçe iştahı kesilir, uykusu kaçar. Kanunsuz yapılan işleri şüphesiz büyük patronun yanında çalışanlar bilir. Onlara karşı patronun boynu eğik olur, her şeylerine göz yummak zorunda kalır. Emirlerinin dinlenmemesine engel olamaz. Firmasının çalışma gücü azalır, anormal kazançlarla anormal hayatlar sürüldüğü için israfa alışılır, çoluk çocuğun ahlakı bozulur, çocuklar iyi okuyamaz; kısacası iş çöker, aile çöker, ülke çöker.
İnsanın, eserlerini sürdürmek konusunda çocuklarının düşüncelerine bir takdir payı ayırması gerekiyor. Onlara güvenmemek için esaslı bir sebep yoktur.
Her memleketin birinci kuvveti iyi yetişen gençlerdir.
Dost ve komşu ülkeler gençleri burada kazandıkları arkadaşlıkları ve sevgiyi ömürleri boyunca saklar ve kendi memleketlerine ve muhitlerine aşılarsa, dünya barışına da ayrıca yararlı olacaktır.
Yani ben de Japonlar gibi kişi, firma, memleket olarak ekonomik güç kazanmanın lüzumuna inanırım. Böyle bir güce sahip olduğunuz zaman herkes dostunuzdur, aksi halde kimseyi yanınızda bulamazsınız.
Muvaffak olmuş sistemleri yeniden keşfedecek değiliz, aynen alır, uygularız. Kuşkusuz temel prensip her işi ehline vermektir.
Petrol aldığımız memleketlere, bedelini malla ödenmesi şartını koymalıyız.
1985 Ekimi’nde Hürriyet gazetesinden Emin Çölaşan benimle uzun bir “Pazar Sohbeti” yapıyordu. …”Bu düzeye hep dürüst yollardan mı geldiniz, yoksa arada sırada vergi kaçırdığınız filan oldu mu?” diye sordu…
…Elimizde turizm gibi bir fırsat var…
Yaptığınız işin doğruluğuna inanıyorsanız, bunlar sizi sarsmasın cesaretle yürüyünüz…
“İş hayatımda, hükümetler ve politikacılarla olan münasebetlerimden ve ahbaplıklarımdan istifade etmeyi asla düşünmedim.”
NOT: Yazıda bahsi geçen kitap, 1973 yılında yayımlanan “Hayat Hikayem ve 1987 yılında yayımlanan “Hatıralarım, Görüşlerim, Öğütlerim” kitaplarının bir derlemesidir. Bazı konuları bilerek eksik bıraktım ki kitabın özeti gibi olmasın. Günümüzle olan benzerlikler, gelenekler, tutumlar değişenler ve değişmeyenlere yönelik değerlendirme yapmaktan kitaba zarar veririm endişesi ile bilinçli olarak kaçındım. Ne kadar kısa yazmam gerektiği hususunda kendimi şartlandırsam da kitabın her satırı birbirinden değerli olduğu için bu amacıma ulaşamadım, bu kadar uzun olduğu için affınıza sığınırım.