Ve işte o sokağın başındayım yine. Yalnızlığımla harmanladığım yorgunluğumun yağmuruyla ıslanmış bir şekilde, yine o yolun başında. Sonunu bile bile yürümeye başlayacağım, yine yeniden yürümem gerektiğini bile bile bir yerlerde kaybolacağım, gök yüzüne veda etmiş güneşin karanlığı altında kaybolacağım o sokağın başında. “Hayat” demeyi belki de kaçış bulacağım kendime bu defa. Belki de bu defa kaçacağım her yol, yine kaçmaya çalıştığım yola çıkacak. Olsun, yürümedikçe bilemeyeceğim yolun sonunda ne olduğunu. Yarınlara umutla uyanmak istediğim her gün, bir önceki gün bir kaç adım daha atmak zorunda kalacağım. Umutların tek hayat bulduğu yer hayallerim iken, ben yine de üstüne üstüne koşacağım.
Peki, sen koşacak mısın sayın okur? Her günün bir önceki gününden farklı olması için bugün bir şeyler yapacak mısın? Bir şeyler yapmalı mıyız ya da? Yapmak zorunda mıyız? Belki de bu değil midir hayat diyerek kaçtığımız yerin tek kuralı. Bir şeyler yapmak zorunda olmak. Peki ne zamandır oyunu kurallarına göre oynamaya başladık. Ya da başlayacak mıyız? Teslim olmak mı tek çare, yoksa teslim olmuşlardan ders çıkartmak mı bu oyunun en büyük zaferi? Düşe kalka mı öğrenmeliyiz acıtan her şeyi, yoksa acıları kabuk bağlamış insanların izlerinden dersler mi çıkartmalıyız? Hala geçmemişse dünlerin yarınları, yarınlara birer tutam anı bırakmak değil midir hayatı hayat yapan? Hatrı kalır belki bu defa? Belki bu sefer bir kırk yılı kahve değil de biz kurtarırız? Tebessümlerini altın kafese koyup saklama zamanı gelmedi mi sence de sayın okur? Bulabileceğimiz meçhul iken, neden yapmayasın?