Uzakta bir yerde temiz bir deniz var. Dalgalar kıyıya çarparak beyaz köpükler oluşturuyorlar. O sırada gördüğüm rüya geliyor aklıma. Kayığımı atıyor denize bir adam rüyamda. Teşekkür ediyorum. “Sen olmasan zor atardım bu kayığı” derken adama; içimden geçen şu aslında: Atamazdım, illa ki seni çağıracaktım zaten. Neyse ki sen kendin geldin. Neden yüzün yok senin?” Peki, benim yüzüm neden yok?
Bodrum’dayız. Kayığı bir atıyoruz ki denize, oho her yer dalga. Koca koca dalgalar. Korkuyorum ben. “Arkana baksana” diyorlar. Bakınca dehşete kapılıyorum. Öyle büyük bir dalga ki gelen, kıyıya çarptığında tepeleri aşacak. Bu dalga beni sürükler. Ölürüm binalara çarpa çarpa. Ne halt edeceğim şimdi? Düşünene kadar, kaçsam ya. O dalgadan kaçmak mümkün mü?
Kaç kere ölümle burun buruna geldim o gece. Ama ölmeyeceğimi biliyordum. Maxim’in silahı oyuncaktı. Kurşunun çıkacağı yer kapalıydı. Biliyordum ölmeyeceğimi; ama yine de korkuyordum.
Asansöre biniyorum. Yedinci katın düğmesine basıyorum. Asansör katları tek tek çıkıyor. Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedide durmuyor. Sekize, dokuza, ona çıkmaya devam ediyor. Bir panik hissediyorum. Nereye kadar? Nereye kadar çıkabilir bu asansör durmadan? Son kat düğmesine bakıyorum. Yirmi ikinci kat, son kat. Duracak mı orada asansör? Ya durmazsa?
Maxim beni yine fırlatmadı yirmi ikinci kattan havaya. Aşağı da düşmedik. Rüyanın sonunu bilmiyorum ki. Hiç görmedim!
Şimdi bir kırlık alandayım. Fırtına var. Ve bir otobüs, oradaki herkesi alıp götürüyor. Tek başıma kalıyorum. Arkalarından el sallıyorum. Yine kaçırıyorum otobüsü.
Maxim’e bakıyorum. Yalnızız. Hadi Maxim, ne yapacaksan yap. Rüyalar boyu senin yapacaklarını beklemekten bıktım. Maxim silahını bana doğrultuyor. Silah oyuncak; kurşunun çıkacağı deliğin ağzı kapalı. Ölmeyeceğimi biliyorum.
Maxim kim mi? Bilmem, sadece rüyalarımda görüyorum. Başkaca bir samimiyetim yok kendisiyle.