Uydurulan Yunan Kimliği ve Yunanistanda Azınlıklar

Yunan kimliği 1600’lerin ikinci yarısında Avrupa’da doğan ve 150 yıl içerisinde doruğa ulaşan klasizm akımı ile bir “Yunanistan” meydana getirmek istediler ve Yunancayı doğru dürüst konuşamayan Hristiyan Arnavutlar örgütlenerek ortaya bir Yunanistan çıkarılarak  bir Yunan kimliği oluşturuldu.Oluşturulan kimlik ortodoks  kilisesi aracılığıyla inşa edildi.

Çeşitli ırklardan  Ortodokslar

 çoğunluğu Hristiyan Arnavut olmak  üzere Rum Ortodoks  kilisesinin ayın dili Yunanca olduğu için  Yunanlılaştırıldı. Bunlar İçinde    Arnavutlar, Makedonlar, Ulahlar, Ortodoks Araplar, Ortodoks Türkler  vardır.

Yunanistan’ında tam bir homojenlik yoktu.

Örneğin Atina ve üzerinde yer aldığı Attika yarımadası Arnavut çoğunluklu idi.

Yine Mora Yarımadasında (Müslümanlar yok edilene dek) yaşayan Hristiyanların büyük kısmı Hristiyan Arnavutlardı. 

Yunanistan’da  Azınlıklar

  Türk azınlığı,Yunanistan’ın resmî rakamına göre  Yunanistan vatandaşı  Türk  nüfusu  150.000   Batı trakyada olmak üzere Oniki  Adalar Rodos ve İstanköy Adaları’nda 20 binden fazla Türk   yaşamaktadır.

Türkiye ve Yunanistan’ın taraf olduğu anlaşmalar uyarınca Batı Trakya’daki Türk nüfus ile İstanbul, Gökçeada ve Bozcaada’daki Rum Ortodoks nüfus, iki ülke arasındaki zorunlu mübadelenin dışında bırakılmıştır. Bu çerçevede, halihazırda Batı Trakya’da sayıları 150.000 civarında Müslüman Türk Azınlık bulunmaktadır. 1923 Lozan Barış Antlaşması’yla Batı Trakya Türk toplumuna “azınlık” statüsü tanınmıştır. Lozan Antlaşması’nın 37. ila 44. maddeleri, Türkiye’deki Müslüman olmayan Azınlıkların haklarına ilişkin düzenlemeleri içermekte; 45. maddesi ise, Türkiye’nin Müslüman olmayan Azınlıklara tanıdığı bu hakların Yunanistan tarafından da, topraklarında bulunan Müslüman Azınlığa tanındığını belirtmektedir.
Yunanistan’daki Türk varlığı Batı Trakya’yla sınırlı olmayıp, Rodos ve İstanköy ağırlıklı olmak üzere Onikiadalar’da yaşayan ve sayıları 6.000 civarında olan bir Türk nüfus da bulunmaktadır. Ancak, Yunanistan 1923 yılında Lozan Barış Antlaşması imzalandığında Onikiadalar’ın İtalyan yönetimi altında bulunduğu gerekçesiyle sözkonusu soydaşlarımıza azınlık statüsü tanımamaktadır.
A. BATI TRAKYA TÜRK AZINLIĞI (BTTA)
Batı Trakya coğrafi olarak Rodop, İskeçe (Xanthi) ve Meriç (Evros) illerini kapsamaktadır. Türk-Yunan ilişkilerinin seyrine paralel olarak Yunanistan yönetiminin Batı Trakya Türk Azınlığı (BTTA) mensuplarının “vatandaşlık haklarını” kullanmaları bakımından son yıllarda olumlu değişiklikler olmuşsa da, “azınlık hakları” konusunda herhangi bir iyileşmeden söz edilmesi mümkün değildir. Aksine, özellikle eğitim ve dini özgürlükler alanlarında geriye giden uygulamalar hayata geçirilmektedir.
Azınlığa yönelik baskı politikaları neticesinde, 1920’li yıllarda Batı Trakya nüfusunun % 65’ini oluşturan BTTA’nın bölgedeki nüfus oranı % 30’lara gerilemiştir. Keza, Batı Trakya Türkleri’nin 1923’te % 84 civarında olan toprak sahipliği, % 25 düzeyine kadar inmiştir.
Soydaşlarımızın azınlık haklarından yararlandırılmaları açısından bakıldığında, Yunan yönetimlerinin uygulamalarının 1960’lardan itibaren tedricen gerilediği görülmektedir. Örneğin, soydaşlarımız 1967 yılından itibaren vakıf yönetimlerinden uzaklaştırılmışlar; 1970’lerden itibaren “Türk” sıfatının kullanılması suç olarak nitelendirilmeye başlanmış; 1980’lerde isminde “Türk” sıfatı olan azınlık sivil toplum kuruluşları yasadışı ilan edilmiş ve Batı Trakya vakıflarına yönelik ayrımcı yasa kabul edilmiş; 1990’larda Müftülerin seçimine ilişkin 1920 tarihli yasa feshedilerek, çıkartılan Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle “tayinli Müftü” uygulamasına başlanmış; iki ülke Dışişleri Bakanlıkları arasında 1952 ve 1955 yıllarında yapılan mektup teatileri uyarınca ülkemiz tarafından Batı Trakya’daki azınlık okullarında görevlendirilen 35 kontenjan öğretmeninin sayısı Yunan tarafınca 1991 yılından başlayarak tek taraflı olarak azaltılmış ve nihayetinde 16’ya indirilmiş; son dönemde yeni azınlık okullarının açılmasına ilişkin talepler cevapsız bırakılmıştır.

Etnik kimliğin tanınmaması sorunu:
Yunanistan yönetimi, “Türk Azınlık” ifadesinin Lozan Barış Antlaşması’nda yer almadığını ileri sürerek, Azınlığın etnik kimliğini tanımlama hakkını kabul etmemektedir. Lozan Barış Antlaşması’nın “Azınlıkların Korunması” başlıklı maddelerinde “Müslüman” tabiri kullanılmışsa da, Antlaşma’nın diğer hükümlerinde geçen “Türk” sıfatından ve Konferans tutanaklarında yer alan beyanlardan, mübadele dışı bırakılan Batı Trakya’daki Azınlık mensuplarının Türk oldukları açıkça anlaşılmaktadır. Ayrıca, gerek “Türk ve Rum Ahalinin Değişimine dair Türkiye ile Yunanistan arasında İmzalanan Sözleşme ve Protokol” gerek mübadeleye tabi olmayan kişilere verilen “etabli” belgesinde “Türk” ve “Rum” kelimeleri geçmektedir.
Yunanistan makamları 1950’li yıllarda “Müslüman” yerine “Türk”, “Müslüman okulları” yerine ise “Türk okulları” ifadelerini kullanmaya başlamış, hatta dönemin Trakya Valiliği, 1954 ve 1955 yıllarında, azınlık için “Müslüman” yerine “Türk” kelimesinin kullanılmasını zorunlu kılan iki genelge yayımlamıştır. Yunanistan, 1970’lerde siyasi saiklerle bu politikasını değiştirerek, bu kez “Türk” yerine “Müslüman” kelimesinin kullanılmasını zorunlu tutmuştur.
1927’de kurulan ve Azınlığın en eski sivil toplum örgütü olan “İskeçe Türk Birliği”nin (İTB) isminde “Türk” kelimesi bulunduğu gerekçesiyle yasaklanması üzerine, bu konuda açılan dava ve benzeri gerekçelerle kurulmalarına izin verilmeyen “Rodop İli Türk Kadınları Kültür Derneği” ile “Evros Azınlık Gençleri Derneği” (“azınlık” geçmesi nedeniyle) davaları, Azınlık mensuplarınca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşınmıştır.
AİHM, sözkonusu üç davada Yunanistan’ın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) dernekleşme özgürlüğüne ilişkin 11. maddesini ihlal ettiğine hükmetmiştir. İskeçe Türk Birliği davasında ayrıca, AİHS’nin 6. maddesinin (adil yargılanma hakkı) ihlal edildiğine hükmetmiş ve bu çerçevede Yunanistan 8.000 Avro manevi tazminat ödemeye mahkum edilmiştir. Yunanistan, sözkonusu kararları uygulamaya yanaşmamaktadır. AİHM kararının kesinleşmesi sonrasında kapatılma kararlarının kaldırılması ve eski resmi statüye kavuşulması amacıyla bahsekonu dernekler hukuki mücadelelerini sürdürmektedirler.
AİHM tarafından alınan bu kararlara rağmen kapatılan derneklerin yeniden faaliyete geçmesinin sağlanamamasının yanısıra isminde “Türk” kelimesi bulunan yeni derneklerin kurulmasına da izin verilmemektedir.
Yunanistan’ın AİHM kararlarını uygulamaması nedeniyle keyfiyet AİHM kararlarının icrasının gözden geçirilmesinden sorumlu merci olan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin gündeminde yer almaya devam etmektedir.
Eğitim alanındaki sorunlar:
– Çift dilli azınlık anaokulları açılmasına izin verilmemesi : Yunanistan’da 2007 yılında yapılan mevzuat değişikliği uyarınca, ilkokul öncesi anaokulu da zorunlu hale getirilmiş ve bu değişiklik, 2011-2012 eğitim-öğretim yılından itibaren azınlık okulları için de uygulamaya konulmuştur. Ancak, soydaşlarımızın Lozan’dan kaynaklanan eğitim hakları çerçevesinde Türkçe de eğitim almalarını sağlayacak çift dilli anaokulu açılması talepleri, Yunan makamlarınca 2011 yılından bu yana cevapsız bırakılmaktadır. Yunan devletinin azınlık çocukları için açmış olduğu, sadece Yunanca eğitim veren 57 anaokulu mevcuttur. Bu okullarda Yunanlı öğretmenler görev yapmakla birlikte 2018 yılı itibariyle pilot uygulamayla Yunan anaokullarında tercüman sistemine geçilmiştir. Bu uygulamada Türk soylu öğretmen sınıfa tercüman olarak dahil edilmektedir. Bilimsel çalışmalarla uyuşmayan bu uygulama ile Türk azınlığın çift-dilli anaokulu talebinin önü kesilmek istenmektedir. Nitekim, Azınlık kuruluşlarının 2011 ve 2018 yıllarında özel anaokulu açma taleplerini Yunanistan Milli Eğitim Bakanlığına iletilmişler, ancak bu talepler karşılık görmemiştir.
-Azınlık okullarının kapatılması ve birleştirilmesi: Yunan Hükümetinin idari reform çalışmaları kapsamında, 2011 yılından bu yana Batı Trakya’daki Türk Azınlığa ait onlarca ilkokul kapatılmış ve/veya birleştirilmiştir (Toplam 60 okul). Bu uygulama, soydaşlarımızın yoğun olarak yaşadığı, azınlık okuluna ihtiyaç duyulan başka yerlerde azınlık okulu açılmasına olanak sağlamamıştır. Yunan tarafı bunun “kapatma” değil, öğrenci yetersizliğinden dolayı “askıya alma” uygulaması olduğunu iddia etmekte; soydaş veliler ise azınlık öğrencilerinin Yunan devlet okullarına gönderilmesini amaçlayan bir adım olarak görmektedirler. Yunanistan’da halihazırda 128 Azınlık okulu aktif olarak çalışmaktadır.
– Azınlık okullarının yetersizliği ve yeni azınlık okullarının açılışına izin verilmemesi: Batı Trakya’da her yıl Azınlık ilkokullarından mezun olan 1000 kadar öğrencinin devam edebileceği, biri Gümülcine(Celal Bayar Azınlık Ortaokulu-Lisesi), diğeri İskeçe’de ( Muzaffer Salihoğlu Azınlık Ortaokulu-Lisesi) olmak üzere sadece iki Azınlık ortaokulu-lisesi mevcut olup, sözkonusu okulların fiziki koşulları ihtiyaca cevap vermemektedir. İskeçe Muzaffer Salihoğlu Azınlık Ortaokulu-Lisesi’nin tümüyle yeni bir binaya ihtiyacı vardır. Azınlığın yeni azınlık okulu açma talebi karşılanmamaktadır.
– Azınlık okullarında nitelikli öğretmen ihtiyacı: 2002-2003 eğitim-öğretim yılından bu yana azınlık ilkokullarında, Türkiye’deki öğretmen okullarından mezun soydaşlarımızın görevlendirilmesine Yunanistan tarafından izin verilmemektedir.
Ülkemizdeki Eğitim Fakültelerinden mezun soydaş öğretmenlerin yerine alternatif öğretmen kadrolarının oluşturulması amacıyla Yunanistan’da 1968 yılında cunta yönetimi tarafından Selanik Özel Pedagoji Akademisi (SÖPA) kurulmuştur. SÖPA’da verilen formasyonun yetersizliği azınlık okullarında verilen eğitimin kalitesini de olumsuz yönde etkilemiş, bu nedenle BTTA’nın sözkonusu akademiye yönelik uzun yıllar süren tepkisinin ardından 2014 yılında SÖPA kapatılmıştır.
Ayrıca, 1952 ve 1955 yıllarında iki ülke Dışişleri Bakanlıkları arasında yapılan mektup teatilerine istinaden, Batı Trakya’daki Türk azınlık okulları ile ülkemizdeki Rum azınlık okullarında karşılıklı olarak görevlendirilen 35 kontenjan öğretmeninin sayısı, Yunanistan tarafından 1991 yılından itibaren aşamalı olarak azaltılarak 16’ya düşürülmüştür. Ayrıca, sözkonusu belgelerde herhangi bir sınırlama olmamasına karşın ülkemizden görevlendirilen öğretmenlerin İskeçe’deki azınlık okullarında görev yapmalarına da Yunan makamları uzun yıllar izin vermemişlerdir. Azınlık okullarında yeterli sayıda nitelikli öğretmenin görev yapmasına izin verilmemesi, eğitim kalitesinin de düşmesine neden olmaktadır.
Dini özgürlükler alanındaki kısıtlamalar:
Azınlığın dini lideri olan Müftülerini seçme hakkı 1913 tarihli Atina Antlaşması’yla öngörülmüş olup, Yunan yönetimince 1920 yılında kabul edilen bir yasayla (“2345/1920”) Yunan iç hukukuna dercedilmiştir.Yunan yönetimi 1990 yılında bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’yle BTTA’nın bu hakkını elinden almış ve Müftülerin Yunan yönetimince tayinle işbaşına getirilmeleri şeklinde yeni bir uygulama başlatmıştır. Bunun neticesinde bugün Gümülcine ve İskeçe’de, hem Azınlık tarafından seçilmiş Müftüler hem de Yönetim tarafından “atanmış Müftüler” bulunmaktadır. “Atanmış Müftüler”, Yunan makamlarınca muhatap kabul edilmekle birlikte, kendilerine bağlı camilerin sayısı ve Azınlıkla ilişkileri bakımından etkisiz bir konumda bulunmaktadırlar.
Yunan yönetimlerinin 1990’ların ikinci yarısından itibaren seçilmiş Müftüler aleyhinde görev gaspı suçlamasıyla açmış oldukları ve mahkumiyetle sonuçlanan davalar, iç hukuk yolları tüketildikten sonra AİHM’e taşınmış ve AİHM, beş kez Yunanistan’ın AİHS’nin düşünce, vicdan ve din özgürlüğünü güvence altına alan 9. maddesini ihlal ettiğine hükmetmiştir.
Ayrıca, son dönemde seçilmiş Müftüler üzerindeki baskı artmaktadır. Bir azınlık mensubunun cenaze namazını kıldırdığı için Müftülük makamını gasp suçlamasıyla İskeçe seçilmiş Müftüsü 2017 yılında 7 ay hapis cezasına çarptırılmıştır (üç yıl boyunca aynı suçtan hüküm giymemesi durumunda cezası düşecek, aksi takdirde infaz edilecektir).
Yunan Parlamentosu, “240 İmam Yasası” olarak bilinen, seçici bir kurul kanalıyla camilere, okullara, Müftülüklere “Din Görevlisi/Din Öğreticisi” görevlendirilmesini öngören 3536 sayılı yasayı, azınlığın, Lozan Antlaşması’yla sağlanan inanç özgürlüğü alanındaki otonomisine müdahale teşkil ettiği cihetle karşı çıkmasına rağmen, 2013 yılında kabul etmiş ve uygulamaya koymuştur.
Vakıflar:
1967 yılında göreve gelen Cunta Yönetimi, Lozan Antlaşmasının 40. maddesi ( Batı Trakya Türk Azınlığı’nın giderlerini kendileri karşılamak üzere, her türlü hayır kurumu, dinsel ve sosyal kurum, her türlü okul ve buna benzer öğretim ve eğitim kurumları kurmak, yönetmek, denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dinsel ayinlerini serbestçe yapmak konularında eşit hakka sahip olması ) hilafına, seçimle işbaşına gelmiş olan Gümülcine ve İskeçe Türk Cemaati Vakıfları İdare Heyetlerini azletmiş ve bu heyetlere kendi belirlediği kişileri tayin etmiştir.
Azınlığın 1967 yılından itibaren yönetiminde söz hakkına sahip bulunmadığı vakıflarına tahakkuk ettirilen gelir ve emlak vergilerinin yüksekliği nedeniyle vakıf malları, vergi borçları nedeniyle ipotek altına alınmıştır. Yunan Parlamentosu tarafından 27 Mart 2007 tarihinde kabul edilen yasa ile getirilen vergi affı, sorunları çözememiş olup, vakıflar geçmişten kaynaklanan borçlar nedeniyle halen baskı altındadır.
19. madde mağdurları/Yunan vatandaşlığından çıkartılan azınlık mensupları:
1955 tarihli Yunan Vatandaşlık Yasası’nın 1955 ile 1998 yılları arasında yürürlükte olan “ Yunan kökenli olmayan bir kişinin geri dönme niyeti olmadan Yunanistan’ı terk etmesi halinde, Yunan vatandaşlığını yitirdiği ilan edilebilir ’’ şeklindeki 19. maddesi işletilmek suretiyle, genellikle gıyaben yapılan idari tasarruflarla, çoğunluğunu Batı Trakyalı soydaşlarımızın oluşturduğu onbinlerce kişi vatandaşlıktan çıkartılmıştır.
Yunanistan İçişleri Bakanlığı, 19. madde çerçevesinde Yunan vatandaşlığını kaybedenlerin sayısını 46.638 olarak açıklarken, ECRI (Irkçılığa ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu), 24 Şubat 2015 tarihinde yayınlanan Yunanistan hakkındaki raporunda, sözkonusu rakamın 60.000 olduğunu kaydetmiştir.
Yunan vatandaşlığını kaybeden soydaşlarımızın bir kısmı Türk vatandaşlığına, bazıları ise yaşamakta oldukları Batı Avrupa ülkelerinin vatandaşlığına geçmişlerdir. Halen 19. madde mağdurları arasında “vatansız” statüsünde soydaşlarımız dahi bulunmaktadır.
Yunanistan vatandaşlığından çıkarılan BTTA mensupları, aynı zamanda AB vatandaşı olarak sahip olmaları gereken haklardan da mahrum kalmışlardır.
Sözkonusu madde, 1998 yılında yürürlükten kaldırılmış olmakla birlikte, 19. madde mağdurlarının tekrar Yunan vatandaşlığına alınmalarını sağlayacak ve soydaşlarımızın mağduriyetlerini “geriye dönük” olarak giderecek özel bir düzenleme öngörülmemiştir.
Siyasi temsil düzeyi:
Merhum Dr. Sadık Ahmet, ilk kez 1989’da, bilahare 1990 yılında yapılan erken seçimler sonucunda Yunanistan Parlamentosuna bağımsız azınlık Milletvekili olarak girmiştir. Ancak, Yunanistan’da Seçim Yasası’nda 24 Ekim 1990 tarihinde yapılan bir değişiklikle getirilen % 3’lük ülke barajı uygulamasının bağımsız adaylar için de geçerli olması nedeniyle, BTTA’nın Yunanistan Parlamentosu’na, bağımsız temsilci gönderme imkanı fiilen elinden alınmıştır.
Dr. Sadık Ahmet’in 1991 yılında kurduğu, azınlığın Dostluk Eşitlik Barış (DEB) Partisi, 25 Mayıs 2014 tarihinde düzenlenen ve ilk defa katıldığı Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde, Rodop ve İskeçe illerinde sırasıyla % 42 ve % 26 oy oranlarıyla birinci parti; Rodop, İskeçe, Meriç, Kavala ve Drama’yı içine alan Doğu Makedonya Trakya bölgesinde ise % 12.23’lük oy oranıyla üçüncü parti olmuştur. Ancak, AP’ye temsilci gönderememiştir.
% 3’lük ülke barajı uygulamasının bağımsız adaylar için de geçerli olmasından ötürü BTTA mensuplarının milletvekili seçilebilmeleri için diğer siyasi partiler tarafından aday gösterilmeleri zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Son olarak, 20 Eylül 2015 tarihinde yapılan genel seçimlerde, 3’ü Rodop, 1’i İskeçe’den olmak üzere, toplam 4 azınlık mensubu parlamentoya girmiştir.
B. ONİKİADALAR’DA YAŞAYAN SOYDAŞLARIMIZ
Yunan makamları, 1923 yılında Lozan Barış Antlaşması imzalandığında Onikiadalar’ın İtalyan yönetimi altında bulunduğu gerekçesiyle, Rodos ve İstanköy Adaları’nda yaşayan soydaşlarımıza azınlık statüsü tanımamaktadır.
Rodos ve İstanköy Adaları, 1912 yılında Osmanlı egemenliğinden çıkmalarının ardından İtalya tarafından ilhak edilmiş, 1947 yılında ise Paris Barış Antlaşması uyarınca Yunanistan’a devredilmiştir. Yunanistan’ın Onikiadalar’ın yönetimini devralmasının ardından çıkarılan 517/1947 sayılı Kanun ile mevcut İtalyan yasalarının ve düzenlemelerinin Yunan mevzuatına aykırı olmadığı sürece geçerliliğini sürdüreceği kabul edilmiştir.
İtalyan mevzuatı, İslam Cemaati ve Vakıf idarelerinin hak ve yetkilerini belirlemiş, Başkan ve Yönetim Kurullarının oluşturulmasını ayrıntılı bir şekilde saptamış ve Cemaat, Vakıflar ile Müftülük’ten oluşan üçlü bir sistemi, bu unsurların birbirlerini denetleyeceği bir şekilde yapılandırmıştır. 1965 yılına kadar aynen yürürlükte kaldığı bilinen ve “Onikiadalar Hukuku” olarak anılan bu mevzuat, sonradan tedricen uygulanmaz olmuştur. Onikiadalar’da yaşayan soydaşlarımızın bu durumdan kaynaklanan hak kayıpları sözkonusudur.
20. yüzyılın başlarında Onikiadalar’daki Türk nüfusun 20.000 civarında olduğu bilinmektedir. Ancak, iş kurma ve gayrımenkul satın almalarına izni verilmemesinden dolayı 1950’den sonra adalardan ayrılmak zorunda kalan Türk soylulara Rodos’a tekrar dönmeyeceklerine dair belge imzalatılmış; 1967 yılında Yunanistan’da cuntanın yönetime gelmesiyle, Kıbrıs’la ilgili gelişmelerin de etkisiyle, Rodos ve İstanköy’de yaşayan soydaşlarımız üzerindeki baskılar artmış ve 1974 yılında adalardan göç edenlerin sayısı en yüksek seviyesine ulaşmıştır. Keza, 1955-1998 yılları arasında, Yunan Vatandaşlık Kanunu’nun 19. maddesi nedeniyle birçok soydaşımız Yunan vatandaşlığını kaybetmiştir. ( Daha fazla bilgi için “Batı Trakya Türk Azınlığı/19. madde mağdurları/Yunan vatandaşlığından çıkartılan azınlık mensupları” bölümüne bakınız. ) Bu gelişmeler neticesinde, günümüzde Rodos ve İstanköy’de yaşayan soydaşlarımızın sayısının 6.000 civarında olduğu tahmin edilmektedir.
1970 yılında çıkartılan ve “Katalipsis” olarak bilinen, on yıl içerisinde tapu dairesine bildirilmeyen taşınmaz mal ve mülklerin hazineye intikal edeceği hükmünü içeren kanun, vatandaşlıktan çıkartılmış ve Yunanistan’a girmelerine izin verilmeyen soydaşlarımıza ait malların da gasp edilmesine gerekçe sağlamıştır.
Etnik kimliğin inkarı: Yunanistan, Batı Trakya’da olduğu gibi, Rodos ve İstanköy’deki soydaşlarımızı da ‘Müslüman’ nüfus olarak tanımlamakta; ‘Türk’ veya ‘Azınlık’ nitelendirmesini içeren dernekleri tescil etmemektedir. Bu çerçevede, 1912’de kurulan “Rodos Türk Toplumu”nun faaliyetleri 1967 yılında yasaklanmış ve sözkonusu dernek 1987 yılında kapatılmıştır.
Anadilde eğitim veren okulların kapatılması: 1972 yılında, Rodos’ta Süleymaniye Medresesi dâhil üç çift dilli okul, İstanköy’de ise, iki çift dilli okul kapatılmıştır. Bu nedenle, şu anda Onikiadalar’da Türkçe anadili eğitimi verilen okul bulunmamaktadır.
Dini özgürlükler alanındaki kısıtlamalar: Onikadalar 1947 yılında Yunanistan’a bağlandıktan sonra Rodos Müftüsü görevini yapmaya devam etmiştir., Rodos Müftüsü 1961 yılında ile halefi 1974 yılında vefat etmiş, ardından Rodos Müftü Naibi, 1990 yılındaki vefatına kadar görev yapmıştır. Ancak, 1990 yılından bu yana Müftülük makamı bütünüyle boş kalmıştır. Rodos’taki soydaşlarımız, imamlarını bile seçme hakkından mahrum bırakılmaktadır.
Devlet okullarına gitmek durumunda olan soydaşlarımız, din derslerinden muaf tutulmalarına karşın, İslam dini konusunda eğitim hakkından mahrum kalmaktadırlar.
Vakıfların durumu: Rodos Türklerini temsil eden Cemaat-i İslamiye (İslam Cemaati İdaresi), Evkaf İdaresi’nin üzerinde denetleme yetkisini haiz bir konumdayken, İslam Cemaati Başkanı Ziyaettin Pekmezci’nin 1980 yılında Evkaf İdaresi Başkanlığına atanmasıyla Cemaat İdaresi fiilen ortadan kaldırılmıştır. Günümüzde Evkaf İdaresi de Yunan Devleti’nin mutlak denetimi altında bulunmaktadır. İslam Cemaati İdaresi’nin ortadan kaldırılması sürecine paralel olarak, Yunan Devleti Rodos ve İstanköy’de yaşayan soydaşlarımıza ait vakıflara müdahalede bulunmaya başlamıştır.
1967 yılından itibaren cemaat ve vakıf idaresini kontrol etmek amacıyla Yunan makamlarınca Hükümet murahhası atanmaya başlanmıştır. Ayrıca, hukuki olarak vakıf mallarının satılması yasak olmasına rağmen, birçok vakıf malı Yunan makamlarınca atanan vakıf idarecileri tarafından bağışlanmış veya değerlerinden daha düşük bir fiyata satılmış; satışa çıkarılan vakıf mallarının soydaşlarımız tarafından alınabilmesinin önüne geçilmek için ise soydaşlarımızın bu konuda açılan ihalelere katılmaları yasaklanmıştır.
Diğer yandan, ağır vergi borçları altına giren vakıfların, sahip oldukları mülkleri onarma imkanı bulunmamaktadır.
C. YUNANİSTAN’DAKİ ORTAK KÜLTÜREL MİRASIN KORUNMASI
Yunanistan’da çok sayıda Osmanlı tarihi eseri ve cami bulunmaktadır. Ancak, zaman içinde birçok eser, gerekli bakım ve onarım yapılmadığı için varlıklarını sürdürememiştir. Son yıllarda, Yunan makamlarınca atılan bazı olumlu adımlara karşın, Yunanistan’da ortak kültürel miras gerektiği gibi korunmamaktadır. 2017 Mart ayında sadece Yunanistan’da değil, tüm Balkanlarda erken Osmanlı döneminin en önemli mimari eserlerinden biri olan Dimetoka’daki Sultan Çelebi Mehmet Camii çıkan yangında ciddi şekilde zarar görmüştür.
Bazı durumlarda, Yunan makamları tarafından restorasyon çalışmaları yapılsa da, bu çalışmalar sırasında kültürel varlığın karakteri bozulmaktadır. Yunan makamları, Sultan Çelebi Mehmet Camii’nin restorasyonunda olduğu gibi, Türk makamları ile işbirliği halinde tarihi Osmanlı eserlerinin restorasyonuna sıcak bakmamaktadır.
Batı Trakya Türk Azınlığı ile Onikiada Türklerinin, vakıflarını idare etme haklarından mahrum tutulmaları da, kültürel varlıklarını koruma yönündeki çabaları olumsuz etkilemektedir.

  Yunan kimliği yapay bir  kimliktir. Antik Yunanlılarla bir alakası yoktur.ilk Yunan hareketine katılanlar Arnavut Hristiyan eşkıyasıydı.

Makedon Azınlığı  Kuzey Yunanistan’da, Pindus dağları, Rodop dağları ve Ege denizi ile çevrili olan bölgede, kendilerini Makedon kökenli olarak tanımlayan ve diğer Yunan vatandaslarindan farkli bir etnik kökene sahip olduklarini, bu nedenle bir azinlik teskil ettiklerini savunan bir topluluk vardir.  Yunan hükümeti “Makedon” sözcügünü Kuzey Yunanistan’da yasayan bütün Yunan vatandaslarini tanimlayan cografi bir tabir olarak görmekte, Yunanistan’daki Makedonlarin bir azinlik grubu olduguna iliskin iddialari reddetmekte ve bu azinlik grubunu “Slav-Yunanlar” veya “çift dilliler” olarak tanimlamaktadir.  

Ulah Azınlığı  Balkan yarımadasının yerli unsurları arasında yer alan ve bölgenin en eski topluluklarından sayılan Ulahlar da Yunanistan’da yasayan ve Yunan olmayan azınlıklardan biridir. Ulahlar, MakedoRumence konusan, Latin kökenli, Balkanlara çok eski zamanlarda yerleşmiş ve günümüzde çesitli ülkelere dağılmış olarak sayilari 2.500.000’i bulan bir topluluktur. Ulahlar kendilerini Romani, Romeni, Aromanı diye adlandırmalarına karşın Yunanlılar tarafından Kutsovlakh veya bir tür dialekt konusan Helenler, hatta Roma İmparatorluğu zamanında Latinlermiş Helenler olarak nitelendirilmektedir. Ulah diasporası kaynaklarına göre, Yunanistan’da yasayan Ulah sayisinin 250.000 ila 1.200.000 arasında olabileceği belirtilmektedir. 

Arnavut Azınlığı  Arnavutlar, Balkan yarimadasinin en eski halklarindan olup, köklerinin Ilirler’e dayandigi kabul edilmektedir. Yunanistan’da yasayan Arnavutlar’i ise 3 grupta toplamak mümkündür:  • Ortodoks Arnavutlar (Arvanitler / Arvanites)  • Müslüman Arnavutlar (Çamerya-Tsamuria / Thesprotia Arnavutlari)  • Soguk savaş sonrası Yunanistan’a gelen göçmen Arnavutlar  İlk 2 gruptaki Arnavutlar, Yunanistan devleti tarafindan çesitli zamanlarda ya sürgüne ya etnik temizlige ya da asimilasyona ugratilmislardir. Yunan yönetimleri bunlarin etnik kimliklerini ve varliklarini tanimamakta, özellikle Ortodoks mezhebinden olanların “Helen” oldugunu iddia etmektedir. “Arvanites” olarak nitelenen bu grup içinde kendisini Yunan olarak tanimlayanlar bulunmakla birlikte, bunun asil temeli asimilasyona dayali Yunan politikasında yatmaktadır.  
Çameryali Arnavutlar hükümete basvurarak silah altina alinmak istemelerine ragmen, seferberlik kapsamina alinmis ancak kazma-kürekle insaat isçiliklerinde kullanilmistir. Italyan isgali sirasinda da kisa süre önce yaptiklari bu hatadan dolayi Arnavutlarin tepkisinden çekinen Yunan yönetimi, 14 yas ve üzeri bütün erkekleri toplama kamplarina sürmüs ve savas esiri muamelesi yapmistir. Çamerya bölgesindeki Arnavut halka yönelik asil büyük kiyim ise 27 Haziran 1944’de basladi. Insanlarin çesitli uzuvlarinin kesilip parçalandigi, hamile kadinlarin, bebeklerin katledildigi bir soykirim yasandi.  27 Haziran 1944 ile Mart 1945 arasinda Yunanlilar bütün Çamerya’da sivil halktan 3242 kisiyi katletmis olup, bunlardan 2900’ü yasli veya genç erkek, 214’ü kadin, 96’si çocuktur. Ayrica, 745 kadina tecvüz edilmis, 76 kadin kaçirilmis, 3 yasindan küçük 32 bebek katledilmis, 68 köy yerle bir edilmis, 5800 ev ve ibadethane tahrip edilmistir. Bütün bu vahsetin ardindan, hayatta kalabilen Çamerya Arnavutlari anayurtlarini terk etmek zorunda kalmislardir. Kalanlar ise Ortodoks kimliginin disinda Arnavut etnik kimligini inkar eden Atina’nin bu politikasi sonucunda ana vatanlarinda kendi dillerini konusamaz olmuslardir. Sinir disi edilen ve kaçan Arnavutlarin mallarimülkleri bölgeye getirilen yerlesimcilere dagitilmis, bölgedeki bütün yer adlari Yunanca’ya çevrilmistir.  Günümüzde Çamerya Arnavutlari, Tiran’da mukim Çamerya Siyasi Yurtsever Dernegi vasitasiyla hak arama mücadelelerine devam etmektedir. Arnavutluk Halk Meclisi de 30 Haziran 1994’de aldigi bir kararla 27 Haziran gününü Çamerya soykirimini anma günü olarak kabul ve ilan etmistir.  

Yücel Tanay
Subscribe
Bildir
0 Yorum
Inline Feedbacks
Tüm yorumları gör
Önceki
İran'da Türkmen Sahra Türkmenleri Sorunu

İran'da Türkmen Sahra Türkmenleri Sorunu

Sonraki
Türkiye'de Şehirlerin İsimlerinin Anlamı

Türkiye'de Şehirlerin İsimlerinin Anlamı

İlginizi Çekebilir

kooplog'dan en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerez (cookie) kullanıyoruz.