Çünkü insan zihni ürünüdür. Kişinin kendi çıkarları ve hayal dünyası ile oluşturulur, entelektüel biri tarafından da, bir köhne zihin tarafından da oluşturulabilir. İkisi de iyiyi ve toplum yararına olacak bir düzen benimsemeye çalışır, farklı yollar, metotlar ama temelde daha iyi bir dünya yoluyla çıkarlar ama ikisi de birbirinin üstüne geçemez çünkü temeli insan ürünü olmasıdır, kişiseldir. Her fikir gibi değişmeleri bozulmaları düzelmeleri gerekir ki ütopyalar böyle tasarlanmaz.
Peki diyelim bir gün bir insan çıktı ve öyle bir düzen sundu ki bizlere, tek bir insan bile kalmayacak şekilde kabul etti, ne olur? Basit; hepimiz ölmüş oluruz. Yani bunu gerçekleştirecek kişi, varlık başka bir evrende; kişinin her şeyi sonsuz kullanabilme hakkına sahip olduğu bir evrende olabilir. Kısaca, Cennette. İnançlıların gerçek ortak noktası var olan bir cennet, her şeyin gerçekleşebildiği sınırın ve arzunun sonu olmadığı, her saniyesinden zevk aldığımız, her saniyesini yaşamak istediğimiz sonu olmayan bir evren, içerisinde farklılar barındırsa da böyle bir yer.
Peki bu var olabilir mi? Ben kabul etmiyorum. (Bu da ütopyacıların son kalesi olan Cennet’i ütopyalardan men ediyor.) İnancım var ancak ben sonsuzluğun hüküm sürdüğü bir yerde yaşamak istemiyorum, düşünemiyorum beni deli ediyor başlangıcı olan bir şeyin sonu olmaması beni korkutan sayılı şeylerden biri; düşünmek hasta ediyor, her saniyesinden acı hissediyorum, tüylerim diken diken oluyor, ben bundan korkuyorum. Kulağa tuhaf gelebilir ancak sonsuza kadar yaşayıp her şeye sonsuz sahip olduğum zaman bir amacım kalmış olmayacak, ulaşmak istediğim her şeye ulaşmış, her şeyden tatmin olmuş olacağım. Ölümün bana getirmesini umduğum tek şey yok oluş, huzur. Ütopyalar ise benim isteklerimi gerçekleştirecek kadar cesur değil.
“ÜTOPYALAR YOKLUĞA MAHKUMDUR.”