Bulunduğumuz coğrafyada-Ortadoğu– ne denirse densin…
Biriciğiz ve tekiz.
Her şeyden önce, köklü bir tarihe ve devlet geleneğine sahibiz.
ATATÜRK gibi bir kurucumuzun olması, yıllar öncesinden, geleceğe yönelik ışık tutacak tahminlerde/önsezilerde/öngörülerde bulunması, ülkesini çok kısa denilebilecek süre zarfında modern toplumlar düzeyine eriştirecek reformlarla donatması…
Ülkemizin talihi ve şansıdır. Dediğim gibi, kurucularımızın ülkemizi, bu çetrefilli coğrafyada ayakta tutmak için, “laik”, “demokratik hukuk” devleti ayakları üzerine bina etmeleri, çağdaşları devletlerin geçirdikleri dönüşümleri “gerçekçi” gözlemlerle deneyimleyerek ülkemizde de uygulamaları, devletimizi, bölgemizde diğer ülkelerden ayıran bir yıldız yapmıştır.
Demem o ki, bizler, diğer Arap uluslarından daha farklı bir kültürel birikime sahibiz. İyi kötü işleyen bir demokrasi mekanizmamız var; ne kadar tartışmalı olsa da modern hukuk sistemimiz var.
Yaşamımızı daha çekilir kılmak elimizdeyken, sebepsiz yere toplumumuzdaki huzursuzlukları ve çatışmaları tetiklemek, bizleri diğer ülkelerin girdiği çıkmaza sürüklemekte.
Mesela… Evlenme yaşı ile ilgili değerlendirmeler yapmak, evlenmeye teşvik etmek belki gerçekten de “insanî” bir tavırla gerçekleştiriliyordur. Ama, öte yandan hayatın kendi gerçekleri var: İşsizlik gibi, yeterli gelir akımının olmaması gibi, gençlerin içine düştükleri psikolojik gelgitler…
Esasında, özgürleştirici ve hâkimiyet alanını kişiye bırakan bir yaşam tasavvurunu topluma sunmak, bireylerin ne yapmaları ya da yapmamaları doğrultusunda “ön almaya” yönelik girişimler içinde olmak, toplumsal huzura veya barışa değil, toplumsal kırılmalara neden olur.
* * * * *
Bütüncül düşünmemiz gerekiyor. İnsana değer veren, insan canının her şeyin üzerinde olduğu anlayışının içselleştirilebilmesi adına daha fazla uğraşmamız gerekmekte. Toplumsal münakaşa ve çatışma noktalarında her nedense, hep dayatan taraf oluyoruz. Hem ülkemizin biricik olduğunu seslendiriyoruz hem de totaliter rejimlerde olabilecek tepkilerin toplumda uç vermesine ses çıkarmıyoruz.
İşte görüyoruz, İran’ı da Irak’ı da…
Bu ülkeler, daha önce çok mu mutlu ülkeler idi? Çok mu müreffeh bir ekonomiye sahiptiler? İstibdat olsun, zulüm olsun, bu ülkelerde rejimlerin, halkı diri tutmak ve yönetmek için uyguladıkları yegâne araçların başında geliyordu. Amerika Birleşik Devletleri, Okyanus ötesinden buralara “sözde” demokrasi ve insan hakları getirmeden önce veya sonra, bu yörelerin halklarının yaşamları, realist bir bakışla olumlu yönde değişmiştir, diyebilir miyiz?
Uzatmak istemiyorum… Yıllardır savaş kelimesinin eksik olmadığı, kan ve gözyaşı ile türlü zulümlerin uygulandığı bu yerlerde, var olamayan tek şey, “insana” dair hususlar idi. Demokrasi yoktu. Hukuk yoktu. Hakça paylaşım yoktu. Totaliter ve dini rejimler tarafından sömürülen geniş halk yığınları, sonrasında sözde getirilen demokrasi ile beraber emperyalist ülkelerin kıskacında istibdat yaşadılar.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, gerçekten de bu ülkelere “referans” olabilecek tek ve yegâne devlettir. Anayasasıyla olsun, sahip olduğu modern hukuk altyapısı ile olsun, Türkiye’miz, acının ve gözyaşının hâkim olduğu bu yörelerdeki ülkelere modeldir de… Ama, bu model emperyalist zihinlerin yazıp sahneledikleri çerçevedeki gibi “Ilımlı İslam” modeli değildir. Veyahut Siyasal İslam projesi içerisinde, merkez-çevre konumlandırmasında, uydu devletlerin merkez devletler tarafından tepe tepe sömürülmesi projesi de değildir.
Türkiye’mizin tarihte oynayacağı rol, kendi tezini kendisinin yazmasından ibarettir. Modern, çağdaş, laik, sosyal hukuk devleti prensipleriyle devletimiz, mazlum ve bitap hâldeki ülkelere her zaman ışık olmaya devam edecektir. Yeter ki bizler, içimizde lüzumsuz şeyler ile günü geçirip, insanları birbirine düşman kılmayalım.