CUMHURİYET, romantik insanların düşünebileceği ve hayata geçirebileceği bir projeydi, Osmanlı İmparatorluğu’nun varlık ve yokluk çizgisinden gidip gelirkenki sürecinde. Cumhuriyet, her türlü imkânsızlığa, muhalefete, içten içe zuhur etmiş umutsuzluğa, yılgınlığa, inançsızlığa başkaldırış ve onur duruşuydu. Cumhuriyet, olmazlıklardan olur yaratabilmekti. Emperyalist devletlerin, imparatorluk coğrafyasında paylaşım planları yaptığı süreçlerde, yeni bir ulusun inşasının hayaliydi.
Batı Avrupa ülkelerinin Endüstri Devrimi ile zenginleştikleri, gözlerinin açıldığı, refahlarının palazlandığı, birbirleriyle çekişme içinde oldukları, elde ettikleri zenginliğin ve refahın yetmediği, hammadde ve pazar arayışları içinde bir kaosa sürüklenme merhalelerinde, Avusturya-Macaristan İmparatorunun Sırp bir genç tarafından öldürülmesiyle baş gösterecek cihan harbinin kıvılcımlarından, onurlu ve mağrur bir parlayışın eseriydi, Türkiye Cumhuriyeti…
Bir tarafta her türlü zenginliğe ve savaş araçlarına sahip emperyalist ülkeler; İngiltere, Fransa, İtalya…
Bir tarafta Osmanlı İmparatorluğu’nun maceraperest Enver ve Talat Paşaları ile Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu…
Memalik-i Osmaniye coğrafyasında güven ve huzur içinde yaşayan, Emperyalist ülkelerin maşa olarak kullanacakları Yunanistan ile Rum ve Ermeni azınlıkları…
Cumhuriyet, böyle orantısız güçlerin oluşturduğu blokların savaşından sonra, ülkedeki hain ve işbirlikçilere rağmen kurulabilmiştir. Ülke, emperyalist ve sömürgeci devletler tarafından parsel parsel paylaşılırken, Anadolu halkı her türlü ihanete, zulme ve tahakküme uğrarken; “bir avuç vatansever” insanın, bu toprakların insanına güvenmesi ve inanmaları sonucunda meydana getirilebilmiştir, CUMHURİYET.
Kolay değildi; din-tarım imparatorluğundan medeni bir toplum olma aşamasına geçmek; pekâlâ kolay değildi. Aşırı muhalefete ve engellemeye rağmen, cumhuriyet Türkiye’sinin temelleri atılabildi. Yıllardır sömürülmüş bir toplumu, geleneklerinden ve göreneklerinden koparıp, yurttaş vaziyetine getirmek ancak Mustafa Kemal ATATÜRK gibi devrimci bir insanın başarabileceği zorlukta hadiseydi. Kurtuluş Savaşında gösterilen fedakârlıklar ve feragatler, milletimizce unutulmamalıdır. Mustafa Kemal’in ileri emriyle gözlerini bile kırpmadan ölüme giden “Mehmetçiklerin” feragatlerinin eseridir, bu memleket ve cumhuriyet.
Birinci Cihan Harbi sırasında Mustafa Kemal Atatürk’ün gösterdiği muvaffakiyetler, üstün savaş stratejileri, Çanakkale Savaşında gösterdiği kahramanlık, “Anafartalar Komutanı” olarak Anadolu’da Türk milletinin kalbine girmesi ve orada yer etmesi, Kurtuluş Savaşında ve cumhuriyetin kuruluş evrelerinde Atatürk’ün en büyük gücü ve desteği olacaktır.
Fransızların, Antep, Maraş, Urfa, gibi Anadolu’nun güney kesimlerini işgal etmesi, İtalyanların Adana, Konya gibi Akdeniz ve batı kesimlerini işgal etmesi, İngilizlerin Irak, Arabistan ve ileri Osmanlı topraklarıyla İstanbul’a asker çıkarması; “fiilî” işgal teşebbüsleri, Türkiye’ye Ankara’dan mütevekkil sözde bir toprak parçası bırakıyordu.
Cumhuriyet, bu minvaldeki paylaşma planlarına başkaldırarak, çok kanlar dökülerek kurulmuştur. Paylaşma planlarına sonradan ilave edilen, gönlü alınmak istenen Yunanistan’a Ege bölgesinin işgalinin yaptırılması, İzmir’e İngiliz destekli Yunan birliklerinin çıkarak, İzmir halkına ve yöredeki masum insanlara mezalim uygulaması, işte bunlar tarihte, memleketin ne zor koşullarda aydınlığa çıktığının göstergeleridir.
Anadolu’da Mustafa Kemal ATATÜRK önderliğinde başlayan şanlı Kurtuluş mücadelemiz, hem emperyalist devletlere hem de tüm dünyaya şan ve şeref timsali olmuştur. Tüm mazlum ülkeler tarafından büyük bir gıpta ve takdirle izlenmiş ve hak ettiği değer de verilmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün inşa ettiği cumhuriyetin, diğer cumhuriyet ülkelerinden ayrılan en önemli ve tek farkı, EMPERYALİST güçlere karşı verilen mücadele ve savaşımdan sonra ortaya çıkmasıdır. Mustafa Kemal Atatürk ve onun gibi düşünen kurmay paşaların mücadele azmi ve vatan sevgileri sonucunda; Osmanlı Devleti’nin başındakilerinin ve İtilaf Devletleri seçkinlerinin bir avuç “budala” olarak nitelendirdikleri bu özgürlük ve vatan sevdalıları, inanç ve azmin neleri başarabileceğinin, tüm dünya uluslarına ispatını gerçekleştirmişlerdir. Hem de yorgun, yoksul, umutlarını tüketmiş halk yığınlarını, bir hedefe ve ereğe kanalize ederek…
CUMHURİYET; Atamızın da dediği gibi yüksek ahlâk ve bilinç demektir. Bu ahlâk ve fazilet, egemenliği, yönetimi, kendilerini memleketin sahipleri sanan “saltanat” düşkünlerinin elinden alarak, gerçek maliklerine, milletine vermiştir.
Cumhuriyetimizin en önemli kolonları ise; “laikliğe”, “hukuka” ve “sosyal devlete” dayanmasıdır. İşte, bunların yaşatılması hususlarında daha çok çalışmamız ve çabalamamız gerekir. Ama her şeyden önemlisi, Cumhuriyetimize her zamankinden daha sıkı sarılmalı ve sahip çıkmalıyız.