Her nesnenin bir başlangıç ve bitişi olduğu gibi bir hikayesi de vardır. İçinde yaşadığınız evlerse bir hikaye kitabından bile daha fazla hikaye taşır. Benden bir hikaye istersiniz, ama anlatacaklarımıı çoğunuz zaten bilirsiniz. Anlatılmamışı bulmak zor olsa da anlatılanlar aynı tadı bırakmaz damakta.
Perili köşklerin bitmek bilmez hikayeleri, sarayların ve köşklerin entrikaları dizilere kalsın . Yeni yetme gökdelenler deki hikayeler ise bana çok yabancı. Bendeki başka biraz. Biraz eskiden söyleyeceğim. Eski ve hep yeni. İnsan kadar eski , insan kadar yeni…
Ürkmenize gerek yok içimde dolaşan yılanlardan. Hayaletlerden daha gerçek olsalar da .
Eee beni çamur ve kalaslardan, taşlardan yaptınız. Tabii ki sizinle beraber onları da misafir edeceğim. Ne doğumlar gördüm bu evde bir bilseniz. O yılanlardan birini ,mutfak niyetine kullandıkları arka bölmemde aniden karşısında görünce, evin gelini düşürecek sandım yedinci çocuğunu . Eee perilerle hayaletlerle işimiz yok dedim ya. Gıcırdayan o tahtalar farelerle yılanların Savaşından çıkıyor. Söz konusu can pazarı olunca az bile o gürültü:).
Beni yıkılmaya terkedip şehirlere göçecekler sandım, yılandan akrepten bıkıp. Karşıma benden biraz daha görkemli iki katlı ,bu kez beton diye bir maddeyle taşlarını yapıştırdıkları o evi görünce, terk edilmem daha farklı olacak, anladım . Ee artık sadece yılanlar, fareler ve akreplerle yaşar giderim kendi halimde, sanıyorken kırıverdiler belimi tam tepemden. ……….
Benim duvarlarımda bir Allah dostunun elleri gezmisti. Bu yüzdendi acımın esas sebebi. Ondan öğrenmiştim namaz dedikleri şeyin yatıp kalkmaktan ibaret olmadığını. Nasıl güzeldi ışığı. Keşke yetim kalmasaydı oğlu o küçük yaşında , demiştim kendi kendime. O yetim yıktı beni. Temellerime sular dolunca değişimin serin bir şey olduğunu öğrendim bu kez Gerçi o güzelim çeşmenin sesini kurbağa gürültüsü bastırıyor çoğu zaman, ama değişim kaçınılmazdı sonuçta. Bazen sadece ve sadece razı olmak gerekirdi olana. Bunu da benim de hala dostum olan o ilk sahibimden öğrenmiştim. Ne çocukları ne torunları… Onun gibisi bir daha uğramadı yamacıma. Etrafıma diktiği cennet gülleri gibi kokardı sözleri. Abartıyorum derdim bende kendime, bütün köylü sevmesiydi eğer muhabbetini. Onu sevmeyen varsa bile itiraz edemezdi bir Allah dostu olduğuna.
Neyse ki boşuna olmamıştı yıkımım. Su acılarıma ferahlık verdi zamanla. İlk sahibimin ektiği güllerde hala etrafımda. Ruhları hala üstümde gezinir, güzel günlerin. Güllerde güzel günlerin kokusunu taşır ruhuma.
Her şey bir enerjiye sahiptir ve bu enerji gezer durur alemde. Karşıki evde nasibini aldı acılardan, mutluluklardan. Bir yetimle bir başka yetimin kıra döke aile olmaya çalışmasını gördüm. Tam dokuz bebe doğurdu “O” yetim gelin. Sonuncusunu Genç evde doğurdu. Az kalsın ölüyordu. Bu da bir kızdı. Kocasından daha çok üzülmüştü kızlarının çokluğuna. Hep o ilk kaybının acısını taşıdı gönlunde. Evlat acısının ne olduğunu bile anlayamayacak kadar gençti, toydu. Anlayamadı aslan gibi , ay parçası gibi bebesi neden ölmüştü? Kaynanası ağlamasını bile neden ayıp saymıştı ? Bilemedi gelin.
Son ikisini doğurmak bile istememişti, ama kader bu ya yaşayıp bu hikayeleri yazacağı varmış. Varmış ki ablası ona bir büyük yazarın adını vermiş. O kadar yıpranmıştı ki bedeni sonunda bir ameliyathanede bıraktı rahmini.
O kızların hayal kırıklıkları, genç oğlanların hayalleri ile birbirine karıştı. Kimine güzel olan diğerlerine hüzün oldu. Büyükler sevdiklerine küçükler paylarına neden daha fazla şeker düşmediğine üzülürlerdi.
Düğünler , bayramlar, yaslar… Hepsine ben de şahit oldum. Belki de o beton yığınından daha fazla… O beton yığını derim ben ama onda da tahtalar kalaslar taşlar varmış. Bir gün en son numara çığlık çığlığa “Yılan, yılan var !” diye bağırınca anladım, sade betondan değilmiş halefim .
Komşuda olan her şey yıkıntılarımın üzerindeki su ile geçti bana da . Zaten çok karıştı gözyaşları suyuma. Hangisi ağlasa , dizi kanasa, hadi hop çeşmenin başına . Çeşmenin başı benim başım.
Bir zaman çeşmemden de oluyordum neredeyse. O sohbetini sevdikleri Allah dostunun yetiminin başına üşüşmüşler meğerse , biraz daha fazla suları olsun diye. Biraz daha fazla su biraz daha fazla ekin bedeldi koca bir aileye. Cahilliğin okumakla değil vicdanla giderilebilecek bir şey olduğunu öğrendim. Ahbap bildiği dost bildiği insanların canına bile kast edebileceklerini görünce gençlikte kafasını gözünü dağıtırcasına dövdüğü eşini tek can yoldaşı olarak gördü yanında. Özür dileyemezdi çünkü benim dostum ve sahibim onun babası yetimi erken bırakmıştı. Bu yüzden öğrenememişti şefkati. Eksik yanlarını, pişmanlıklarını, emeklerini, sağlamlığını, mertliğini görünce yetime de kanım ısındı. Gördüm gözündeki baba olmaya ve babasına hasretini. “O erken gitmeseydi öğrenirdiniz şefkati ,huzuru” demişti bir keresinde o son gelene. Çok sınandılar birbirleriyle çevreleriyle , hatta bazen sadece köylüleriyle değil koca bir ülkeyle bile sınandılar. O kadarı kalsın benimle. Her gözyaşı bir döner gider gitmesi gereken yere . Hem yağan yağmurlarda hepinizin gözyaşları da yok mu?
Her bayramda gittiler benim eski dostuma. Keşke ben de eşlik edebilseydim onlara. Ama duymadılar olsun. Biz buluşagız nasılsa. Şahitlik edeceğim sıram gelince şahitlik edeceğim tüm gizli ve aşikâr yapılanlara. Uğradıkları haksızlıklara da geceleri edilen zikirlere de , hepsine ben de şahidim.
Sahibimin oğlu şehre tutunamasa da, gitti bütün çocuklar. Tutunup tutunamamakları artık bana da muamma.
O bir zamanların yepyeni evinin havası da renkleri gibi soldu zamanla. zaten beni bir havuza dönüştüren yetim sahibim de yıllara yenildi.
Değişmeyen tek şey var. İkimizin tek ortak özelliği. O babasıyla bende geçen günlerini özlerken ben de özlüyorum koynumda gülerek geçirdekleri günleri ve dostum olan ilk sahibimi.