Tibet ismi İslâm coğrafya kitaplarında Tubbet (İbn Hurdâzbih, s. 17; Kazvînî, s. 79) ve Tibbet (Yâkūt, II, 10) şeklinde geçer. Ömer b. Abdülazîz’in hilâfeti döneminde (717-720) Tibetli elçiler, Horasan Valisi Cerrâh b. Abdullah’a gelerek kendilerine İslâm’ı öğretmesi için birinin gönderilmesini istediler, vali de Selît b. Abdullah el-Hanefî’yi görevlendirdi (Ya‘kūbî, Kitâbü’l-Büldân, s. 77). Ya‘kūbî’ye göre Abbâsî Halifesi Mehdî-Billâh (775-785), Tibet Kralı Ha Horn ile iyi ilişkiler içerisindeydi. Çin’in T’ang hânedanının (618-906) ilk dönemlerine ait kaynaklar da Araplar’ın Tibetliler’le iyi ilişkiler kurduğunu doğrulamaktadır. Ancak 785’te Orta Asya’da Araplar’la Tibetliler arasında sınır çatışmaları meydana geldi (Ya‘kūbî, Târîḫ, II, 397-398). 805 yılı civarında Semerkant Emîri Râfi‘ b. Leys, Halife Hârûnürreşîd’e karşı ayaklandığında topladığı ordunun içinde Tibetli askerler de bulunuyordu (a.g.e., II, 420, 435, 436). Ya‘kūbî’ye göre Halife Me’mûn zamanındaki (813-833) Tibet kralı İslâm’ı kabul etti ve bunu kanıtlamak için sarayındaki altından yapılmış Buda heykelini halifeye gönderdi; halife de onun müslüman olduğunu halka göstermek amacıyla heykeli sergiledi. 372’de (982-83) yazılan Ḥudûdü’l-ʿâlem’den başşehir Lhasa’da bir mescidin bulunduğu öğrenilmektedir. Müslümanların kökenlerine dair elde kesin bilgiler bulunmamakla birlikte dışarıdan gelenlerin çoğunun XII. yüzyılda Keşmir ve Ladakh’dan gelen tüccarlar olduğu sanılmaktadır. İslâm tebliğlerinin, gerçekleşen evliliklerin ve sosyal etkileşimlerin müslüman nüfusun başşehir Lhasa civarında artmasında rol oynadığı anlaşılmaktadır (Arnold, s. 296). Sosyal etkileşimler arasında Tibet’in klasik müzik türlerinden “nangma”nın bölgeye müslümanlar tarafından getirildiğine inanılmaktadır.
Yuan hânedanının çöküşü sırasında başlayan iç savaştan galip çıkan Koshot Moğolları ülkeyi beşinci dalai-lamanın (1617-1682) yönetimine bıraktılar. Kendilerine hoşgörüyle yaklaşan ve yapmak istedikleri bir mescidin arsasını veren beşinci dalai-lama döneminde müslümanlar büyük bir rahatlığa kavuştular, sayıları da hızla arttı. Topluluk genişledikçe çocukların din eğitimi için medreseler açıldı. Eğitim dili olarak Urduca’yı kullanan müslümanların o dönemde Lhasa ve Shigatse’de iki medresesi bulunuyordu. Tibetli müslümanlar beşinci dalai-lamanın dönemini izleyen asırlarda da herhangi bir sıkıntı yaşamadılar. Fakat Komünist Çin işgaliyle birlikte durum değişti ve pek çok müslüman ülkeden ayrılmak zorunda kaldı. Hindistan’a geçmeyi başaranlar önce Kalimpong, Darjeeling ve Gangtok gibi sınır şehirlerine yerleşip sonradan aşamalı biçimde atalarının geldiği Keşmir’e taşındılar.
Bu dönemde dışarıdaki müslümanlar teşkilâtlanarak bir araya gelmeye başladılar. Dalai-lama onlarla ilişkilerini sürdürdü ve 1975’te Srinagar’ı ziyaret ettiğinde bir mülteci yardımlaşma örgütü kurmalarına destek verdi. Bu örgüt, mülteci müslümanların ekonomik ve sosyal bakımdan gelişmesi için projeler yapmaya başladı. Bu arada geri dönmek isteyenlerin yeniden Tibet’e yerleşmesi için 1985 yılında tamamlanan 144 ev ve bir caminin yapımı gerçekleştirildi. Tibet’te kalan müslümanların sayısı kesin olmamakla birlikte 1990’larda 3000, dışarıdakilerin sayısı 2000 civarında idi. Çoğu Sünnî olan müslümanlar Hanefî mezhebine mensuptur. Halen Tibet’te dördü Lhasa’da olmak üzere (diğerlerinden biri Tsetany, ikisi Shigatse kentindedir) toplam yedi cami bulunmaktadır. Müslümanların Budistler’in kutsal aylarında uygulanan et yasağından muaf tutulması ayrıcalığı devam etmektedir.
BİBLİYOGRAFYA
Ya‘kūbî, Târîḫ, II, 397-398, 420, 435, 436.
a.mlf., Kitâbü’l-Büldân (Âyetî), s. 4, 7, 64, 77, 145-147.
İbn Hurdâzbih, el-Mesâlik ve’l-memâlik, Tahran 199