Amerikan yapımı film ve dizilerin çoğunda hep bir kahraman ve mazlum vardır, özellikle birçoğunda Ortadoğu’nun cehaletle, teröristlikle ve acziyetiyle, Rusya gibi Asya ülkelerinin ise hainlikle karakterize edildiği ve Amerikalıların her daim ‘kurtarıcı’ rolüyle meydana çıktığı bir sektörde, tam anlamıyla bir başyapıt, zincirleri kıran bir yapım This Is Us.
Ne anlatıyor peki?
This Is Us dizisini izleyip de izlemeyenlere net bir cevap verebilmiş olana henüz rastlamadım. Aslında dizinin büyüsü tam da burada saklı olmalı. Hikâye hem hiçbir şeyi anlatıyor, hem de her şeyi. Nasıl mı?
Esasında anahtar kelime ‘aile’. En samimi, en gerçekçi, en kirli, en doğal yanlarıyla aile… Zaten sizi sıcaklığıyla içine çeken de tam bu nokta. Konuyu öylesine saf haliyle ele alıyor ki, neden ve nasıl diye düşünmeden bir sonraki, bir sonraki bölüme atlayıverirken buluyorsunuz kendinizi. Spoiler vermek, diziye ve onun size katacağı tüm o duygu seline büyük bir haksızlık olur burada. Ama yalnızca belirli noktalara değineceğim.
Bu İnsanlarla Kusurlarıyla Birlikte Bir Bağ Kurduruyor
İlk başta eş zamanlı olarak aile bireylerini anlatan dizi, geçmişin renkli sayfalarına atıflarla dizinin bugünü ile oldukça ahenkli bir karmaşa içerisinde ilerliyor. Özellikle ilk bölüm, çıplak bir kadının seksapelitesi üzerinden, herhangi bir savaşın veya şiddetin çarpıcılığı üzerinden dikkatleri çekmeyince, şaşırıyorsunuz. Zira cinselliğin, şiddetin ve entrikaların olmadığı bir dizi veya filme, bu dönemde rastlamamak mümkün değil gibi görünüyor. Sonraki, sonraki ve bir sonrakinde de görememeniz sizi şaşırtmıyor çünkü zaten olaylar silsilesi sizi alıp götürüyor. Hikâyesi oldukça sağlam olan ve kitleleri adeta sürükleyen Game of Thrones dahi, her ne kadar hikâyesi oldukça başarılı olsa da, cinselliğin ve şiddetin en bariz ve zengin olduğu yapımlardan.
Önerilen İçerik: Netflix’ten Yeni Süper Kahraman Dizisi: The Umbrella Academy
Konumuza dönecek olursak, oldukça sade, mutlu, romantik, saygı, sevgi ve güven çerçevesi içinde bir yuvayı, Jack ve Rebecca’nın yuvasını görüyoruz. Ve bu yuvanın üçüz meyvesinin geliş heyecanını… Eş zamanlı olarak, obezite ile adeta başı dertte olan, en büyük zaafı olan yemeklerle savaşıp her seferinde başarısız olan, babasının deyimiyle ‘Katie girl’… Şahsen ben çok basit bir kelimenin bu kadar özenle telaffuzunu başka bir yerde bulamamışımdır. Diğer yanda ise Katie’nin ikizi, bir Hollywood yapımında oyunculuk yapan Kevin, nam-ı diğer ‘The Manny’… Üçüncü karakterimiz ise, üstün zekâlı ve bir o kadar da sıcak kalpli, evli ve 2 çocuk babası Randall… Bu karakterlerin yanında birçok yan karakter görüyorsunuz. Dahası, dizideki karakterleri sevmemek mümkün değil ve her biriyle ayrı bir bağ kuruyorsunuz. Ama en önemlisi, bu insanlarla kusurlarıyla birlikte bir bağ kurduruyor size dizi. Bir taraftan sevgi dolu sahneleriyle sizi öylesine mutlu ediyor, diğer yandan mendiller eskitiyorsunuz.
Her Bölüm Bir Roman Niteliğinde
36. yaş dönümlerinde yaşadıkları kırılmalarla ve anne babalarının onları doğurmalarının birlikte anlatılmaya başlanmasını konu eden ilk bölümünden itibaren, bu zamansal geçişler sizi sarıp sarmalıyor. Karakterlerin neyi, neden ve nasıl yaptığını kavrıyor ve en insani tepkileri veriyorsunuz. Hayır, nedenini anlamaktan bahsetmiyorum. Gerçek hayatta hangimiz hatalarını geçmişte yaşadıkları o kırılmalara borçlu olduğunda, buna tolerans gösteriliyor? Hak vermekten ziyade, kızıyor, özümsüyor ya da eleştiriyorsunuz. Mükemmel hayatların daha da mükemmelize edildiği, adaletin yalnızca para ve şöhretle sağlanabileceğine inanıldığı şu dünyada, içinizi ısıtan bir hikâye. Karakterlerin kusurlarıyla dolu. Ve bunları gördüğünüzde, ister istemez sizi bir özeleştiriye davet eden bir tutum uyandırıyor dizi. Adeta bir yolculuk, her bir bölüm ayrı bir hayat dersi, her bir karakter ayrı bir roman niteliğinde.
Önerilen İçerik: Zorlayıcı, Korkutucu Bir Antoloji Dizisi: Inside No. 9
En güzeli ve hayret verici olanı ise, karakterlerin bebeklikleri, çocuklukları, ergenliklerinin, bugünkü halleriyle olan inanılmaz bir uyum içinde olması. Karakterlerin her birinin, çocukluk, ergenlik ve gençlik yıllarını oynayan oyuncularla, 36 yaşlarındaki halleri arasında neredeyse hiç fark yok. Gerçekçiliğinin bu denli yüksek olması, hem oyuncuların ödüllerle tescillenmiş oyunculuklarından, hem de bu oyuncu seçimlerinin sahiden de fazlasıyla yerli yerinde olmasından kaynaklanıyor. Her bir flashback, size “Nasıl olur?” dedirtip, bu yapımın gerçekten yalnızca bir dizi olmadığı hissi uyandırıyor.
İç Dünyanıza Dönük Metaforlar ve Hayat Dersleriyle Dolu
This Is Us aslında biraz da insanın kendi iç dünyasına dönük metaforlar ve hayat dersleri ile dolu. Benim için en can alıcı noktası şu cümle iken,
“Bir gün benim gibi yaşlı bir adam olacağını ve genç bir adama hayatın ona sunabileceği en ekşi limonları alıp limonataya benzeyen bir şeye dönüştürmesi konusunda tavsiye vereceğini düşünmek beni mutlu ediyor. Bunu yapabilirsin ve bu hastaneden evine giderken 3 bebeğinle çıkacaksın.”
bölümler sonrasında (burada spoiler vermemek o kadar zor ki) Doktor Katowski’nin Rebecca ile yıllar sonra biraraya gelmesi ve ona
“Sen yalnızca limonataya benzer bir şey yapmadın tatlım, sen gördüğüm en tatlı limonatadan sürahiler dolusu yaptın.”
demesi ile adeta hıçkırıklara boğulmamanın mümkün olmadığı, boğazınızda o yumruyu hissedeceğiniz bir sahneyle karşılaşmak gerçekten oldukça etkileyici. Fantastik kahramanların, cinsel cazibelerin, şiddete susamışlığın, entrikaların olmadığı ve buna rağmen gerçek hayatı tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi sunan bu dizi, yer yer çok hüzünlü, yer yer çok zorlu, mutlu, yıpratıcı, heyecanlı, sevinçli, yorucu bir hayatı en iyi kurguyla size sunuyor. Bam teline bazen öyle dokunuyor ki, terapi işlevi görüyor. Bazen ise dizideki hayat ile o kadar özdeşleşiyorsunuz ki, heyecanlı bir sahne sizi içten içe mutlu ediyor.
Her seferinde sizi şaşırtan, meraklandıran, sorgulatan ve içinizi ısıtan bu hikâyeye bir şans vermelisiniz. Emin olun, Jack size büyük bir hayat dersi verecek.
Önerilen İçerik: Her Ayrı Psikolojik Mod için 7 Farklı Netflix Dizisi Önerisi
İlginizi Çekebilecek Faydalı Bağlantılar: