23 Ekim 2020’de Walter Tevis’in 1983 tarihli aynı adlı romanından uyarlanan ve Netflix’de yayınlanan bu mini dizi kısa zamanda birçok dizi izleyicisinin ilgisini çekmeyi başardı. Başrolünde Split disizinden tanıdığımız Anya Taylor-Joy oynarken yine yardımcı karakterlerde Harry Potter’ın Dudleysi olarak bildiğimiz Harry Melling ve GOT’un, Jojen Reed’i olarak tanıdığımız Thomas Brodie- Sangster yer alıyor.
Dizinin ana konusu, satranç dehası olan Beth’in 9 yaşında satranç öğrenmesiyle başlayan hayatını ele alıyor. Satranç hakkında hiçbir fikri olmayan insanların bile çok rahat izleyebileceği hatta satranca ilgi duymalarını sağlayacak bir dizi diyebiliriz. Beth’in eyalet şampiyonluğundan, dünya şampiyonluğuna uzanan yolculuğunu izlerken bir kadının yaşadığı güçlüklere rağmen ne kadar başarılı olması insanı içten içe gururlandırmıyor değil.
Diziyi izlerken sanki gerçek bir hayat hikayesinden uyarlanmış gibi hissettirse de hikaye gerçek değil. Dizideki satranç maçlarının yıllar önce oynanan gerçek maçlar olduğu bilgisini veremeden geçemeyeceğim. Diziyi izlerken Stefan Zweig’ın meşhur eserlerinden biri olan Satranç adlı romanın esintilerini fazlasıyla hissettim.
The Queen’s Gambit’in , 1960’lı yıllarda geçmesi daha nostaljik bir hava katarken aynı zamanda kullanılan kostümler ve mekanlar oldukça etkileyici. Beth’in hayatı satranç dehası haricinde oldukça sıradan gibi gözükse de dizide asla böyle hissetmiyorsunuz. Bu yüzden mini bir dizi değil de Beth’in dünya şampiyonluğuna uzanan serüvenini iki veya üç sezonda izlemeyi tercih ederdim. Bir günde bu kadar güzel bir hikayeyi kısa zamanda bitirmek biraz beni üzmedi değil.
Dizinin bu kadar ünlenmesiyle birlikte benim gibi ikinci sezonu bekleyen birçok kişi oldu. Fakat kitabın tamamı tek sezonda işlendiğinden dolayı ikinci sezon için yapımcıların elinde pek bir şey kalmadığını söyleyebiliriz. Gerçi bu onları durdurabilir mi? Orası ayrı bir konu. Çünkü Game Of Thrones gibi ünlü yapımlar da kitabın tamamının işlenmesine rağmen bununla yetinmeyip diziyi devam ettirmiştir.
Değineceğim bir diğer konu ise oyuncuların diziyle bütünleşmesi. Aslında öyle ahım şahım bir şey var mı diye düşündüğümde hayır yok. Ama bir bütün halinde baktığımda karakterlerin hepsi tam olması gerektiği yerde ve olması gerektiği şekilde. Özellikle Anya Taylor-Joy’u izlerken o son bölümde keşke hiç bitmese hissine kapılmaktan kendimi alıkoyamadım. Beth rolünde başka bir kişiyi zinimde canlandıramadım.
Dizinin finaline geldiğimizde ise uzun zaman sonra izlediğim en iyi sonlardan biriydi. Gerçi birinci bölümden son bölüme kadar geçen süreçte bu kadar iyi bir son olucağı şahsımca çok belliydi. Kısacası siz de eğer The Queen’s Gambit’i izlemediyseniz bence şimdi açın ve izleyin. Emin olun pişman olmazsınız. İyi seyirler.