Gün batımını her izlediğimde, uzaktaki o turunculuğun içinde, bilmediğimiz bir dünya olduğunu düşlerim. Hiç görmediğimiz türden canlıların olduğu bir ütopya hayal ederim. Her seferinde daha farklı bir yer oluşur kafamda.
Önümden o tarafa doğru uçup giden bir kuş görürüm bazen. Ve onun peşine takılıp gidebilmek için her şeyimi feda edebileceğimin farkına varırım. Bir kuş olmak için… bir kuş olup, o dağın arkasındaki turunculuğa uçmak için… Eğer gün batımını bir deniz kenarından izliyorsam, kuşun yerini bu kez bir balık alır. Büyük, küçük fark etmez, bir balık olup denizin sonundaki o turunculuğa yüzmek isterim. Bir balık ya da bir kuş olmak… Para sıkıntısı olmadan, kalacak yer kaygısı taşımadan, vize, pasaport işlemleriyle uğraşmadan her yere gidebilmek. Onlar böyle güçlere sahiplerken, biz hangi noktada kendimizi en üstün canlı ilan edebildik merak ediyorum.
Her neyse, anlatmaya çalıştığım şey, bir Kafka hikayesi değil. Asıl söylemek istediğim, asıl odaklanmak istediğim konu, tam olarak ifade edecek olursam, o uzaktaki ‘’Turuncu Dünya’’… bir Neverland belki…
Size de tek bir hayat yaşamak az gelmiyor mu? Her seferinde önümüze çıkan ayrımlardan tek bir seçenek seçip onu yaşamak… Ya diğer seçenekler ne olacak? İki, üç, yüz, bin, milyon tane seçenek oluyor çoğu zaman. Ve biz her seferinde seçmek zorundayız. Diğer seçeneklerde kalan aklımızı ne yapacağız peki? Orada oluşacak yaşamları merak etmek yanlış mı? İkinci seçenekteki ben nasıl bir ben olurdu acaba? Yüzüncü seçenekteki mesleğim ne olurdu? Ya bininci seçenekte yaşayacağım maceralar… Aşklar… Arkadaşlıklar… Onlar ne olacak? Neden onları da yaşayamıyorum?
Belki de kitaplara bu yüzden bu kadar tutkunum ben. Beni tek bir yaşam şansından bir şekilde kurtarıyorlar. Üstelik onları seçedebiliyorum. İstersem, vahşi denizlerde bir korsan olabilirim ya da mısırda bir tanrıça. Veya henüz keşfedilmemiş bir gezegende yaşam sürebilirim, bir isyana öncülük edebilir, zengin bir kontes olabilirim. Bir kuş ya da bir balık… Her sayfada yepyeni maceralara atılabilir, yepyeni dostluklar kurabilir, yepyeni aşklar yaşayabilirim. Her seferinde yeniden, yeniden, yeniden…
Ve sanırım bir nokta da bu da bana yetmemiş ki yazmaya başlamışım diyorum. Kendi maceralarıma kendim yön vermek istemişim. Bir sürü karakter yaratıp, her birini apayrı maceralara atıyorum. Tek bir tanesiyle de yetinmiyorum yani. Hem balık hem kuş olabiliyorum. Sizce de aynı hikayede olsalar, Martı Jonathan Livingston’la Küçük Kara Balık çok iyi arkadaş olmazlar mıydı?
Size, kitap okuyun, hayaller kurun ya da yazmaya başlayın gibi öğütler vermek amacında değilim. O şekilde bitmeyecek bu yazı yani rahat olun. Hem ‘’Çok okuyan kişi, öğüt vermez, anlar.’’ Derler. Ben biliyorum ki birbirimizi anlıyoruz. Sadece demek istediğim, daha fazlası için yaşayın! Ben bu yolu okumakta ve yazmakta buldum. Sizde yolunuzu bulun!