Üniversite kantininin açık alanındaydık. Ne olduğunu anlayamıyordum, olmuyordu bir türlü. Halbuki yanına giderken kafamda binbir türlü diyalog kurmuş, en kurnazca en karizmatik cümleleri tasarlamış, her sorusuna bir cevap her yakarışına bir aforizma kurucaktım.
Olmadı, olamadı. ”Kerem ayrılalım” diyordu, ”istemiyorum” diyordu. Ben hiç böyle düşünmemiştim. Bir iki trip yiyecek, monotonluğumu yüzüme vurucak, uyguladığım baskıdan yakınacak zannediyordum. Neden böyle olmuştu, anlamıyordum, yüzüne bakıyordum. Ne kafamda ki o şark kurnazı aforizmalar kalmıştı ne de her lafa verilecek cevaplarım. Sadece aval aval yüzüne bakıp, stresten kurumuş dudaklarımla ”ayrılmayalım” diye yalvarıyordum. Her ayrılmayalım diye yalvarışımda kurumuş dudaklarımın arasında ipçik ipçik tükürükler örümcek ağı gibi süzülüyordu ağızımda. Çirkinleşmeye başlamıştım. Zaten tırt bir standarta oturan tipim iyice bakılmayacak bir hale gelip, yer yer mide bulandırıyordu. İkna edemiyordum, ”sigara yakalım mı” dedim, olur dedi. Bir camel uzattım, ”yok ben kendi paketimden içerim” dedi. ”Peki” demekle yetindim. Sigaranın dumanı ağızımı iyice kurutmuştu. Neydi bu ağzımın benle alıp veremediği. Zaten düştüğüm bu durum yeterince kötü değilmiş gibi, ağzıma konsantre olmaktan kızı ikna edecek cümleleride kafamda kuramıyordum.
”Başkasında” dedi, ”ne başkasında” dedim. ”Gönlümü” dedi, ”başkasına kaptırdım”.
Celallenmeye başlamıştım, belkide üste çıkıcak tek ve yegane kurtuluşum bu olay olabilirdi. Zira kız, benim eksikliklerim, yetersizliklerim ve tırtlıklarım yüzünden ayrılmak istediğini söylese, bırakma beni demekten başka diyeceğim tek şey yoktu. Ama bu başkaydı. Sanki Erkeklik gururumu önemsiyormuşcasına başladım konuşmaya. Kelimelerle dans ediyor, o çocuğu bulup öldüreceğime dair ateşli tehtitler savuruyordum. Belki onu daha da kaybediyor olabilirdim. Ama yapıcak bir şey yoktu. Bu saatten sonra ya hep ya da hiçti. Güneş öğle gücünü göstermeye başladıkça gözlerimize giriyor, ikimizde poz keserek konuşuyorduk. Olmamıştı, ne ikna edebilmiştim. Ne de alevli zannettiğim tehtitler onun gözünü korkutmuştu. ”Saçmalama kerem, sen kavga edemezsin, ayrıca sakın çocuğu yanımda falan görürsen sataşmaya kalkma, kendini birde dayak yiyerek üniversiteye küçük düşürme” dedi. ”Ne demek lan, yakarım o çocuğu, yıkarım o tıfılı” desemde, alaycı bir gülümseme ile ”Tıfıl mı ?” diyerek tıs tıs gülerek ”Ben gidiyorum Kerem elveda” dedi, gitti…
Ortada kalakalmıştım. Ne derslere giricek kafa, nede arkadaşlarla batak atıcak moral kalmıştı. Acilen bu tırtlığı üzerimden atmam, kendime gelmem gerekiyordu. Hemen şişli otobüslerine atladım, bir boks kursuna yazılmak için yola çıktım. Şişlinin en ücra köşesinde ki öğrenci paramın yeteceği bir kurs görünümlü yere girdim. Tabelasında ‘’ Boks bizim işimiz ‘’ yazıyordu. Böyle bir tabelaya sahip kurstan ne bekliyordum, ben de bilmiyordum. İçeri girdim. Kütlesi 2 katım olan, terli, yamuk burunlu bir adam beni karşıladı. Kendinden beklenmeyecek tizde bir sesle, ”hoşgeldin gardaş” dedi. Bari sesten üstünlük kazanalım, bizde boş adam değiliz, intibası bırakmak için olabildiğince kalın bir sesle ”hoşbulduk hocam, Boks kursu için geldim” dedim. ”Hay hay” dedi. Başlattı kursu anlatmaya, haftanın 3 gün olduğunu söylüyor, antreman saatleri ve programlarından bahsediyor, duş alma yerlerini gösteriyordu. Her söylediğini sanki sporun içinde yoğrulan bir adammışım gibi, hıhı evet, duş yeri önemli tabi, antreman saatleri hmm gibi sözlerle cevaplıyor, anladığımı göstermeye ve istekli olduğum izlenimini yaratmak istiyordum. ”He diyor musun” dedi, ”he” dedim. Yine ”hay hay” diyerek ”hemen kayıt yapalım” dedi. ”Tamam” dedim. Önüme 3 sayfadan oluşan, içinde boyumdan kiloma, yaşımdan adresime kadar her türlü bilgimin doldurulacağı bir evrak koydu, ”imzala” dedi. Doldurdum imzaladım. ”Fiyatı konuşmadık” hocam dedim, ”hallederiiiiz” dedi. ”Eyvallah” dedim. ”Yalnız ilk ayın parasını peşin alırız” dedi. Ne kadar dedim, ”hallederiiiiz” dedi. Ne yapacağımı anlamamıştım, hallederiiiz miktarında bir para vermem gerekiyordu. Ama bu hallederiiiz miktarı ne kadar ediyordu bilemiyordum. Cüzdanımdan çıkardığım 50 lirayı uzattım, ”yeter mi hocam” dedim, ”bu aylık böyle olsun” dedi. Dolandırılıyor muydum, yoksa adam öğrenci olduğumu anladığı için ne versem kabul mü edicekti bilemiyordum. Her şey üstüme üstüme geliyor, bu belirsizlikler beni bitirmeye başlıyordu. ”Pazartesi başlıyorum o zaman hocam” dedim. ”Hay hay” dedi. Bu hay hay da neyin nesiydi. Boks kursunda ki zebillah vücutlu bir adamdan ince bir ses tonuyla her anlama gelen bir hay hay cümlesi duymak beni daha da garip bir hale sokmuştu. Taşlar bir türlü yerine oturamıyordu. Anlam veremiyordum. Benim burda ne işim vardı. Sabah kız arkadaşım beni terk etmişti, ben ise bu ezikliğin altında kalmamak, kendime yedirememenin vermiş olduğu gazla, ringlerin yanında ki barlarda tavşan kanı çay içilen bir kursta boks öğrenmeye gelmiştim. Tekrar sesimi kalınlaştırarak ”o zaman görüşmek üzere hocam” dedim. ”Eyvallah canım” diyerek uğurladı beni.
Kursun kapısından çıktıktan sonra, büyük ihtimalle hiç bir zaman gitmeyeceğim bir kursa 50 lira kaptırmış, terkedilmiş, aptala dönmüş bir şekilde otobüs duraklarına doğru yürüdüm. Otobüse binerken durağın önünden geçen Merve ile o çocuğu gördüm. Gözlerimden akan yaşlar eşliğinde, dudağımdan sadece şu cümleler döküldü; ”tıfılmış lan işte”.