Dünya ve ülkemiz bir değişimden geçmeye devam ediyor.
Bugün ve nihai aşamada yaptığımız tartışmalara baktığımızda, sanki “değişimden” korkma emareleri zuhur etmekte…
Evet…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti; 1946 yılına kadar tek parti iktidarınca Milli Şef tarafından yönetilmişti. İsmet İnönü, ülkemizi II. Dünya Harbine sokmayarak büyük bir siyasal deha sergilemiş…
Sonrasında da… Çok partili demokratik rejime bizatihi kendi iradesiyle geçilmişti. Yani, ülkemiz Türkiye Cumhuriyeti Devleti, “değişimden” korkmamış ve “dönüşüm” bizzat Cumhuriyet elitlerinin inisiyatif almalarıyla yaşanmıştı.
Demokrat Parti’nin 1950 seçimlerinde, ülke idaresini devralması ve 10 yıl boyunca memleketi yönetmesi, aslında bu dönüşümün korkusuzca yaşama adapte edilmesinden ötürü vuku bulmuştur.
Çok yakın Türk Siyasal Hayatına baktığımızda… 1950-1960 süreciyle, 27 Mayıs darbesinden sonraki tarihsel kırılmaları ele almak gerekir diye, düşünmekteyim. Tabii sadece yaşanan siyasal denklemi, bu parametrelerle izah etmek, kâfi gelmeyebilir.
Şu an için ülkemizde yaşanan siyasal denklem de sosyolojik yapı da, hem 1960 öncesinden tevarüs ettikleriyle hem de sonrası tarihi gelişmelerle ele alınarak, sağlıklı bir yaklaşım serdedilebilir.
Bugün, Türkiye’deki politik cepheleşmeye baktığımızda, Osmanlı Döneminin gerçekleştirdiği deneyimler tekrarlanmakta gibi. Bildiğimiz gibi, Osmanlı zamanında da memleket içinde “yenilik” ve “reform” ihtiyaçları zuhur etmişken ve bunun aydın-bürokrasi-ordu eliyle tesis edilmesi yönünde girişimler sabitken…
Yani Osmanlı Aydınlanma ve Reform inşaî sürecinde, yukarıdan aşağıya bir terkip öngörülmüşken… Erken Cumhuriyet döneminde de, sonrası modernleşme ve muasır medeniyet katına çıkma ülküsünde de, hep öncüler birtakım aydın-bürokrat-ordu elitleri olmuştur. Değişim ve dönüşümler, daha çok yukarıdan aşağıya doğru tertip edilmiştir.
– – – – – – – –
1950 seçimlerinde DEMOKRAT PARTİ’NİN (DP) seçimleri kazanması, aslında bir bakıma bu döneme kadar sürdürülen siyasal ve kültürel değişim dalgasının değiştirilmesi kritik eşik noktasıdır.
Adnan Menderes ve dava arkadaşlarının, daha liberal politikalar izlemesi, Türkiye’nin siyasal opsiyonlarını çeşitlendirmesi, o zamana kadar “tabu” addedilen meselelerin konuşulması ve tartışılmasının yolunun açılması… Tüm bunlara aslında “Tarihsel Blok-İttifak” yapısının kırılması gözüyle bakabiliriz. Sayın Hasan Bülent Kahraman, bu bağlamda en başta okuma yapılabilecek isimlerin başında gelmektedir.
Şerif Mardin hocanın döneminde yazdığı makalesinde dile getirdiği “merkez-çevre” diskuru, Sayın Hasan Bülent Kahraman’ın analizlerinde ve eserlerinde sıkça gündeme getirilmiştir.
Bugün, hâlen 27 Mayıs 1960 Darbesi amasız ve fakatsız değerlendirilememektedir. Milli iradenin ve egemenliğin tecelli ettiği DP hükümetinin, hiçbir ahlâk ve değer gözetmeyen bir biçimde askerî ihtilalle alaşağı edilmesi, hem vicdanî olarak Türk toplumunu etkilemiş ve derinden sarsmış… Hem de ülkemizdeki TARİHSEL BLOK’un bundan mütevekkil hiçbir zaman iktidara tek başına gelememesine neden olmuştur.
Bu bağlamda, 1950 seçimleriyle 1983 seçimlerinde Anavatan Partisi’nin Turgut Özal ile atılım yaparak, ordu destekli partiyi geride bırakmak kaydıyla iktidara gelmesi, çevrenin merkeze geçmesi olarak addedilmelidir.
İşte bu bağlamda, ülkemizdeki politik mevzileşmeyi ve saflaşmaları, bu düzlem üzerinden okumak daha sağlıklı olabilir.
İçinde bulunduğumuz yirmibirinci yüzyıl koşullarında bile, bir darbeyi altında yatan argümanları “objektif” olarak değerlendiremeden, işte efendim Adnan Menderes muhaliflere şöyle yapmıştı, Tahkikat Encümeni kurdurmuştu vb. gerekçelerle mazur göstererek, tarih sahnesinde haklılığını savunmak, gerçek manada üzücüdür.
27 Mayıs ihtilali kanımca, tarih sahnesinde ilelebet büyük bir leke olarak yer almaya devam edecektir.
Bugün yapılan tartışmalara baktığımızda, tartışmalar altındaki gizil perdeyi ardılamaya çabaladığımızda, o hâlâ eski dönem ihtilalci reflekslerin temayüz ettiğini sezinleyiveririz.
Ne ki artık tarihin devirdaim dişlilerinin geriye dönme şansı yok. Ne olursa olsun; tüm sıkıntılarımızı ve sorunlarımızı, hukuk dairesi içinde kalarak, demokratik teamüller çizgisinde “sürdürmek” idealinden taviz vermemek, herkesin ama herkesin bir yurttaşlık borcudur.