Tarih boyunca tarihin içinde gezindikçe biz Türkler ve Müslümanlardan başka insanı doğayı âlemi seven inşa ederek mutluğun daim olması için tarihe güzel not yaşantı bırakanı bulamazsınız. İşte diğer milletlerin çirkinlikleri, siyah kardeşlerimi yıllarca köle olarak kullanan insanlığını onurunu kaybetmiş Amerika ve batının diğer utanmazları bir kara leke olarak iz bırakmışlardır. Afrikalı kardeşlerimizi sömürerek yer altı zenginliğini elinden alan Fransa ve yandaşları ve diğerlerinin zulmü hala devam ediyor.
KÖLELİK
“Köle, bütünüyle başka bir insanın malı olan, herhangi bir eşya gibi alınıp satılabilen kişidir. Kölelik, eskiçağlardan 19. yüzyıla kadar süren uzun bir tarih boyunca çeşitli biçimlerde var olmuştur.
Köleler, taşınır herhangi bir mal gibi görüldükleri ve onlara hiçbir hak ve özgürlük tanınmadığı için, kendilerinden istenen her türlü işi yapmakla yükümlüydüler. Efendilerinin kötü davranışları, ağır yaşam ve çalışma koşulları, insan sayılmayan binlerce kölenin ölümüne yol açtı. Bir köle için kölelikten kurtulmanın tek yolu efendisince özgürlüğünün geri verilmesi, yani azat edilmesiydi.
İnsanlar tarih boyunca, içinde yaşadıkları topluma ve döneme göre çeşitli yollardan köleleştirildiler. Savaşta tutsak edilmek, bir suç nedeniyle cezalandırılmak, borcunu ödeyememek ya da köle ana babadan dünyaya gelmek, köle olmanın çeşitli biçimlerindendi.”
“Nasıl Başladı?
1452’de Portekiz Kralı VI. Afonso’ya izin veren Papa savaşlarda yakalananların köle olarak satılabileceğine ve kullanılabileceğine dair resmi bir bildiri çıkartarak bu büyük zulme onay vermişti.
Nasıl Yayıldı?
Transatlantik Köle Ticareti Amerikan Kolon İleri’nde ve daha sonra Amerika Ey Aletleri’nde işgücü eksikliğinden ortaya çıkmıştır. Avrupa Kolonileri içinde iş- gücünden yararlanılan ilk köleler Amerikalı yerliler, yani Kızılderililerdi. Bu durum Afrika’dan yüklü miktarda ve uygun fiyata köleler getirilinceye kadar sürdü.
Yeni Dünya’da Kızılderilileri esir alan Avrupalı sömürgeciler esir ticaretine pek de yabancı değillerdi. Karayip Adaları’nda savaş ve salgın hastalık yüzünden yerli halkın telef olması neticesinde Kızılderili nüfusunun yerini bu dönemde Afrikalı yerliler aldı. Diğer bir örnekteyse, Güney Carolina ve Virginia’da Afrikalı köleleri daha ucuza elde edebilecek anlaşmaların altına imza atılarak Kızılderili esirlerin yerlerini Afrikalı esirler aldı.
Esir ticaret üçgeninin bir bacağı Avrupa’dan ticari malların Afrika’ya ihracatıydı. Bu ticaretin ikinci bacağını oluşturan Afrika hükümdarları ve tüccarları, 1440 yılından 1900 yılına kadar köle ticareti içinde aktif rol oynadılar. Her köle karşılığında Afrikalı hükümdarlar Avrupalılardan yüklü miktarda ticari mal temin ettiler. Yeni Dünya’da esirlerin işgücü ile üretilen pamuk, seker, tütün, pekmez ve rom gibi ticari malların Amerika’dan Avrupa’ya nakli ise üçgenin üçüncü ve son bacağını teşkil ediyordu.” Alıntıdır
“Coğrafi keşiflerin başlangıcı olan 15. yüzyıl bilhassa Avrupalıların sistemli bir şekilde sömürgecilik çabalarının da ilk adımları olarak kabul edilmektedir. Bu yüzyılın sonlarında ve 16. yüzyılda dünyanın daha önce bilinmeyen yerlerini keşfeden Avrupalılar zamanla güçlü donanmalarını, disiplinli ordularını ve etkili silahlarını içeren gelişmiş askeri teknolojileri sayesinde keşfettikleri yerleri kendi ekonomik, askeri ve siyasi çıkarları doğrultusunda sömürmeye başladılar.” Alıntıdır
“Özellikle de astronomi alanında Müslümanların dünya bilim hayatına çok önemli katkılarının olduğu vurgulanıyor. 9.yüzyılda yaşamış olan El Battani’nin Kopernik’e yol gösterdiği de bilinen bir gerçek. Trigonometrinin de popüler bir hal almasında El Battani’nin çok emekleri bulunuyor.
Bizim galaksimizin dışında bir galaksiyi ilk kez bulan ise,10.yüzyılda yaşamış İran asıllı gökbilimci Abdurrahman El Sufi.
Yeryüzünü ilk inceleyen bilim adamlarının da Müslüman bilim adamları olduğu belirtilirken, 12.yüzyılda yaşamış ünlü coğrafyacı El İdrisi 70 tane haritayı içeren “The Book of Roger” diye bilinen atlası yaptı. (1154)
Müslümanların bilim adına yaptıkları işler arasında Semerkant’ta büyük bir gözlemevinin kurulması da yer alıyor. Bilim ve dinin o dönemler ne kadar birbirlerini bütünleyen ve iç içe geçmiş şeyler oldukları da günümüzdeki bilim adamları tarafından belirtilirken, günümüzdeki bazı bilim dallarının isimlerinin de Arapçadan geldiği vurgulanıyor. El kimya, yani batılıların “alchemy” dediği kimya biliminin isim babalığını ve öncülüğünü de Müslüman Arap bilim adamları yapmış bulunuyor. 9.yüzyılda yaşamış Cabir İbni Hayyan’ın kimya biliminin kurucusu olduğu biliniyor. Cabir, kendine ait bir laboratuarda kimyasal çalışmalar ve deneyler yapmış.” Alıntıdır
Müslümanlar ve Bilim
Müslümanlar İslam’ın da vermiş olduğu öneme binaen bilim ve medeniyetin gelişmesi için büyük çaba harcamışlardır. 9. yüzyıldan itibaren sürekli gelişmeye başlayan İslam Medeniyeti 10-14. yüzyılın ortalarına kadar altın çağını yaşamıştır. Bu 4-5 asırlık devrede, Müslüman bilim adamları bir yandan eski medeniyetlerden tercüme ederek, bir yandan da kendilerine ait eserler kaleme alarak bilim ve medeniyete dair en güzel ürünleri ortaya koymuşlardır.
Müslümanlar; bir taraftan tefsir, hadis, fıkıh, kelâm, siyer gibi kendine özgü ilim dalları meydana getirirken, öbür taraftan da matematik, astronomi, haritacılık, coğrafya, fizik, kimya, tıp, jeoloji, mineraloji, zooloji, veterinerlik, botanik ve biyoloji gibi her çeşit bilim dalında en ileri düzeye kadar yükselmişlerdir.
Matematikte kullanılan “0” (sıfır) rakamını ilk defa Müslümanlar kullanmışlardır.
Yine “ondalık” denilen sistem de Müslüman matematikçilerin icadıdır. Cebir ilminin kurucusu “el-Cebr ve’l- Mukabele” adlı eserinin yazarı Havârizmi’dir. Karekök, Lineer ve Kuadratik denklemlerde el-Kerhi’nin, İntegral’de et-Tûsî’nin, cebirsel sembollerde İbnü’l-Benna’nın, Geometri’de İbnü’l-Heysem, Ömer Hayyam ve İbn Türk’ün büyük katkıları olmuştur. Trigonometrinin kurucularının en büyüğü ise el-Battânî’dir.
Modern astronominin kurucusu olarak Nureddin Batruci kabul edilir. Pusula’dan ilk bahseden el-Avfî’dir. İbn Havkal ve Bîrûnî’nin dünya haritası vardır. Piri Reis, Amerika ve Antartika kıtasını haritasında göstermiştir.
Fizik’te izafiyet (rölativite) teorisini ilk kez el-Kindi ortaya koymuştur.
Optik ilminin en önemli isimlerinden birisi İbn Heysem’dir.
Kimya biliminde ilk yoğunluk ölçme aletini (piknometre) Bîrûnî yapmıştır.
Petrol ve damıtılmasından ilk bahsedenlerden birisi de Zekeriyya Râzî’dir.
Biyoloji ilminde, tekâmül nazariyesinin temeli en-Nazzâm tarafından atılmıştır. Câhız ise bu teoriyi geliştirmiştir.
Tıp biliminde, kan dolaşımını ilk keşfeden İbnü’n-Nefis’tir.
İlk anesteziyi (narkoz), 9. yüzyılda Sâbit ibn Kurrâ kullanmıştır.
Mikrobu, Pastör (Pasteur)’den 400 yıl önce “tohum” adıyla Akşemsettin keşfetmiştir.
İbn-i Sîna’nın Tıbbın Kuralları (el-Kanun fi’t-Tıb) adlı eseri dört asır Batı üniversitelerinde temel tıp kitabı olarak okutulmuştur.
Ortaçağ boyunca dünyaya hükmedin İslam medeniyeti, 15. yüzyıldan itibaren duraklama devrine girmişlerdir.
“Ortaçağ karanlığı” tabiri Hristiyanların bu çağdaki bağnazlık ve cahilliğini ifade etmek için kullanılmaktadır. Müslümanlar ise görüldüğü gibi bu çağda en muhteşem dönemlerini geçirmişlerdir. Ancak yanlış bir bilgi olarak tüm ortaçağ karanlık bir dönem olarak görülmektedir. Bu sebeple “ortaçağ” olarak olumsuz bir şekilde kullanılan ibare aslında Müslümanları değil, Hristiyanları kapsamaktadır.” Alıntıdır
İşte tarihin aydınlık yüzünde Müslümanlar yani Türkler ve diğer kardeşlerimiz, karanlık yüzünde batı ve Avrupa denilen karanlık ruhlu niyetli insanların zulmü…
Mehmet Aluç