İnsanlık tarih boyunca anlamsızlıkla mücadele etmiştir. Hayatına hep çeşitli yöntemlerle anlam yüklemeye, kendini var etmeye çalışmıştır.
Tarihin derinliklerine indiğimizde başlangıçta mitolojinin hakim olduğunu görüyoruz. Mitoloji hakikati açıklama yöntemlerinden biridir. Mitolojiye göre doğa canlı ve ruhlarla doludur. Doğa aynı zamanda kutsaldır.
Doğaya kutsallık atfedilmesinin sebebi insanın doğayı hala alt edememiş olması ve doğanın gücü karşısında hayranlık duymasıdır.
İnsanlık doğaya karşı egemen hale geldikten sonra doğaya atfedilen kutsallık sona erecektir ve başka hakikat arayışlarına geçilecektir.
tarihin derinliklerine indiğimizde ikinci toplumsal zihniyetimiz olan din ile karşılaşırız. Din de aynı şekilde bir hakikati açıklama metodudur.
Dinin benimsenmesiyle beraber insanlık; tanrılarını ağaçların, nehirlerin, göllerin içinden çıkararak önce göğe sonra gökten öteye en son zamanın ve mekanın üstüne çıkarmıştır.
Tabi bu süreçten tanrıçalar ve tanrı-krallar dönemi kronolojik bir şekilde geçmiştir.
İnsanlık gücünün yetmediği her şeyi önce tanrılaştırmış, gücü ele geçirdikten yani kendisi egemen hale geldikten sonra ise bu taptığı tanrıları aşağılamış ve kendine yeni ve daha güçlü tanrılar yaratmıştır.
Kadının toplumda söz sahibi, analığın kutsal olduğu dönemde tanrıçaların sayısının fazla olduğunu, sonradan toplumda erkek ön plana çıktığında ise tanrıçaların bir bir azaldığını ve erkek tanrıların ön plana çıktığını görüyoruz.
Yerleşik hayat ve şehirleşme ile beraber bu sefer de insanların birbirine hükmetmeye başladığı ve devlet ve iktidarların oluşumuna şahit oluyoruz. İnanılmaz güçlenen krallar kendilerini tanrı-kral(firavun) ilan ettiklerini görüyoruz.
Sonradan tanrıların sayısının azaldığını ve sürekli yükseldiklerini görüyoruz.
Tanrıların evrimi ile insanlığın tarihinin paralel bir şekilde ilerlemesi incelenmesi gereken sosyolojik bir konudur. Neyse detaylarla boğulmayalım, hedefimizden sapmayalım.
Din de hakikati açıklama yöntemlerinden biridir dedik. Dini mitolojiden ayıran dogmatik olması, kesin bilgi verdiğini düşünmesi ve kurallara uymayanlara ağır cezalar öngörmesidir.
Bir diğer hakikati açıklama metot olan felsefe ortaya çıkmıştır. Dinin dogmatik bilgi anlayışına karşı ortaya çıkmış, insanlığa sürekli soru sordurmuş ve insanlığı düşünmeye sevketmiştir.
Felsefe ile beraber insanlık çok cesur bir şekilde karanlık bölgelere adım atmış ve sorularına aklıyla cevaplar aramaya çalışmıştır. Felsefe ile beraber insan aklı ve mantık önplana çıkmış, ilerleyen zamanlarda akla da kutsallık atfedilecek ve tanrısallaştırılacaktır.
Felsefeyle beraber dinler daha da karmaşıklaşacak, mantık zeminine oturtulacak, tanrı daha da uzaklaştırılacaktır.
Sonradan felsefe ve dinin sentezi olan bilim, başka bir hakikati açıklama metodu olarak ortaya çıkacaktır. Bilim de başta kutsanacak, kendisi dışında olan bütün yöntemleri yanlış olmakla suçlayacak, tek doğru yöntemin kendi yöntemi olduğunu iddia edecektir.
Bilim diğer yöntemler gibi bilgiye bütüncül bir şekilde yaklaşmamış, her şeyi parçalara bölmüş, parçadan bütüne gitmiştir. Ayrıca kesin bir inançla hakikati bulacağını iddia etmiştir.
Genel hatlarıyla toplumsal zihniyetimiz bu şekilde ilerlemiştir. Bu süreçte üretim ve yaşam biçimi toplumsal zihniyetin üzerinde çok büyük etkiler bırakırken, toplumsal zihniyet de üretim ve yaşam biçimine yön vermiştir.
Bugüne kadar bilinen bütün siyasi yönetim biçimleri, hakikat yöntemleri, yaşam biçimleri ve üretim şekilleri denenmiş. Her biri insanlık için mutluluk, huzur ve barış vaat etmiş ancak getirdikleri hep mutsuzluk, huzursuzluk ve savaş olmuştur.
20. Yy da iki dünya savaşı ile beraber milliyet, ideoloji ve din savaşları verilmiş, milyonlarca insan hayatını kaybetmiş ancak yine hiçbir şey elde edilememiştir.
Mutluluğun, huzurun ve barışın gelmesi için hep bir savaşa daha ihtiyaç duyulmuştur. İnsanlık artık çok yorulmuştur, anlamsızlığa düşmüş, her şeyden vazgeçmiştir.
İkinci dünya savaşı sonrası egzistansiyalist, nihilist ve postmodern akımlar önplana çıkmıştır. İnsanlar büyük şeyler vaat eden ideolojilerin peşinden gitmeyi bırakmıştır. Toplumsallaşmaktan Bireyselleşmeye başlamıştır.
Artık hiçbir şeye olan inancı kalmamıştır. En son güvendiği bilim ve bilimsel yöntem de kuantum bulguları ile kendini çürütmüş, kendi ayağına sıkmıştır.
Günümüz insanı ise tarihin bütün yükünü omuzlarında hissetmektedir. Atalarının Denediği bütün yöntemlerin başarısız olduğunu görmesi onu umutsuzluğa düşürmüştür.
Günümüzde yaşanan olaylar tam bir kaos halidir. Kaos dönemlerinin kendine has özellikleri vardır. Bu dönemler eski yapılanmalara anlam veren yasaların çözüldüğü ve yenilerinin uç vermeye başladığı kritik ‘aralığı’ temsil ederler.
Bu yaratıcı ‘aralıktan’ neyin çıkacağını, yaşam güçlerinin yeni anlam ve yapılanma çabaları belirleyecektir.