kafam da tanrı hakkında birçok teorim üretmiştim. Kimi zaman benim için bir egoistti.
Bazende tanrıyı bir müzisyene benzetirdim . Kötü bir müzisyene! Bir enstürman tasarladığını ama nasıl kullanacağını bilmediğini düşünürdüm. Çoğu zamansa kusursuz bir kainat yarattığına. Ona hayrandım. Ona kızgındım.
bunca yaygarayı bilinme arzusu (tapılmakta diyebiliriz) için yaptığını düşünürdüm. Bazen de denek faresi gibi hissederdim kendimi. Peynir bir metafordu benim için cenneti temsil eden.
Ne zaman şüpheye düşsem içimde tanrısal inancın tohumlarını hissediyordum. dua ile filizlendirdiğim zamanlarım çok oldu. Tapma olayını pek beceremeyen biri olarak söylüyorum , birçok kez Tanrı’ya sığınmıştım. Kendime dahi söyleyemediğim gerçekleri , saydam bir şekilde aktarırken buluyordum. Ne zaman umutsuzluğa kapılsam içimden dualar eder, inancımı tazelerdim. Bu durumda kendi içimde güçsüz olduğumu hissettirse de, içten içe doğru olanın bu olduğunu biliyordum. Konforlu alanımdaydım.
bazen kafam güzelken tanrıyla aynı masaya oturur, kafam ayılmaya başladıkça da sorgulamayı bitirir ve masadan kalkardım. Spiritüel ya da ilahi bir güç hangisi bilmiyorum ama o masadan kalktıktan sonra ne bir denektim ne de Tanrı bir egoistti . Artık Tanrının bilinme arzusu olduğunu da düşünmüyordum. Benim için tanrı kötü bir müzisyen değilde bir maestro olmuştu. Galiba ona inancımızı sergilememizin en güzel yolu mutlu ya da savunmasız kaldığımız anda onu hatırlamamız. İçten içe ilahi bir gücün olduğunu bilmek herkesi daha güvende hissettirmez mi?