Her şeye gücü yeten Rab diyor ki, “Size baba olacağım, siz de oğullarım ve kızlarım olacaksınız.”
(Korintlilere 2.mektup 6:18)
Yıl kaçtı hatırlamıyorum. Ilık bir sonbahar güneşinin sıcaklığını, hayatımda ise gençliğimin baharını yaşarken dostlarla kafamız esmiş, yolumuz bu kez Erdebil’de Şah Hatai’nin türbesine düşmüştü.
Dostlarıma nazaran ziyaretimi erken bitirip türbenin karşısında bulunan küçük parktaki banklara gözüm ilişince, bankın üzerine kurulmuş yaşlı amcanın yanına attım kendimi.
Bir bacağını diğerinin üzerine atmış, sol elinde dertli dertli içtiği sigarası, sağ elini ise çenesinin altına koymuş hangi alemlere daldığı bilinmezken, bir fırsatını bulup konuşmaya başladım.
Önce bu şehirde mi yaşıyorsun diye sorduktan sonra “amca, her yıl bu aylar da burası böyle sıcak mı, yoksa dedikleri gibi değişiyor mu artık mevsimler” diye ekledim.
Bir eliyle destek aldığı çenesini kaldırıp, bana yorgun gözleri ile bakarken anladım ki epey yaşa sahip kendisi.
Cevabını beklemeden yaşını sordum seksenin üzerinde dedi.
-Peki amca, bunca yıl yaşadın bu hayattan ne anladın? diye sordum.
” Dün çocuktum babamla evimizin önünde top oynuyordum şimdi burada oturmuş çocuklarımın gelmesini bekliyorum. Sanki göz açıp kapayıncaya kadardı hayat, nasıl geçti anlamadım.” dedi.
Büyük söz etmişti amca, ama ben o toyluğumla ne sözü ne de sohbetin nasıl geçtiğini anlamıştım. Sadece bu değildi anlamadığım tabi. Sahi bir insan küçükken babasıyla oynadığı oyunu hatırlayabilir mi?
Eğer hatıra fotoğrafları olmasa ve bugün bana sorulsa babam hiç benimle oyun oynamadı ki, oynasaydı hatırlardım derim.
Çok sonraları evlenip de çocuk sahibi olunca hatırladım babamın benimle oynadığı oyunları…
****
Dedim ya çok sonraları oğlum olunca anladım, bir çocuğun neyi unutursa unutsun babasıyla oynadığı oyunları unutmadığını.
Gerçi çoğu zaman bir baba olarak eve yorgun gelince oyun oynamak isteyen oğlumu, başka oyunlarla meşgul edip dinlenmek istemişimdir. Ama evladın sadece babasıyla oyun oynamak isteyişini anlayınca az da olsa kendime gelebilmişimdir.
Yine bir akşam eve yorgun geldiğimde kendimi kanepeye atıp dinlenmek istediğim vakit henüz üç yaşında olan oğlum odaya gelmiş o küçücük elleriyle serçe parmağımdan kavrayıp henüz yeni açılan dili ile; “baba, paklanbaç oynuyak?” diye ısrarla sorunca, her zamanki yorgun halimle duvarın yolunu tutmuş, saymaya başlamıştım.
En sevdiği oyundu saklambaç ama ben onunla ilk kez oynayacaktım.
Zamana oynayıp hızlıca saymaya başlamıştım. Bir, iki, üç, on, on bir, on sekiz, on dokuz, yirmi deyip gözlerimi açtığımda, saydığım duvarın hemen yanına saklandığını gördüm…
“Buldum seni, sobe sobe.” deyince kendisini kaldırıp yere attı ve feryat ederek ağlamaya başladı. O ağlıyor ben ise onun bu sevimliğine gülüyordum. İçeriden oğlanın ağlayışını duyan eşim korku ile yanımıza gelip ne olduğunu sorunca,
-“Korkma, saklambaç oynuyorduk sobeledim diye ağlamaya başladı” dedim.
-” Sen sobelemeyeceksin, o sobeleyecek. “
-” Böyle saklambaç mı oynanır? “
-” Çocukla çocuk mu olacaksın, sen say sadece, sobeleme. ” dedi.
Bundan sonra diğer turlarda her zaman nereye saklandığını bilsem de, nerede olduğunu görsem de odaları teker teker dolaşıp yüksek sesle,
“Şimdi bulacağım seni, bu odaya mı saklandın, şu kanepenin arkasında mısın, perdenin yanındasın görüyorum sanki” diyordum. Ben böyle söylenerek onu arıyormuş gibi yaptıkça, saklandığı yerin ardından öylece bana bakıp güldüğünü duyuyordum.
Ne vakit ki, yüzümü ona dönüp” Ahaaa! Buldum seni” deyince hemen beni sobelemeye koşardı.
Oyundu bu, bu oyunda hep ben sayar o ise sobelerdi. Beni sobeledikçe küçücük yaşına rağmen kahkahalar atarak gülerdi. İkimiz de mutlu olurduk.
Yine bir gün oynarken duvarın yanında saklandığını görüp sobelediğimde kaldırıp kendini yine yerden yere vurdu.
Bu kez gülmedim, ağlamasına dayanamayıp kucağıma aldım, bunun bir oyun olduğunu ve kazanabileceği gibi kaybedebileceğini de anlatmaya başlamama fırsat vermeden, parmağını uzatarak “say” demesinden anladım bir daha asla sobelemeyeceğimi.
Duvarın yanında görmeme rağmen oda oda arayıp ne kadar eşya dolap varsa arkasına baktım durdum öylece.
Paklanbaçtı bu. Oyunun kuralı basit ve netti, görmeyecek ve sobelemeyecektim. Eğer aksi olursa ağlayacak ve küsecekti bana.
****
Çok sonraları yeni bir şey daha anladım.
Allah da tıpkı bir babanın evladıyla oynadığı gibi bizimle oynuyordu.
Bu kadar günah işliyoruz, bu kadar hata yapıyoruz ve bu kadar olmamamız gereken hallerde olup, durmamamız gereken yerlerde duruyoruz ama o bizi hiç sobelemiyor.
Yaptığımız tüm hataları görmezden gelerek, oda oda gezme misali, iyiliklerimizi arıyor görmüyor yanlışlarımızı.
Sonra bu oyun bitmesin biz üzülüp ağlamayalım diye de bu kadar günahın içinde ve yanında dururken bizlere;
“Ahaaaa, şimdi gördüm seni” demiyor.
Ne de güzel bir oyundur Paklanbaç. Eğer babanla oynuyorsan..
“Tanrı, Babadır.” (Yuhanna 5-21)
Ve Allah ne olursa olsun, merhameti karşısında bu küçücük ellerimizi kaldırıp ona şu soruyu sormamızı bekliyor
” Baba, paklanbaç oynuyak? “
Bilmemişiz, anlamamışız, oyun sanmışız her şeyi ve sen her şeyi görmezden gelmişsin.
Ey Rabbimiz Paklanbaç oynayalım ve sen merhametinle pakla* bizi.
Ne de güzel oyundur paklanbaç ve ne de güzeldir senin rahmetinle paklanmak..