Bir tabuta kaç beden sığar?
Sol omzunun üstünde bir tabut, gözleri karşıdaydı. Attığı her adımda, aldığı her nefeste daha da ağırlaşıyordu ruhunu ezen tabut. Kulağında birbirine çarpan sesler, yakarışlar bir çığa dönüşürken, gözlerinden akan yaşlar toprağı ıslatan kan kokusuna karışıyordu.
“Şehitler ölmez, vatan bölünmez.!”
Tek bir bulutun bile gölge etmediği gökyüzünde, asker selamı veriyordu ağızdan çıkan her bir yaralı harf.
Sonsuzluğa uğurlanıyordu şimdi tabutun içinde boylu boyunca yatan ölü bir beden…
Toz bulutu kaplamıştı önce her bir tarafı ve hemen ardından çarpışmamak için sağa sola dağılan mermiler.
Düşünmedi hiç, diğer arkadaşları gibi, kendine emanet edilen komşu toprağını korumak için siper aldı. Oysa bir düşünseydi geride bıraktıklarını, gözünü karartır mıydı yine böyle?
Karartırdı; çünkü o askerdi. Çünkü o Türk askeriydi. ‘Her Türk asker doğar’dı, önce kendi toprağını sonra kendine emanet edileni korurdu.
Sonra hain bir kurşun geldi, önce bedenini delip geçti, az sonra da canını almıştı o genç askerin. Sırt üstü yığıldı bedeni, arkadaşlarının kanına karışırken kanı. Ölüyordu; son nefesini vermeden önce Kelime-i Şehadet getirdi. Toz bulutunu delip geçti ettiği şehadet, tıpkı bedenini delip geçen mermi gibi. Gözleri ağırlaşıyordu, ruhu bedenini terk ederken, aklına son gelen ise elimi öptüğü annesiydi. Kana, çamura karışan yüzünde gözyaşları süzüldü, geride kalanların kalbine kor gibi düştüğünden bi’haber.
Sağ kalan arkadaşlarının omzundaydı şimdi; ölü bedeni beyaz bir çarşaf parçasına sarılmış, kanının renk verdiği bayrağı örtülmüştü tabutuna. Oysa evden çıkmadan önce öpüp alnına koyduğu bayraktı; tabutunun üzerine serilen.
Birilerine sarılarak, destek alarak yürüyordu annesi, yanındakilerin kim olduğunu bilmiyordu, umrunda da değildi zaten.
Oğlunun ölü bedenini taşıyordu önündekiler. “Oğlum” diyordu; göz yaşlarıyla, çığlıklarıyla, acıyla, anılarıyla. Yanağından akıp giden her bir damla yaş, öfkeyle kalbine düşüyordu. Kızıyordu, kendinin bile haberi olmadan; savaşı başlatanlara, oğlunu o çöllere gönderenlere, ülkesini korumayıp kaçanlara, kaçıp yardım dilenenlere kızıyordu. Ama en çokta kendine kızıyordu; oğluna sahip çıkamadığını düşünerek.
Bir asker şehit olmuştu, bir ana ölmüştü ama bedeni ayaktaydı, hayaller, umutlar, anılar ölmüştü, bir sevda ölmüştü gömülen o tabutta, geriye aldığı her nefesi kendine haram sayan bedenler kalmıştı.
Şimdi yeniden soruyorum; bir tabuta kaç beden sığar?