Merhaba sevgili okurlar! Bu yazımda hayatımızın birçok alanında karşılaştığımız bire birde yaşadığımız bir sendromdan bahsetmek ve detaylıca incelemek istiyorum. Bu sendrom Stockholm sendromu. Birçok tanımı bulunmakta ancak kısaca tanımlarsak Ömer Hayyam’ın tabiriyle” Celladına aşık olmak” diyebiliriz. Öncelikle yaşanan durumların Stockholm sendromu olması için bir tehdit ve tehlike durumu taşıması gerekir. Bu anlamda yaşam tehlikesi ve zarar verme durumu söz konusu olan örneğin bir kaçırılma olayında rehin alınan bir kişinin yaşadığı korku ve kaygıdan dolayı esir alan kişiye duyduğu minnet, duygusal yoğunluk da denilebilir. Üzerine kitaplar yazılan bu sendrom sadece bir tanımla geçiştirilemeyecek kadar önemlidir ve analizini yaptığımızda bize pek çok bilgi sunacak bir konu alanıdır. Bilinçli ve bilinçsiz olmak üzere iki şekilde ortaya çıkabilmekte olup ayrıca psikolojik, örgütsel, fizyolojik ve çeşitli fiziksel bağlamlarda da ilişkilendirilebilmektedir.
Öncelikle bir örnekle somutlaştıracak olursak Amerika’da 14 yaşında kaçırılan genç bir kızın çeşitli yollarla istismar ve tehdit edildiği ancak kaçmak için hiçbir şekilde çaba göstermediği hatta kurtarıldıktan sonra kendini alıkoyan kişilerin cezalandırılacaklarını duyarak hıçkırıklarla ağladığı görülmüştür. Bu olay aslında bireyin öğrenilmiş çaresizliğinin, güçsüzlüğünün bir kabullenişidir. Aynı zamanda kendisine kötü davranan bu kişilere duygusal anlamda bağlandığının ve onları otorite kabul ettiğinin, ona her türlü zararı verebilecekleri için kişi veya kişilere önem atfettiğinin bir örneğidir. Türk aile yapımızdan da örnek verecek olursak evli bir kadının kocasından gördüğü şiddete rağmen durumu normal kabul etmesi ve karşıdakini güçlü kendisini güçsüz görmesi, duruma boyun eğmesi de bir sendrom örneğidir. İş yerinde çalışan birinin de patronuna itaat ederek ondan gelecek olan olumsuz yorum veya uygulanan mobbinge karşı direnmemesi ve kabullenmesi de sayabileceğimiz örneklerden yalnızca birkaçıdır. Verdiğimiz örneklerdeki kavramların yanı sıra kişilerin kendilerine zarar verenlere bu denli bağlanmasında çeşitli etkiler de mevcuttur.
Psikolojiye göre değerlendirecek olursak çevresel, ailesel, sosyal algılar, yaşanan travmatik olaylar da etkili olabilmektedir. Rehin alan kişinin çocukluğunda gördüğü aile içi şiddet, uğradığı zorbalık durumlarına karşı geliştirdiği savunma mekanizması olabileceği gibi kendine kurban seçerek bu yollarla insanlarla iletişim kurmaya çalıştığı da düşünülebilir. Bu kişilerin rehinelerine gösterdiği olumlu davranışlarla ve kendi hayatına dair yaptığı paylaşımlarla da üzerinden sorumluluk atmaya çalışabileceği söylenebilir. Savunma mekanizması demişken Freud’a değinmeden de geçmeyelim. Rehin alınan bireylerin rehin alan kişiye karşı özdeşim kurduğu, kendisini esir almasını mantığa bürümeye ve polyannacı bir şekilde yaklaşıp kişinin olumlu yönlerini görmeye çalışarak kişiye aynı zamanda empati ve sempati geliştirebildiğini de belirtmeliyiz. Kendisine zarar veren kişiyi savunduklarını ve çevreden gelecek olan yardımlara da kulak asmadıkları görülebilmektedir. Bu savunma mekanizmalarının görülmesiyle beraber kişinin kendi ego durumunu tatmin etme ve idden gelen bilinçdışı isteklerine göre davranması da söz konusudur diyebiliriz. Peki bir bireyin kendisine bu kadar zarar verilmesine rağmen o kişiye bu kadar bağlanmak istemesinin başka hangi sebepleri olabilir?
Yukarıda saydığımız sebeplerle birlikte rehin alan ve alınan bireyleri çeşitli kuramlar bağlamında inceleyelim. Hümanistik (insancıl) kuramcılardan Abraham Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisine göre güvende olma, sevgi ve ait olma ihtiyaçlarında birer eksiklik olabileceği, kişilerin kötü de davranılsa o kişiye güven duyma, güvende olma ihtiyacı duyacağını aynı zamanda kurt-kuzu ilişkisi de olsa esir alanın esir olana olumlu davranışlar sergilemesinin kişiye ait olma hissini vermesi etkili olabilir.
Davranışçı kuramcılardan Pavlov’a göre ise bireyin esir alana karşıt koşullanması yani kötü davranışlarını tersine olarak iyi algılaması da söz konusu olabilir. Bilişsel kurama göre ise kişinin bilişsel çarpıtmalarının etkili olabileceği ve edindiği çeşitli otomatik düşüncelerle esir alanın bunu yapmasında birçok bahaneler de aranabilir. Ahlak kuramcılarından olan Kohlberg’e göre ise esir alan kişinin saf çıkarcı bir yaklaşıma, esir edilen kişinin ise itaat ceza ve iyi çocuk eğilimlerine sahip olabileceği de düşünülebilir. Örneğin esir alanın güçlü ve otoriter görülmesinden dolayı vereceği zarardan ve cezadan kaçmak için kişi onu destekleyip savunma yolunu hatta yardımcı olma yolunu tercih edebilir ona itaatkar davranabilir. Bağlanma kuramcılarından Bowlby’e göre de bebeklik döneminde anneye olan bağlanma ve sonraki hayatında insanlara olan bağlanma durumlarıyla alakalı olarak böyle bir ilişki türü geliştirilebileceği de söylenebilir. Fizyolojik olarak ise beynimizde duyguların yöneltildiği limbik sistem, mantıksal faaliyetlerin olduğu neokorteks bölüm ve tehlike durumlarının habercisi sürüngen beyin gibi bölümlerin tehlike ve yaşanan tehdit durumlarında neokorteksin pasif, sürüngen beynin aktif oluşu gibi çeşitli durumlar da yaşanabilmektedir. Savaş ya da kaç tepkisi barındıran sempatik hızlı sistemin aktive olmuş halini parasempatik yani yavaş düzeye getirebilme faaliyetiyle beraber beynin korku ve kaygıdan kaçmak, stressiz bir ortam oluşturmak için yanındakine güvenmeyi ve kendisine yardım etmek isteyenlere güvenmemesi gibi bir kurgu oluşturması bağlanma durumu yaratması da saydığımız sebeplere eklenebilir.
Yaptığımız bu analize göre bireyler aslında fiziksel olarak küçük ihtimaller içeren kaçırılma durumlarıyla rehin olma veya psikolojik anlamda zihinde bir rehin olma durumu yaşayabilir. Mesela okulda bir öğrencinin zorbalığa uğramasıyla, aile içinde yapılan eleştiri veya tutumlarla da bireyin kendinden çok başkalarına bağlı kalması durumu gözlenebilir. Peki bizler bu sendroma yakalanmamak için neler yapabiliriz ? Bir de bunu konuşalım.
Bireyler öncelikle kendini tanımalı, kendi değerleri ve hedefleri doğrultusunda yaşamaya özen göstermelidirler. Başkalarının gölgesinde yaşamanın zorluğunu anlamalı ve kendilerine verilen zararın farkında olmalıdırlar. Bu anlamda hayır diyebilmeyi, kendi sınırlarını belirleyebilmeyi, iletişim kurabilmeyi, problem ve çatışma çözebilmeyi öğrenebilmelidirler. Belirtilen önerilere uyulduğu takdirde birey psikolojik sağlamlığa ve karşılaştığı durumlara karşı daha esnek, pozitif bakarak sağlam bir duruşa, anlamlı bir hayata sahip olabilecektir. Güzel söylüyorsunuz ama bunları nasıl yapacağız dediğinizi de duyar gibiyim. Bu ifade ettiğim öneriler üzerinde ayrı ayrı durulması gereken konular ancak kendinizi tanımaya başlayarak ilk kıvılcımı başlatabilirsiniz. Öğrenilmiş çaresizlikten çıkıp güçlü yanlarınızı tanımaya çalışarak birinin himayesinde yaşayarak değil de olmak istediğiniz ben için harekete geçebilirsiniz. Ben kimim? Hangi özelliklere sahibim? Neleri yapabilir ve kontrol edebilirim? Güçlü ve zayıf yanlarım nelerdir? gibi çeşitli sorularla sonrasında da kendinize belirleyeceğiniz küçük hedefler ve edineceğiniz becerilerle bu sendroma yakalanmanın aksine böyle insanlara yardım eden taraf sizler olabilirsiniz. Ayrıca konu ile ilgili olarak psikolojik destek alarak iyi oluşunuza dair adımlar atabilir, kendinizi keşfetme yolculuğuna başlayabilirsiniz.
Not:
Polyannacılık: Freud’un savunma mekanizmalarından olup olumsuz durumları olumlu olarak görmeye çalışmaktır.
Mantığa bürüme: Freud’un savunma mekanizmalarından olup bahane bulma, durumlara mantıklı nedenlere aramaktır.
Bilişsel çarpıtma: Bilişsel davranışçı kuramda yer alan bir kavramdır ve abartılı düşünceler anlamına gelebilmektedir.
Otomatik düşünce: Bilişsel Davranışçı kuramda yer alan duygu düşünce ve davranışlarımızı etkileyen inançlardır.
İd: Freud’un yapısal kuramında yer alan bilinçdışı isteklere verilen addır. Örneğin açlık, cinsellik, saldırganlık vs.
Ego: Freud’un yapısal kuramında yer almakta olup idin istekleri ile süperegonun (vicdani, ahlaki yön) dengesini sağlamaya yarayan kavramdır. Örneğin markette çikolata yemek isteyen çocuk id, burada olmaz parasını ödemedik elalem ne der diyen anne süperego, yemesine izin verip parasını kasada verebileceğini söyleyen baba ise ego diyebiliriz.
Öğrenilmiş çaresizlik: Bireylerin yaşadıkları herhangi bir başarısızlık durumunun ardından kendilerine olan inançlarını yitirmeleri ve hep başarısızlık yaşayacaklarını düşünerek çaba sarf etmeyi bırakmalarıdır.
Karşıt koşullanma: Davranışçı kuramda yer alan bu kavram olumlu bir tepkinin olumsuz, olumsuz tepkinin de olumlu hale getirilmesidir. Örneğin öğretmeninden korkan bir öğrencinin sonrasında öğretmenini sevmeye başlamasıdır.
İhtiyaçlar hiyerarşisi: Hümanistik kuramcılardan Maslow’un kavramları içerisinde yer alır. Tabandan yukarıya olacak şekilde fizyolojik, güvenlik, sevgi ve ait olma, saygı, bilme ve anlama, estetik ihtiyacı ve son olarak en uçta yer alan kendini gerçekleştirme ihtiyaçlarının olduğu bir piramittir.
Kaynak: Sendromların eğitim ve yönetime yansımaları-Dr. Ramazan Atasoy
Psikolojik danışman Merve Can