Neyim? Nereden geldim? Nereye gidiyorum? Sormak sorgulamak insanoğlunun doğasında var. Daha çocukluktan başlar bu. Kimse bir çocuğu zorlamaz soru sorması için. İçinden gelir çünkü, insandır o. Ona göre programlanmıştır. Soru sorsun ki cevabı bulsun. Mantıklı bir cevap alana kadar da sorar durur.
Yukarıdaki sorular hayatımızın en temel soruları. Peki bu soruların yanıtları yok mu? Ya da biz insanlar bu soruların cevaplarını bulamayacak kadar aciz miyiz?
Birincisi, eğer makul ve mantıklı bir soru varsa mutlaka cevabı da vardır. İkincisi; İnsan soru sorabilen tek canlıdır. Dolayısıyla soruyu soran insandır. Eğer soruyu sorabiliyorsa cevabı da bulabilmelidir. Ve eğer soru sorabilecek kadar aklı varsa cevabı bulabilecek kadar da vardır. Bu manada bilinmezcilik görüşünün temeli yoktur.
Biz bu dünyaya cevabını bulamayacağımız sorular sormak için mi geldik? O zaman niye soruyoruz ki? Halbuki insanın en temel düşünce özelliği soru sormaktır. Ve bu konular teker teker her insanı ilgilendiren konulardır.
Peki bahse konu bu soruların cevabını yüce bir güçte aramak kolaya kaçmak mıdır? Öncelikle bu gibi düşünsel eylemler için kolaya kaçmak ifadesi ne kadar doğrudur? Bir insan bir şeyi düşünmek istemiyorsa düşünmez ki zaten. Bu tabir daha çok fiili eylemler için kullanılır. Bir insan bir olayı-olguyu düşünmesinin sonucunda yapmak istemediği fiiller doğuyorsa asıl o zaman insan kolaya kaçar ve hiç düşünmez yani düşünmek istemez. Bilinmezcilik aslında bilmek istemezciliktir. Biraz daha derine inersek, türkçemizdeki o cuk oturan tabirle bilmezden gelmeciliktir. Cevaptan kaçmaktır ve asıl kolaycılık da budur.
Yukarıda da bahsettiğim gibi insan doğasını çocuklara bakarak anlayabiliriz. Örneğin bir çocuğa ‘’bu koltuğu buraya kardeşin getirdi veya kendi kendine zamanla oluşarak geldi” dediğiniz takdirde o dahi bu cevapla tatmin olmayacaktır. Ama ‘’baban getirdi” gibi bir cevap çocuğa rahatlıkla yeterli gelecektir. Peki neden, çünkü gayet makul ve çocuğun o zamana kadar ki gözlemlerine ve çıkarımlarına uygun bir cevaptır. Çocuk buna inanmakla kolaya kaçmış olmaz. Zaten ben bu konuda kolaya kaçayım diye düşünmez bile. Ya da masanın kenarında duran bir su bardağını devrilmesin diye ne yaparız? Masanın ortasına doğru bir yere koyarız değil mi? Bunun yerine o bardak devrilmesin diye başka bir masayı getirip yanına koymayız. Şimdi biz o bardağı ortaya koymakla kolaya mı kaçtık. Evet başka bir masa koymaktan daha kolay bir hareket yaptık. Çünkü mantıklı ve makul olan buydu. Diğer ihtimali düşünmedik bile. Aslında bu durum herkesin bütün yaşamı boyunca uyguladığı şeyler. Fakat iş inanca geldi mi o bardağı alıp ortaya koymak yerine bin dereden su getiriliyor. Yok öyle miydi yok böyle miydi? Çok basit olarak ulaşılacak bir cevap boş zanlarla sanki çok zor ve karmaşık gibi gösteriliyor. Şimdi belki itirazlar olacak. Bu itirazlarda da dediğim şeyin aynısı yapılacak, yani bin dereden su getirilecek. Çeşitli mantık ve kelime oyunlarıyla ‘’Ya onunla bu aynı şey mi’’ ‘’o koltuk oraya şöylede gelmiş olabilir böylede gelmiş olabilir’’ gibi normal hayatlarında hiç kullanmadıkları iş sadece inanca geldiğinde uyguladıkları (güya) ihtimal örnekleri dile getirilecek. Ve sadece temelsiz bir zan üzerine görüş beyan edilecek.
Son olarak bize o soruları sordurtan gücün her ne olduğunu düşünüyorsanız cevapların da orada olduğunu düşünmelisiniz. Soru varsa cevap da vardır.