İnsan doğadaki her şeyin belli bir amaca yönelik hareket ettiğine inanır. Tanrının her şeyi insan için insanı da kendine tapsın diye yarattığına… Bu yüzden de her şeyin efendisi olma hakkını kendinde görür. Evrendeki her şey onun için çalışan nesnelerden başka bir şey değildir. Ağaçlar, hayvanlar, dağ, taş, tepe her şey… Hepsi onun emrinde emir kuludur adeta… Tam bir efendi köle ilişkisi… Ama bir taraftan da korkar doğadan. Hermann Hesse’e göre; “Yüzünde maske taşıyan değişken insanın, doğada büyüyen her varlığa ciddiyetle bakmaya başladığı anda ürkmesi kaçınılmazdır.” Bu yüzden de tarih boyunca sürekli olarak kendini özel görme ve onaylatma ihtiyacının peşinden gitmiştir. Diyojen’in tüyleri yolunmuş bir tavukla salona girip; “İşte Platon’un insanı” sözü sonrasında hemen kendine yeni bir tanımlama alanı aramasının nedeni de budur. Alet yapabilen yegâne yaratık… Şempanzeleri görüp pabucu dama atılıncaya kadar tabi… Dilbilimciler maymunların işaret dili becerilerini keşfedene kadar da dile sığınır insan. Konuşan hayvanlar olarak dünyanın efendisi olur… Sonra yine üstünlük taslayıp simgeyi bırakıp sözdiziminin arkasına sığınır. Galaksideki tüm canlılardan daha üstündür artık… Gerçekten de efendi olmayı başarmış mıdır peki?
Yarattığı teknolojilerle evrenin gerçekten efendisi olmayı başarır başarmasına ama kendi sonunu hazırlayan bir efendiliktir bu. Bir zamanlar orman gibi kardeşçesine, bir ağaç gibi tek ve hür olma hayalini kurarken şimdi doğayı katlederek yarattığı hapishanelerin içinde olmayan özgürlüğünün bile farkında değildir. Yine de bulutlara doğru yükselttiği gökdelenlerin, sitelerin içinde küçücük gördüğü doğanın tüm seslerinden azade yalıttığı pencerelerinden dünyaya bakarken efendi rolünü oynamaya devam eder.
Bu üstünlük yarışında her şeye yabancılaşır insan. Çiçek açmış bir gülün, duvara tutunmuş bir kelebeğin, ağacın, doğadaki tüm canlı organizmaların onu tamamlayan unsurlar olduğunu unutur. Yaratığı devasa teknolojilerin büyüsüne kapılıp gezegenin elinin altından kayıp gittiğini anlamaz. Sezgiden ve sağduyudan uzaklaşmış varlıklar olarak yeryüzüyle kurduğu başlangıçtaki dostluğu bozmuştur bir kere. Kendi sonunu hazırladığının bile farkında değildir. Ta ki başına felaketler gelene kadar… Bugün yaşadığımız orman yangınları, seller bunun kanıtı değil midir? Yarattığımız iklim krizinin sonucu hepsi… Dere yataklarına kurduğumuz evler, HES’ler, tahrip ettiğimiz ormanlar…
“Sanki tüm gizli köklerimle birlikte beni de yerimden söküp almışlar, acımasız çiğlikteki günışığına tükürüp atmışlar gibi hissediyordum. Etrafta günlerce dolandım ama bildiğim tanıdığım tek bir orman patikasına, aşina olduğum tek bir fındık ağacı gölgesine, haylaz oğlan günlerimden kalma tek bir meşeye rastlamadım, şehrin etrafında sadece enkazlar, çukurlar, çayır gibi biçilip geçilmiş orman yamaçları, çıplak kökleri feryat eder gibi güneşe bakan ağaç cesetleri vardı. Benimle çocukluğum arasında uçurum açılmış, yurdum eski yurt olmaktan çıkmıştı.“ der Hesse Ağaçlar adlı kitabında.
Peki, dünyanın efendisi olduğunu zanneden kendini beğenmiş günümüz insanının doğruları, atalarından daha mı değerlidir? Onların mitoslarının ve simgelerinin yerine kavramlar koymuş olmakla ilerlemiş mi olurlar? Cioran’a göre; “…bu mitoslar ve simgeler, bizim kavramlarımızdan daha az şey ifade etmezler. Hayat ağacı, Yılan, Havva, Cennet tıpkı Hayat, Bilgi, Eğitim ve Bilinçsizlik kadar anlamlıdır. Kötülükle iyiliğin mitolojideki somut tasvirleri ahlak ilminin kötü ve iyisi kadar ileri gider. Eski efsanelerin şatafatının yerini formül takımı alır; insan hayatının sabit nitelikleri bilim tarafından daha derin bir biçimde kıvranılmadığı için bu sabitler değişikliğe uğramaz. Modern kendini beğenmişliğin haddi hududu yoktur. Kendimizi bu yüzden bütün geçmiş yüzyıllardan daha derin daha aydınlanmış zannederiz. Aslıda her şey daima bilinmiştir. En azından esasla ilgili olarak; modern felsefe Çin Hindu ya da Yunan felsefelerine hiçbir şey katmaz.”
İnsanın kendi türünün egemenliği için doğaya hoyratça davranması, doğal kaynakları sınırsızca harcaması, ekonomik çıkarları uğruna kendi dışındakilerin yaşam alanını daraltması yüzyıllardır değişmeyen bir gerçekliktir. Ama teknolojiyle gezegeni kumanda etmeye çalışan günümüz insanı kadar da doğayla olan uyumunu bozmamıştır. Belki de bu yüzden geçmişe hiç olmadığı kadar özlem duyar. Tıpkı Hesse gibi… ” …Keşke yine mis kokulu, ılık, kısa yaz gecelerini yol üstündeki samanlarda uyurken kaçırsam, keşke yine. Gezgin olsam da ormanın kuşları, kertenkeleleri ve böcekleriyle masum bir uyum içinde yaşasam! Ama imkânsız artık… Eski şarkıları söylemenin, eski gezgin bastonunu sallamanın, sevdiğim eski, tozlu yollarda yürümenin, yeniden gençleştiğimi ve her şeyin eski günlerdeki gibi olduğunu sanmanın âlemi yok. Hayır, bunlar geçmişte kaldı…”
Ağaçlardan öğreneceğimiz çok şey var oysa. “ Bir ağaç kesildiğinde ve çıplak, ölümcül yarasını güneşe gösterdiğinde, gövdesinden geriye kalan o ak kütüğünden, o mezar taşından tüm tarihi okunabilir. Yaş halkaları ve yumrularında birebir yazılıdır tüm mücadeleler, tüm acılar, tüm hastalıklar, tüm mutluluk ve serpilişler, kurak yıllar, bereketli yıllar, savuşturulmuş saldırılar, atlatılmış fırtınalar.” Ağaçlar kapladığı alandan fazlasıdır. Ölürken bile çoğalmaya kendinden sonrakine faydalı olmaya devam eder. Ya insan… “…Ağaçlar sonbaharda ölmezler, sadece beklerler sabırla beklerler. Bir ağaca bakarken beklemeyi öğrenmek insan için az bir şey midir? İnsan ve doğa arasında var olan o ilişkiyi yeniden kurmak, tabiattan hareketle insanı ve onun varoluşunu yorumlamak, evrene farklı gözle bakmak kendi ellerimizle kirlettiğimiz dünyanın saf haline yeniden ulaşmak belki bunun için yazmak bir ağaca sarılır gibi…”
Doğadaki her canlının birlikte uyumla yaşamı sürdürmesi hayatın sürekliliği için gereklidir. Tüm canlılar birbirlerini tamamlayan bir döngünün parçasıdır çünkü. İnsan da doğanın bir parçasından başka bir şey değildir. Esas olan yaşamdır. “Ağaç der ki, güven güvenden gelir. Atalarımı hiç bilmem her yıl benden doğan binlerce evladımı bilmem. Tohumun sırrını yaşarım sonuna dek başka tasam yoktur benim. Tanrının içimde olmasına güvenirim. Yaşamın kutsallığına güvenirim.”
Her şey yaşamın kutsallığı ve devamıysa şayet bunun için hepimize düşen sorumluluklar yok mudur? “ …Tepelerinde uğuldar dünya, kökleri sonsuzluğa uzanır ama sonsuzlukta kaybolup gitmez, var güçleriyle tek bir şey için onlara özgü büyüyüp serpilmek, varlıklarını ortaya koymak için çabalarlar. Hiçbir şey daha mükemmel değildir güzel, güçlü bir ağaçtan. “ Geçmişten geleceğe taşımak gerekmez mi acıyı sevinci aşkı… Umudu ruhun derinliklerinden çıkarıp gün yüzünde kalmasını sağlamak… Taşların arasına sıkışmış bir çiçeğin inatla gövermesi gibi umudu yeşertmek gerekmez mi? Tüm canlılarla başlangıçta kurduğumuz uyumu tekrar sağlayabilmek için… Ya ellerimizle katlettiğimiz doğa! Hepimizin bu suçta payı yok mu? Benim senin onun…
Ne yapmamız gerek peki? Tek bildiğim şu der Hesse; “…Ne oyun oynayan çocukların hesapsız mutluluğu, ne geçip giden gezginlerin aldırışsızlığı, ne sevgililerin vurdumduymaz esrikliği, ne de çiçek devşiren kadınların toplama hevesi bahşedilmiş bana. Bana bahşedilen, hayatın içimde duyduğum sesini takip etmek; anlamını ve amacını tam bilemesem de, beni neşeli yollardan alıp giderek daha karanlık, daha belirsiz yollara götürse de, bu sesi takip etmek. ”Hayat döngüsünün o muhteşem uyumunun sesini… Doğanın sesini… Takip etmek… Yaşamın sürekliliği için… Yapmamız gereken sadece bu aslında…
Hepimizin özür borcu var tabiat anaya… Koruyamadığımız ve direnmediğimiz için… Ağaca, kuşa, dağa, taşa… Büyüdükçe(…) dar gelen dünyada yaşamı birlikte yaşayabilecekken tüm yok ettiklerimize…
”Bakın sizlere ey tanrılar ey benim efendim sizlere ülkem için kefaret kurbanları kesiyorum. Bu acıları çekip çıkarın yüreğimden benim. Ruhumdan bu korkuları alın benim ” diyen Hitit kralı gibi ince bir sızıyla taşıdığımız ağıtların hikâyelerini taşıyan toprağım… Toprağa karışan gövdelerdeki deli umudum… Sizlere de…
Sırası geldi artık
Tahtımızdan inip
Geleceğimizi
Kuş, kaplumbağa,
Ağustos böceği,
Çınar, kavak, salkım söğüt,
Ve
Dünyanın en eski sakinleri,
Tek hücreli yoldaşlarımızla
Birlikte kutsayıp
Kutlayıp
Yaşatmamızın.
Kaynak:
Hermann Hesse, Ağaçlar, Kolektif Kitap
Emil Michel Cioran, Çürümenin Kitabı, Metis Yayıncılık
Gündüz Vasaf, Ne Yapabilirim? İletişim Yayınları