Gittikçe değişen dünyada yönünü bulmaya çalışanlar hep duvara çarpmak zorunda mıdır? Feryatlar içinde koşarken bir hiçe, neyi düşler gelecek adına insan? Sevgi, nefret, umut ve hiç için açılmış bir çift göz hangi nameye kurban gider?
Gençleri unutulan toplumlar, nereden bulabilir gelecek anahtarını? Sistemin ve sistemlerin kurşun geçirmez inançları içinde, hangi çark baş kaldırabilir adaletsizliğe, eşitsizliğe ve duygusuzluğun doğurduğu empati yoksulluğuna?
Sorular çok cevaplar da çok ama konuşan, konuştuğunu bilmeden lafları arka arkaya sıraladığı için suskunluk her geçen gün düşünceleri biraz daha sarmakta, kimi zaman da sivrileştirmekte. İçimde ölen değil, doğan bir şeyler olsun diye öten kuşları kim susturabilir kim öldürebilir serçeyi kendi gözyaşından başka? Kim susturabilir düşüncesizliği düşünceden başka?
Bu sorular benim değil bizim sorularımız ve sorunlarımız. Aslında bakarsanız kimler var gerçekleri duyan ve gören ya da halkı ötekileştiren kim? Hayır, düşünme onu bunu, bu sensin bu benim bu sustukça ölen çocukların yüzlerinden düşen gözyaşları. Uyanmanın vakti geldi demek isterdim ama umarım uyanacak kadar vakit vardır? Umutlarımızı boğulmaktan kurtarmak için son bir feryat daha dökülmeli kurumuş dudaklardan. Son bir umut daha oluşmalı bizden geleceğe.
Aklını kullanma terimini gerçekleştirmek için bir süre daha duracak mıyız yoksa tüm aklımızı zincire mi vuracağız? Özgürlüğe ulaşmak varken, özgürlüğü tutsak etmek niye?..