Farklı bir içe dönüş, yeni bir farklındalık…
Neden bilmiyorum ama kendimi ve aşkı aynı cümlede bulunduramıyorum, düşünemiyorum. Kalbim buz gibi.
Sadece başka insanların sevgisi, mutluluğu beni mutlu ediyor. Ekrandaki iki insanla beraber hissetmeye çalışıyorum, ortak olmak istiyorum bu soyut olana, aslında ihtiyacım olana. Bazen kelebekler uçuşurken karnımda, bazense ağlıyoruz beraber. Onlar kadar tabi ki hissedemesemde aşkı, onlarla kısacık da olsa yaşıyor gibi oluyorum o anı. Bu da bana yetiyormuş gibi oluyor. Sonrasını asla düşünmüyorum çünkü benim hayatımı etkileyecek bir şey değil bu yaptığım, ya da bir başkasınınkini mahvedecek. Ne onların kalplerini kırma korkusu var, ne de benim ki kırılacak korkusu. Ne tartışıp birbirimizden soğuma korkusu, ne de güvenimizin her an yerle bir olacağı korkusu… Bu yüzden uzaktan hissetmeye ve her zaman mesafeli olmaya mahkumum ben. Yakınımda fazlasıyla sevgi yaşandığı zaman, hoşlanmak istesemde bu durumdan bir şekilde bunu reddeden bir kıpırtı, bir ses çıkıyor adını vermediğim herhangi bir şeyden. Kendini bana hatırlatıyor ve uzaklaşıyor böylelikle kalbim adım adım adım herkesten, her şeyden, somuttan ve de soyuttan….
Sonrası, ilerisi yok. Başkalarını mutlu görmek içime huzur veriyor. Ama niçin kendim bu alanla mutlu olmak istemiyorum, neden bunu kendim gerçekten hissetmek istemek yerine, gerçek olmayan iki karakterin aşkını hissetmek istiyorum? Neden yalnız olmak istiyorum? Neden kalbim sevgisizliği seçiyor? Neden benim karnımda uçan kelebekler mavi değilde siyah?
Ben yaşıyor muyum?
Park Ji Woo’dan Whisper’ı dinlerken yazılan bu yazı melodinin ve gerçeklerin bütünleşmesi ile ortaya çıkmıştır.
감사 해요