İnsan hatta ruhu olan her canlı yaşam ve ölüm arasında bocalamaktan başka bir eylemden yoksundur. (Bu bocalama gerçek anlamıyla herşeyi kapsamaktadır). Bu eylemi gerçekleştirme yolunda verdiği uğraşların dahi bir başlangıcı yoktur. Eylemlerinin en başı zannettiğimiz olay, özünde bir başkasının devam ettirdiği eylemi devralmaktan başka birşey değildir. Fakat burada ilginç olan şey ise insanın bu devam ettirme işini zorunlu ve istek dışı kabul etmesidir. İnsan yaşamak dışında herşeyi akıl ederek yapar fakat yaşamayı içgüdüsel olarak gerçekleştirir.
Seçme lüksünü doğuran durum ise ölüm riskinin olduğu durumlarla gelişir ama bu dahi kısıtlı bir seçimden ibarettir çünkü insanoğlu yok olma zorunluluğunu görmezden gelemez , sadece bazı durumlarda erteleme şansı yakalar ki buda yaşamı seçmesi değil ölümü seçmemesiyle alakalıdır. Oysa öngörüden yoksun , yaşamı kabule zorlanmış bir varlık olarak ölümü ertelemek çok daha risklidir.
Öyleki bu risk hem iyiyi hem de kötüyü bir arada bulundurma potansiyeline sahiptir. Tüm bunlara rağmen biz insanları seçim yapmaya iten şey ise daha iyiyi umut etmek, bir diğer ifadeyle hayalperestlik gibi bir sorunumuzun olmasıdır. İnsan hiçbir zaman daha iyiyi umut etmemeli çünkü iyiyi umut etmek demek bulunulan anın hissedilmeden tüketilmesi, çöp edilmesi demektir . Bulunulan an duruma göre iyi yada kötü olsun, hicbir şekilde gelecekten herhangi bir zamanın veya anın belirleyicisi olamamlıdır. Eğer gelecek zaman eylemlerini , bulunulan anın umutları veya istekleri yada istenmeyenleri belirliyor ise o an olay durumunu yani asıl görevini gerçekleştiremeden yok olur. Eğer geleceğe dair hayaller var ise ortada bulunulan an için kayıtsız fikirsiz bireyler vardır.