Buralar eskinden bayram yeriydi, şenlikler kurulurdu her sokağına insanlar özgürce hemhâl olurdu… Bir tatlı meltem eserdi ben sokağımın yokuşundan inerken, gülen gözlerle bakardık birbirimize. İşte o günlerde yaşadım ben gençliğimi… Ben o günlerde arkadaş oldum, dost oldum, bu dünya yolunda yolumu buldum, o yolun yolcusu oldum. Yol nedir bilir misin? Yol: insanın özüdür, iradesidir, gücüdür, fikridir…
Ne güzel söyler Akif:
Karşında ziyâ yoksa, sağından, ya solundan Tek bir ışık olsun buluver… Kalma yolundan.
Peki o günlere derdimiz yok muydu? Vardı elbet ama o günlerde daha esbab bi’l-külliye sukut etmemişti. Derdimizin içinde hep bi’umut vardı. Şimdi o umut nerde dersen; Kaf dağının arkasında… zordur o dağa çıkmak umudu bulmak, tekrardan içinde yeşertmek… gayret ister, sebat ister, durmadan yürümek ister… durursan ne olur? Bilemem, orasını hiç düşünmedim ya da bize hiç öğretmediler. Ben bu yola çıktığım günden bu yana bir kez tökezledim, olmaz yolarda kendimi aradım… anladım ki insanın yolu kendiymiş. İşte ben de o günden sonra kendimi yol ettim… sürekli yürüyorum kim ne derse desin, bildiğim yolda hiç sapmadan Kaf dağının arkadasındaki umuduma yürüyorum. Yol biter mi, umudum tekrar içimde yeşerir mi bilemem ama Kaf dağının arkasındaki umudumu kalbimde yeşertirsem, bir “merhaba” gönderirim, umudunu kaf dağında arayanlara…
Feryâdı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar…Uğraş ki: Telâfi edecek bunca zarar var.Feryâd ile kurtulması me’mûl ise haykır!Yok yok! Hele azmindeki zincirleri bir kır!“iş bitti… Sebâtın sonu yoktur!” deme; yılma.