Kendinizi hiç hislerinizden yoksun ya da dışarıdan biri gibi algıladığınız oldu mu? Ya da bulunduğunuz ortama ve her şeye sanki kalın bir sis perdesinden bakar gibi hissettiniz mi?
Hayatımızın bazı dönemlerinde duygularımızı tam anlamıyla hissedemeyiz. Ne normalde mutlu olduğumuz olaylar bizi mutlu eder ne de üzülmemiz gereken bir olaya karşı üzülebiliriz. Kendimizi sanki duygusu gibi hissederiz. Birinin coşku ve ilgiyle anlattığı herhangi bir olay bize saçma ve anlamsız gelir. Hatta bazen içimizden ‘’Ne var bunda bu kadar gülecek’’ diye geçirdiğimiz zamanlar da olur. Hiçbir şey ilgimizi çekmez. Her şey boş ve anlamsızdır. Varlığımızı sorgularız, amacımızı, hedefimizi, var olma sebebimizi sorgularız. Her şeyden önemlisi hayat da artık anlamsız gelmeye başlamıştır.
Depersonalizasyon bozukluğu, günümüzde her yüz kişiden birinde görülen ve oldukça ciddi bir durum olarak değerlendirilen psikolojik sorunlarından biridir. Kişinin kendi beden sınırlarından taşması, bedenini adeta terk etmesi hissi olarak ifade edilen bu bozuklukta birey bedenini sanki uzaktan izliyormuş gibi hisseder ve gerçeklik duygusunu kaybeder. Bu durum duyarsızlık, kişiliği kaybetme(Kişiliksizlik), bireyin kendi bedenini yanlış algılaması olarak da ifade edilmektedir.
PEKİ, BU HASTALIĞIN SEBEBİ NEDİR?
Depersonalizasyon bozukluğu birçok nedenden dolayı ortaya çıkarken bu nedenler semptomları yaşayan bireylere göre değişiklik göstermektedir. Özellikle çocukluk döneminde yaşanan travmalardan kaynaklanan bu durum için anksiyete ve stresi de bir neden olarak gösterebiliriz. Bireyin aşırı derecede kaygılı olması ve yoğun iş temposuna maruz kalması da tüm bu süreci tetiklemektedir. Bu olgu, aslında akut kaygı ve travma dönemlerinde gerçekliğin üstünü kapatmak ve acıyla baş etmek amacıyla ortaya çıkmış bir çeşit savunma mekanizması olarak da tanımlanır ayrıca esrar gibi uyuşturucularla da kendini gösterebilir.
Bu hastalığı yaşayan ve BBC’ye konuşan Sarah isimli bir hasta : ‘’Çok değer verdiğiniz ilişkileriniz, ana kalitelilerini kaybediyor. Ailenizi sevdiğinizi biliyorsunuz ama bunu normal bir şekilde hissetmek yerine teoride biliyorsunuz” diyor.
Başkaları ise bu hastalık ile ilgili bedenlerini terk ettiklerini korkutucu deneyimler yaşadıklarını, uzuvlarının artık kendilerine ait olmadığını hissettiklerini ve dünyayı düzmüş gibi gördüklerini anlatıyorlar. Sarah da aynen bu belirtileri yaşamış ve: “Elimdeki kitabı okuyordum. Birden ellerim bir çizim gibi göründü. Fiziksel dünyayla benim algım arasındaki ayrılmayı hissettim.’’ Şeklinde ifade etmiştir.
Uzmanlara göre bu hastalık dünyada şizofreni ve obsesif kompulsif bozukluk kadar yaygın. Tedavi edilmeyen hastalar, bu bozuklukla hayatları boyunca yaşamak zorunda kalabiliyorlar. Buna karşılık hastalığı tanıyan tıp profesyonellerinin sayısı da oldukça az. Aile hekimliği eğitimi sırasında ya da tıp fakültesinde depersonalizasyon bozukluğunun hiçbir şekilde anlatılmadığı da söyleniyor.
Herkesin hayatı boyunca en az bir kez bunu deneyimlediğine inanılmasının yanı sıra genel anlamda teşhis koymak oldukça meşakkatli lâkin tedavi terapi ile sağlanabiliyor hastalar bundan tamamen kurtulamasalar da bununla baş etmeyi öğrenebiliyorlar.
Bu konu hakkında detaylı bilgiye sahip olmak için buraya tıklayabilirsiniz