Virüs salgınından sonra, nasıl bir dünya ile karşılaşacağız, şimdilik düşünürler, eli kalem tutanlar bu hususa kafa yormakta.
Küreselleşme tartışılıyor ve tartışılmaya da devam edecek. Küreselleşme insanlığa öyle bir sunulmuştu ki, yeryüzümüze refah gelecek, ülkeler arasındaki anlaşmazlıklar sona erecek vb. şeyler.
Yaldızlı ve pırıltılı bir dünya vaat ediyorlardı.
Küreselleşme, dünyayı elektronik bir köye dönüştürürken, demokrasiden, insan hak ve özgürlüklerine, hukuk sistemlerinin adalet temelinde yeniden re-organize edileceği çok farklı bir yaşam alanı vaat ediyordu.
Emeğin ve sermayenin önündeki sınırların kalkması, zenginlik ve refah neredeyse oraya mobilitenin sağlanması… Daha doğrusu, Soğuk Savaş sonrasında daha huzurlu bir dünya inşa edilecekti. Tabii, bunlar olayın belki de sahne önündeki dekorları idi.
2000’li yıllar ise çok farklı bir siyasal ve ekonomik düzene vesile oldu.
***
Şunu da belirtmek isterim ki… Belki de bu yaşadığımız felaketler, krizler, olağanüstü gelişmeler; “sessiz çoğunluğun” yakarışlarının İlahi kudret tarafından duyulmasının izdüşümüdür!
Öyle bir uluslararası sistem inşa edildi ki, ne sosyal adalet ne ekonomik refah ne zenginlik ne eğitim hakkı ne de özgürlük tam anlamıyla tecrübe edilir oldu.
Dünyanın tüm zenginlikleri ve serveti yine dünyanın bir avuç zengin aileleri tarafından “sömürülürken”… Yani, yüzde 1’lik bir azınlık yine yüzde 99’luk “sessiz çoğunluklar”!
Nerede adalet? Nerede gelir ve servetin adil dağılımı? Nerede küresel huzur ve barış? Nerede insanlığın kutsal ahlâk değerleri?
Dünyanın varlıkları, sesleri çok gür çıkan yüzde 1’lik bir azınlık tarafından kullanılırken ve yönlendirilirken…
“Sessiz çoğunlukların” kaderlerine terk edilmeleri…
Vaat edilen küreselleşme bu muydu?
Bu kadar haksızlığa, acıya, zulme, şiddete, insan kıyımına…
Azınlıkların sessizliği ve tepkisizliği karşısında…
Sanırım…
Sessiz çoğunluklar “sessizce ve derinden” bir yakarışta bulundular.