Balığınızın kaç santim olduğu çok önemli. Her şeyi boyut ile ilişkilendirdiğimiz konularda, elimizde tuttuğumuz balığın da kaç santim, yanı standart ölçüde olup olmadığını bilmeliyiz. Elbette, hamsi seveni de var! Levrek seveni de… Lezzetçilik meselesi sonuçta. Neyi yemek istediğiniz önemli değil mi?
Ankara’da hamsi pik yaptı ve sonunda 50 TL bandını gördü. 5- 10 TL’ ye alıştığımız hamsinin, döviz ve menkul kıymetlerden daha hızlı tavan yapması, bir anlamda doğanın da bittiğine işaret. Bu anlık fotoğrafa dikkat etmek, fiyata takılı kalmamaktan çok önemli. Yarın ne olacağı belli olmayan bir gelecek, rekolteden ziyade, denizlerimize kızıl gözlük ile bakmamızı gerektiriyor. Bahtımıza yaz çıkarsa ne ala, ama ya kış çıkarsayı da bilimsel şüphecilik içinde değerlendirmeliyiz!
Karadeniz ve Marmara gibi denizlerimizde iki tür hamsiye sahip olmamız (bilmeyenler açısından; Karadeniz hamsisi, Marmara hamsisine göre biraz ufak olur) imrenilecek bir şans iken, trol ve algarna gibi avlanma metotlarının yanı sıra, kaçak avcılık ve fabrikaların denizleri kirletmesinin top yekûn sonuçlarını görebiliyoruz. Örneğin; Marmara Denizi değil de Marmara Çöplüğü demek daha doğru olurcasına…
İşin kötü tarafı; üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde, deniz görmeyen ve balık nedir bilmeyen insanlarımız ne yazık ki var! Zengin deniz ürünleri olan ülkemizde, kalkınamamışlığımızın nedenlerini ararken, insanımıza yapılmayan yatırıma da bakmakta fayda yok mu? Ya da insanımızın, bilinçli şekilde yarı cahil mi bırakıldığını mı, düşünmeliyiz? Bu bağlamda, denizlerimize karşı tutum geliştirilmesini isterken ütopik kaldığımın farkına yıllar içerisinde şahit olsam da çevre Aktivisti olarak ve benim gibi olan bütün dostların bu aymazlığı defalarca söyleyip, halkı uyarması önemlidir.
Hayat suda başlayıp, karaya çıktığından beri, deniz bize karşılıksız olarak besin maddelerini sunmuştur. Ama 20. Yüzyılın ve 21. Yüzyılın insanı, doğaya ihanet ettiği gibi denizlere de hiçbir şey olmayacak gibi davranmış, sonuçta 7. Kıtayı da okyanuslarımıza kazandırma başarısını elde etmiştir.
Peki, denizlerimizi ne kadar sahipleniyoruz? Yaz aylarında serinlemek için girdiğimiz kıyı şeritlerinden çok, aynı zamanda balıkçılıkla uğraşan aileleri ve yarattığı katma değer açısından da ülke ekonomisine katkı sağlayan denizlerimizi ne kadar koruyabiliyoruz? Sadece denizlerimiz mi? Ya ormanlarımızı, tarım arazilerimizi ne kadar bizimdir, diyebiliyoruz?
Sahiplenip, koruyamadığımız ortada. Değil çocuklarınıza bırakabileceğiniz bir miras, sizin dahi ilerleyen yıllarda göremeyeceğiniz balık, orman ve tarım arazileri gibi tarihe karışmış nostaljileriniz olacak.
Denizlerimizde denetimlerin artması, balık ve deniz ürünlerine karşı bilinçli bir toplum olmak; orman arazilerimize her koşulda sahip çıkmak ve tarım arazilerimizi ranta emanet etmemek vatanseverliğimizin bir parçası olmalı.
Elimizde tuttuğumuz hamsi, minimum 9 cm olması gerektiğini söylüyor uzmanlar. Nasıl ki boyut sorununa takılıyor isek, balıklarımızın boyut sorunlarına da takılalım. Sermaye sınıfı, dünyanın neresinde olursa olsun deniz ürünlerinin en kıyak olanını yiyebilir ama bizler, elimizde olanı kaybettikten sonra hiçbir zaman yiyemeyiz… Sermaye sınıfı, denizleri acımazsızca kirletirken, biz onların kirlettikleri denizlerin temizliği için parasal bedel öderiz. Çünkü onlar, çevre için karlarından ayıracakları paraları yoktur! Ormanlarımızı sermaye sınıfı verdiğimiz vergilerle yok ederken, biz onların doğayı yok etmesi için daha fazla vergi veririz. Yine, zenginliklerine zenginlik katmalarına yardımcı olmak için. Sermaye sınıfı tarım arazilerimize göz dikip, yeni rantlar peşinde koşarken, biz ithal ürünlere, ülkemizin döviz kaynaklarını aktarırız… Rüyamda görsem, hayırdır inşallah diyeceğim; tarım ülkesi Türkiye’ nin tarım ürünü ithal etmesi, mesela!..
Sonuç, Hacivat- Karagöz misali!
Toplumsal olarak çevre sorunlarına karşı topyekûn inisiyatif koymadığımız sürece, nihai sonuç alabilmek mümkün olmayacağı aşikâr. Nedenle, kendimizi kandırmanın da bir anlamı yok…
Ankara, 26 Kasım 2020