Düşünün bir, şehir merkezisiniz, herhangi bir ülkenin şehir merkezi. Gecenin geç saatlerine kadar dopdolu olan, araba vızıltısı sebebiyle bazen cümleleri yüksek sesle kurduran, gün içerisinde ortalama 100 bin insan ve onlarca buluşma, tartışma, sevgi, dostluk, sahtelik, sadakat ve hatta ihanet gören.
İnsanın gitmek için can attığı, yüzlerce insanla göz göze geldiği ve kimsenin birbiri ile muhatap etmediği, edemediği, bir yerden bir yere hızlıca yürüdüğü, koştuğu, liselinin evine gitmek için otobüste bir oyana bir bu yana devrilerek gününü sorguladığı, beyaz yakalının elde kahve bardağıyla salına salına, telefonla konuşa konuşa yol aldığı, üniversitelinin vize mi final mi derken düştüğü aşk sendromlarının üstesinden gelmek için her gün kendini başka kafeye attığı, yaşlı kesimin insanlığın ve bir şehrin nereden nereye geldiğini görmek adına sürekli parklarda yer kapıp gençlerle sohbet etme çabalarının, dertlinin ise erken saatte sarhoş olduğu bir şehir merkezi.
Daha sayamayacağım kadar çok insana ev sahipliği yapıyor şehir merkezleri.
İnsanın kendini şehir merkezlerinde huzurlu hissettiği de olur zaman zaman, bir köşeye oturup insanların hareketliliğini izlemeyi yeğler. Tabi bu her zaman olmaz, çoğu vakit biz de o insanlar gibi bir oraya bir buraya gündelik telaşa kapılırız.
Çok kıskanırım ben şehir merkezlerini. Evet, canlı olmayan ama yüz binlerce insandan daha canlı olan o yerleri kıskanıyorum ben.
Benim hayatımda göremeyeceğim şeyleri görüp, duyamayacağım şeyleri duyup, yaşayamayacağım şeyleri yaşayan insanları, sakin binalar izlemez mi sanıyorsunuz?
Şehrin merkezinde kaybolan bir düzine masumiyet. Veya aniden insanın bedenine nüfus eden cesaret.
Hep ağızlarda bir “Merkez’e geçelim” cümlesi. Ne var ki bu merkezde? Ben söyleyeyim ne olduğunu size;
İhtişam var, görkem var, ışıltı var, sadelik var. Kısaca akla gelebilecek her şey var. En çokta telaş var.
MOLALARIMIZ DÜNYAYA BEDEL:
Bir şehir merkezinde insanın vücut hareketleri hep hızlanır, kimse yavaş olmak, geride kalmak istemez.
Hızlı adımlar atar, bir bakışta 10-12 yüze bakar, o esnada günlük planını tekrar önüne alır, düşünür, daha da hızlanır, sonra durur.
Belki ufak bir mide gurultusu, belki güzelim kahve kokusu, belki de vitrinde gördüğü ve ilgisini çeken bir ürün durdurur onun bu dünyevi telaşını.
Molasını verir, kıyafette alır bu molada, yemek de yer, kahve de yudumlar, fotoğraf da çekilir.
Ne de güzeldir o molalar. Bir anlığına durup bütün insanları bize izleten, şehri ve kendimizi sorgulatan. Tekrar ve tekrar bizi merkezin büyüsüyle baş başa bırakan o molalar.
Aslında biz bu telaşları verilen molalar için seviyoruz biliyor musunuz? Çünkü biliyoruz ki büyük dinlenişten önce hep bir ufak kaçamağımız oluyor, o kaçamakta genelde günün en unutulmaz karelerini barındırıyor.
Sahi, en son ne zaman aşık oldum bir şehrin merkezine diye kendime sorsam “Sanırım her gittiğim seferde” Diye cevap veririm naçizane soruma.
NEDENİNİ BİLMEM, BİLMEKTE İSTEMEM:
Şehir merkezlerinin beni neden bu kadar etkilediğini hiç bilmek istemem, bazı şeyler bilmeyince özel.
Bu da böyle mesela, ne kadar sorgularsak o kadar sıradanlaşır bir şehrin merkezi.
Ama ne kadar gidersek gidelim sorgulamadan, hep aynı kalacaktır bizim için.
Çok isterdim kalabalık, kızlı erkekli bir arkadaş grubumla merkezlerde cirit atmayı. Bir türlü olduramadım. Evet yer yer AVM’ler emrime amade idi de işte insan esas sahne de istiyor bu eğlenceyi.
Çoğu zaman ya az ya yalnız oldum ben şehir merkezinde, 3-4 kişiyi aşamadım, tekliği sevdim zira her zaman ki gibi.
Yine de bu büyüyü yalnızca kendimle paylaştım, kendime atfettim. Oysa içimde ukde kaldığı da sır değil.
Bir gün diyelim, bir gün be.
ZAMAN BİR BAŞKA AKAR MALUM YERDE:
Saat 1 gibi öğlenin en çok seyahat edilen saatlerinden birinde de gitseniz “eve erken döneceğim sonunda” diye kendinizi de avutsanız, merkezde zaman sudan hallice, hıp hızlı geçer. Anlayamayız, ne ara hava kararır, insan sayısı bir artar bir azalır, eve gitme zamanımız biraz daha yaklaşır. Gerçekten anlayamayız.
Bir de merkeze kısa süreliğine ara verip bir lunaparka, alışveriş merkezine girdiyseniz, adım başı telefonunuza bakın derim çünkü zaman şu an bile geçmekte, geç kalınca sorun çıkmaz diyorsanız da eğer, bırakın kendinizi akışa, bırakın da burada renkli geçsin zaman.
HER GÜN TURİSTİ OLUNASI YERDİR:
Gerçekten şehir merkezlerinde nasıl bir büyü varsa kendi insanını bile turisti edebilecek kadar muhteşem geliyor insanın gözüne. Bilmiyorum, belki en kalabalığın akıp gitmesini seviyorumdur ve bunu her saniye izlemek istiyorum diye yalnızca bana öyle geliyordur.
Sanmam ama ya, vardır benim gibileri, şehrinin merkezine aşık ilçelileri.
Onları da yanıma alıp merkezi boydan boya gezmek güzel bir istek, aklımda, yapılacaklar listesine yazılası bir istek.
Derler ya nabza göre şerbet diye o hesap, seveniyle gidilir sevilesi yerlere ki büyüsü biraz daha belirginleşsin.
Yoksa şehrinin merkezine gitmemiş bir yabancıyı al koy en kalabalık caddeye, nutku tutulur, o saatten sonra o da sever elbet, yine de ilk aşkı ayrı, sabit sevgisi ayrı bu işlerin.
MAZLUM ÜRPERTİR BU YERLER:
Her iyinin içinde kötü, her aydınlığın içinde karanlık, her güzelliğin arkasında çirkinlik yatar ve belki de bu yüzden şehrin merkezlerinin dar sokakları bize acı verir. Bu zıtlıktan nasibini aldığı için, gaspçısı, tacizcisi bizleri, mazlumları, iyi niyetli insanları pusuya düşürmeyi düşlediği için.
Korkutmak, germek istemem, yine de bir gün bizim de başımıza gelecek maalesef, belki merkezde olmaz ama gelecek, kötüler hep var olacak ki iyilik bu sayede değerli kalacak.
Temkinli olalım yine de, hızlı hareket edelim karanlık çöktüğü vakit merkezde.
İSTEDİĞİMİZ KADAR GEZELİM, TAMAMLAMAK İMKANSIZ:
Daha gitmediğimiz ara lokantalar, denk gelemediğimiz cevherlerle dolu sahaflar, minik ve kendine has ara düzey abur cuburları, ülkenin bilindik şekerleme markalarıyla birlikte satan, hoş, mütevazi bakkallar, oyun sevenleri asla üzmeyecek bilgisayarcılar, internet kafeler, kıyafet seçiminize nokta koyacak denli elbiseleri satan mağazalar.
İstediğimiz kadar gezelim, yine de hep ıskaladığımız yeler olacak şehir merkezlerinde. Gerçekten bir gün hepsini keşfedecek miyiz?
Ya da bir gün yeter mi sahi, bir merkezi fethetmeye?
Bence yetmez, nasıl yetsin ki? Normal fethetmek olsa al topu tüfeği koş meydan muharebesine de işte böyle geze geze fethetmek yalnızca kitaplarda var sanırım.
Belki de bu yüzden özel şehir merkezleri.
Sonsuz olasılık ve güzellik barındırdığı için.
HEP AYNI KALACAK:
Hep aynı kalacak şehir merkezleri.
Hep kalabalık, hep akıcı, hep şaşırtıcı, hep sevgi dolu, hep ızdırap.
Mutluluğa da hüsrana da hep ev sahipliği yapacak, tıpkı yalnızların olduğu kadar, çiftlerin de yuvası olduğu gibi.
İlk gittiğim gün nasılsa, halen daha aynıdır şehrimin merkezi. Teknolojik ve modernize edilmiş şehirliliğe ayak uydursa bile simidimizi ayranımızı alıp bir banka halen daha geçebiliyorsak, halen daha değişmemiştir merkezler.
Bazı şeyler aynı kalmalı ya zaten. Şehrin merkezinde hep acelen olmalı. Görmemen gereken şeyler görürsün, belki aldatılırsın şehrin en orta yerinde, belki aldatırsın aşağılık bir şekilde.
Ağızın gözün kandır, kanattığın da vardır.
Hiç değişmez bazı şeyler, dün onlar, bugün biz, yarın siz, ertesi gün başkaları yaşar.
Yine de yaşar, merkezin olayı da budur ya zaten.
Yüz değişir, durum değişir, olay değişir, hisler değişir belki. Yine de olayların yarattığı etki ve duygusallık bakidir.
Çünkü bir merkez sabit, hep aynı yerde, aynı vaziyette, aynı insan ağırlama görevini görmekte.
Kim bilir, ben bu satırları yazarken, kimler merkezde büyüleniyor, kimler sırasını bekliyor, kimlerse çoktan büyülendi.