Bütün savaşların nedeni ekonomiktir. Tüm çağlar boyunca bu böyle olmuştur, olmaktadır, olacaktır.
Kapitalizm öncesi savaşlar, bir ülkeyi sömürgeleştirmek için yapıldı. Emperyalist süreçteki savaşlar ise, bir başka ülkenin -ya da ülkelerin- sömürgelerini ele geçirip kendi sömürgesi haline getirmek amacıyla yapıldı. Bu tür savaşlara, “Emperyalist Paylaşım Savaşları” veya ” Yeniden Paylaşım Savaşları” da denir.
Savaşın bu “ekonomik” özelliği, bir “savaş ekonomisi” felsefesinin doğuşunu bile gerektirmiştir. Bu felsefenin kurucusu, İngiliz ekonomisti John Maynard Keynes ‘tir. Keynes’e göre, “Kapitalist ekonominin durgunluğu, yerini, sürekli bir savaş ekonomisine bırakmalıdır”. Keynes, kuramını şöyle açıklar:
“Ekonominin aşırı kapitalizasyonunda, savaş çok kârlı ve verimli bir ekonomik kaynaktır. Sarsılma ya da çöküş tehlikesi içinde bulunan temel ikame piyasalarını harekete geçirmek için başkaca yol yoktur.”
Emperyalizm, Keynes’in kuramına dört elle sarılmış, sadece tekelci niteliğini bir yana bırakıp savaş ekonomisi ve ikameler yoluyla, tekelci devlet kapitalizmi niteliğini de almıştır. Zaten, tekelcilik güçlendiği anda devleti de ele geçirir ve devlet kapitalizmi doğal bir süreç olur…
Savaşların “ekonomik” nedenselliğini algılayamayanlar, sadece birer resim görüntüsü ardından bakarak, İkinci Dünya Savaşı ertesinde “yıkılan” Almanya’nın kısa sürede gelişmesini ya da “atomla bombalanmış” Japonya’nın yeniden yükselişini birer “mucize” olarak görürler. Bu, çok bayağı bir bakış açısı olduğu kadar gerçekçi de değildir.
Savaşlar ekonomik nedenlerle yapıldığı için, hiçbir ülke diğerinin ekonomik varlık kaynaklarını harap etmez. Yoksa savaş ertesinde, savaşın amacı olan “ekonomik çıkar” kaynağı yok olmuş olur. Savaşın anlamı kalmaz. Dolayısıyla, İkinci Dünya Savaşı’nda ne Almanya’nın ne de Japonya’nın ekonomik varlık kaynakları zarar görmemiştir.
Almanya’nın en önemli sanayi alanları Ruhr ve Köln bölgesinde Düsseldorf, Solingen, Mönchengladbach, Moers, Hagen ve Essen’e; Stuttgart bölgesi ve Esslingen’e yönelik hiçbir sanayi teşekkülüne tek bir yıkıcı bomba atılmamıştır. Dahası Krupp, Robert Bosch, Siemens, Daimler-Benz, Thyssen ve Badische Anilin und Soda-Fabrik (BASF) gibi devler savaş sürecinde beslenip daha da semirtilmişler, müttefiklerin bu durumu engellemek gibi bir girişimleri olmamıştır. Çünkü Nazi Almanya’sının “Tereyağı yerine tank” sloganı, savaş yıllarında Amerika’da aynı doğrultuda bir başka sloganla paraleldir: “Jartiyer yerine mermi” …
Japonya’da Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atılmıştır, ama sanayi bölgeleri olan Osaka, Kobe, Kyoto, Himeci, Mizuşima, ve Nagaoka’ya tek bir bomba bile atılmamış, hiçbir sanayi tesisi en ufak bir yara bile almamıştır. Ne Zaibatsu’ların elindeki Mitsui, Mitsubishi, Sumimoto, Yasuda ve Nihon Steel savaştan etkilenmiş ne de bu kuruluşların birikimiyle yeniden yapılanacak Matsushita, Sony ve Honda gibi tesisler.
Ne Alman ne de Japon “mucize” si vardır orta yerde. Kapitalizmin niteliğini gözden yitirtmek isteyenler, ne Batı uygarlığının akılcılığından ne de Materyalizm ya da Marksizimden nasip almamışların, olayları tümüyle idealist ve de ruhsal dünyalardan yakıştırmalarla sislendirmeleridir bu tür yaklaşımlar. Hiçbir savaşçı, savaş ertesinde nimetine konacağı ekonomik tesisleri yok etmez. Olsa olsa, çalışmalarını beli bir süre içinde kısıtlar, o kadar…
Bilinç ancak eylemle bilinç olur. Bilinci bilinç eden eylemdir. Savaş eylemini bilen, barışın değerini en iyi bilendir!